====== Adem ====== * Yokluk. [[mevcut|Mevcut]] olmama. * “Kadîmden beri ehl-i hak hep böyle vücudda **adem**, **ademde** vücud mülâhazası üzerinde duragelmiştir. Bu konudaki en tutarlı yaklaşım da; nefis ve [[enaniyet|enâniyet]] cihetiyle yok olup, kalbî ve ruhî [[hayat|hayat]] itibarıyla yeniden dirilişe erme olsa gerek.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 356–357.)) * “[[hafi|Hafî]], vücud ve **adem** âlemlerine mahrûtî bakabilen bir ufk-u tarassud, seçkinler için özel teveccühlere bir âhize, esrar-ı ulûhiyet ve ilmî vücutlara nâzır kalbin hususî bir derinliği ve Zât-ı Ehad u Samed’in [[insan|insana]] müstesna bir vedîasıdır.”((A.g.e. s. 723.)) * “[[allah|Allah]] neyi dilerse o keynûnet kazanır, oluverir. Neyin olmamasını dilerse o da olmaz. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. O da, Cenâb-ı Hakk’ın meşîetinin **adem** ve ‘yok’a da taalluk etmesi meselesidir. Durum böyle olunca, Allah neyin olmasını murad eder ve dilerse o olur. Neyin de olmamasını dilerse o da olmaz. Evet meşîet-i ilâhî ‘yok’a da ‘var’a da taalluk eder.”((M. Fethullah Gülen, //Kırık Testi-1//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 190.)) * “Üstad Hazretleri de, ‘**adem** âlemleri’ tabirini kullanıyor. Cenâb-ı Hakk’ın [[ilim|ilmi]] [[muhit|muhittir]]. [[ilim|İlmi]], ‘vacib’e taalluk eder, ‘mümkin’e de taalluk eder ve aynı zamanda ‘madum’a da taalluk eder.((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 61.)) Cenâb-ı Hakk’ın kudreti ve iradesi ise mümkine taalluk eder. Haddizatında, **ademin** vücuda gelmesi de mümkündür. Öyleyse, **adem** âlemleri de Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve iradesinin taalluk sahası sayılır.”((A.g.e. s. 191.)) * Birkaç defa rüyamda kıyametin koptuğunu müşâhede ettim. (Kıyametin kopması pek hayra alâmet değildir ama gördüm ben.) O anda atomik bir kafa ile kendi kendime tasavvur ediyor ve diyordum: “Şimdi Hz. İsrafil sura üfleyecek, bu küre-i arz parçalanacak, her şey toz duman olacak, belki elektrik dalgaları hâline gelecek, şerareler hâlinde sağa sola saçılacak vs. Bu esnada içimde duyduğum öyle müthiş bir ızdırap var ki, bunu hiç unutmam. Biliyorum ve inanıyorum ki, bizi yaratan ve bu kıyameti yaşatan tekrar diriltir ama, önümüzde olan fırtınalı yolculuğu düşündükçe hâlden hâle giriyordum. Orada **ademin**, yokluğun ne kadar korkunç bir canavar olduğunu bütün vicdanım ve hissiyatımla hissettim. Evet, muvakkat bir yokluk dahi müthiş bir ızdırap veriyordu.”((M. Fethullah Gülen, //Kendi İklimimiz (Prizma-5)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 226–227.)) * “Nokta, bir çizginin en küçük parçasıdır ve kalem hakikatinin ucunun **ademe** temasıyla ilk meydana gelen mevcuttur. Bununla **adem** gibi görülen şeye bir [[isaret|işaret]] konmak suretiyle **adem** parçalanmış ve verâsında [[mutlak|mutlak]] **ademin** olmadığı görülmüştür. Zıddı ve niddi olmayan bir vücudun bilinmesi için böyle bir nokta lâzım ve zarurî idi ki o, bir vâhid-i kıyasî olarak verâsında kendi gibi olmayan şeyi göstersin. Çünkü [[allah|Allah’ın]] zıddı ve niddi yoktur. Bu itibarla da [[allah|Allah]], Mevcud-u [[mutlak|Mutlak]] olarak bilinemez. Nasıl karanlıksız bir ışık bilinemez ve mertebeleri ihata edilemez. Bu durumda ışığın içine bir karanlık koymak lâzımdır ki, derecesine göre bütün ışıklar bir tertip çerçevesinde sıraya girsin ve bilinebilsinler.”((M. Fethullah Gülen, //Yol Mülahazaları (Prizma-6)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 64–65.)) * “... ey [[insan|insan]]! Sende iki cihet var. Birisi: İcad ve vücûd ve [[hayir|hayır]] ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri: Tahrip, **adem**, şer, nefy, infial cihetidir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 341.)) * “... madem [[allah|Allah]] var ve [[ilim|ilmi]], ihata eder; elbette **adem**, idam, hiçlik, mahv, fena [[hakikat|hakikat]] noktasında ehl-i [[iman|imanın]] [[dunya|dünyasında]] yoktur ve kâfirlerin [[dunya|dünyaları]] **ademle**, firakla, hiçlikle, fânîlikle doludur.”((A.g.e. s. 501.)) * “Mevcûdâtın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücûdunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var: Vücudu bizce bedihî olduğu hâlde, mahiyeti bizce meçhul... İşte şu cüz-ü ihtiyârî, öyleler sırasına girebilir. Her şey, mâlûmatımıza münhasır değildir. **Adem**-i ilmimiz, onun **ademine** delâlet etmez.”((A.g.e. s. 507.)) * “Vücûd, hayr-ı mahz; **adem**, şerr-i mahz olduğuna bütün mehâsin ve kemâlâtın **vücûda** rücûu ve bütün maâsi ve mesâib ve nekâisin esâsı **adem** olduğu delildir. Madem **adem**, şerr-i mahzdır; ademe müncer olan veya **ademi** işmam eden hâlât dahi şerri tazammun eder. Onun için, vücûdun en parlak nuru olan [[hayat|hayat]], ahvâl-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet buluyor.”((A.g.e. s. 514.)) * “Şu makamda (nefsin) tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücûdunda **adem**, **ademinde** vücûdu vardır. Yani kendini bilse, vücûd verse; kâinat kadar bir zulümât-ı **adem** içindedir. Yani vücûd-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikî’den gaflet etse; yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücûdu, nihayetsiz zulümât-ı **adem** ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzât nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikî’nin bir ayna-yı tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudâtı ve nihayetsiz bir vücûdu kazanır. Zira bütün mevcudât, esmâsının [[cilve|cilvelerine]] mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-vücûd’u bulan, her şeyi bulur.”((A.g.e. s. 520.)) * “**Adem**-i rü’yet, **adem**-i vücuda delâlet etmez. Görünmemek, olmamaya [[huccet|hüccet]] olamaz.”((A.g.e. s. 553.)) * “Mütekellimîn demişler ki: “İmkân, mütesaviyü’t-tarafeyn”dir. Yâni: **Adem** ve vücûd, ikisi de müsavi olsa; bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mûcid lâzımdır. Çünkü mümkinât, birbirini îcad edip teselsül edemez. Yahut o onu, o da onu îcad edip devir sûretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vâcibü’l-vücûd vardır ki, bunları îcad ediyor.”((A.g.e. s. 744.)) * “**Vücudda Atâlet Yok. İşsiz Adam, Vücudda Adem Hesabına İşler**: En bedbaht sıkıntılı muztarib, işsiz olan adamdır; zira ki atâlet: Vücud içinde **adem**, [[hayat|hayat]] içinde mevttir. Sa’y ise: Vücudun [[hayat|hayatı]], hem [[hayat|hayatın]] yakazasıdır elbet!”((A.g.e. s. 797.)) * “... sükûn ve sükûnet, atâlet, yeknesaklık, tevakkuf; bir nevi **ademdir**, zarardır. Hareket ve tebeddül; vücûddur, hayırdır. [[hayat|Hayat]], harekâtla kemâlâtını bulur; beliyyât vâsıtasıyla terakki eder. [[hayat|Hayat]], cilve-i esmâ ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffî eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, [[inbisat|inbisat]] eder, kendi mukadderâtını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfâ eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 44–45.)) * “Cenâb-ı Hak öyle bir Kadîr-i [[mutlak|Mutlak]]’tır ki; **adem** ve vücûd, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir. Hem **adem**-i [[mutlak|mutlak]] zâten yoktur, çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i ilâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i [[ilim|ilim]] içinde bulunan **adem** ise, **adem**-i haricîdir ve vücûd-u ilmîye perde olmuş bir unvandır. Hatta bu mevcudât-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik ‘a’yân-ı sâbite’ tâbir etmişler. Öyle ise fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücûd-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar vücûd-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücûd-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”((A.g.e. s. 61.)) * “Hakâik-i İslâmiye’ye zıddiyet gösterip mübâreze eden küfrün mahiyeti; bir inkârdır, bir cehildir, bir nefiydir. Sureten isbat ve vücudî görülse de manası ademdir, nefiydir. [[iman|İman]] ise [[ilim|ilimdir]], vücudîdir, isbattır, hükümdür. Her bir menfî meselesi dahi, bir müsbet hakikatin unvanı ve perdesidir. Eğer imana karşı mübâreze eden ehl-i [[kufur|küfür]], gayet müşkülât ile menfî [[itikat|itikatlarını]] **kabul-ü adem** ve **tasdik-i adem** suretinde isbat ve kabul etmeye çalışsalar; o küfür, bir cihette yanlış bir [[ilim|ilim]] ve hata bir hüküm sayılabilir. Yoksa, irtikâbı çok kolay olan yalnız **adem-i kabul** ve inkâr ve **adem-i tasdik** ise cehl-i [[mutlak|mutlaktır]], hükümsüzlüktür. * Elhâsıl, itikad-ı küfriye iki kısımdır: * Birisi: Hakâik-i İslâmiye’ye bakmıyor. Kendine mahsus yanlış bir tasdik ve [[batil|bâtıl]] bir [[itikat|itikat]] ve hata bir kabuldür ve zâlim bir hükümdür. Bu kısım bahsimizden hariçtir. O bize karışmaz, biz de ona karışmayız. * İkincisi: Hakâik-i imaniyeye karşı çıkar, muâraza eder. Bu dahi iki kısımdır: * Birisi: **Adem-i kabuldür.** Yalnız isbatı tasdik etmemektir. Bu ise bir cehildir, bir hükümsüzlüktür ve kolaydır. Bu da bahsimizden hariçtir. * İkincisi: **Kabul-ü ademdir.** Kalben, **ademini** tasdik etmektir. Bu kısım ise bir hükümdür, bir [[itikat|itikattır]], bir iltizamdır. Hem iltizamı için nefyini isbat etmeye mecburdur.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 92.)) ===== Dipnotlar =====