====== Âlem-i Emir ====== * “[[ruh|Ruha]] bir derece müşabih ve ikisi de **âlem-i emirden** ve irâdeden geldiklerinden masdar itibarıyla [[ruh|ruha]] bir derece muvâfık, fakat yalnız vücûd-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emrî, vücûd-u haricî giyse idi, o nevilerin birer [[ruh|ruhu]] olurdu. Hâlbuki o [[kanun|kanun]] daima bâkîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te’sir etmez, bozmaz. Meselâ; bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun [[ruh|ruhu]] hükmünde olan [[kanun|kanun]]-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır. İşte madem en âdi ve zayıf emrî [[kanun|kanunlar]] dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır; elbette [[ruh|ruh]]-u insanî; değil yalnız beka ile, belki ebedü’l-âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünkü; [[ruh|ruh]] dahi [[kuran|Kur’ân’ın]] nassı ile, قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى ferman-ı celîli ile **âlem-i emirden** gelmiş bir kanun-u zîşuur ve bir nâmus-u zihayattır ki, kudret-i ezeliye, ona vücûd-u haricî giydirmiş. Demek, nasıl ki sıfat-ı irâdeden ve **âlem-i emirden** gelen şuûrsuz kavânîn, daima veya ağleben bâki kalıyor; aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı irâdenin tecellisi ve **âlem-i emirden** gelen [[ruh|ruh]], bekaya mazhar olmak daha ziyade kat’îdir, lâyıktır. Çünkü; zîvücûddur, hakikat-i hariciye sahibidir. Hem onlardan daha kavîdir, daha ulvîdir. Çünkü; [[suur|zîşuurdur]].”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 564.)) * “[[ruh|Ruh]], bir [[kanun|kanun]]-u zîvücûd-u haricîdir, bir namus-u [[suur|zîşuurdur]]. Sabit ve daim fıtrî [[kanun|kanunlar]] gibi; ruh dahi **âlem-i emirden**, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücûd-u hissî giydirmiştir.. bir seyyale-i [[latife|latîfeyi]] o cevhere sadef etmiştir. Mevcut [[ruh|ruh]], mâkul kanunun kardeşidir. İkisi hem dâimî, hem **âlem-i emirden** gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki [[kanun|kanunlara]] kudret-i ezeliye, bir vücûd-u haricî giydirseydi, [[ruh|ruh]] olurdu. Eğer [[ruh|ruh]]; vücûdu çıkarsa, [[suur|şuuru]] başından indirse, yine lâyemût bir [[kanun|kanun]] olurdu.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 529.)) * “[[insan|İnsanın]] çekirdeği olan [[kalb|kalb]], [[ubudiyet|ubûdiyet]] ve [[ihlas|ihlâs]] altında [[islam|İslâmiyet]] ile iska edilmekle [[iman|imanla]] intibaha gelirse, nuranî, misalî **âlem-i emirden** gelen emir ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine [[ruh|ruh]] olur. Eğer o [[kalb|kalb]] çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 106.)) * “[[allah|Allah’a]] güven ve [[itimat|itimat]] ile başlayıp, [[kalb|kalben]] beşerî güç ve kuvvetten teberri kuşağında sürdürülen ve neticede her şeyi Kudreti Sonsuz’a havale edip vicdânen itimad-ı tâmmeye ulaşma ile sona eren **âlem-i emre** ait ahvâl veya rûhanî seyrin mebdeine ‘[[tevekkul|tevekkül]]’, iki adım ötesine ‘[[teslim|teslim]]’, bir tur ilerisine ‘[[tefviz|tefviz]]’ ve müntehâsına da ‘[[sika|sika]]’ denir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 115.)) * “[[ruh|Ruhun]] iç yüzü diyebileceğimiz [[batin|bâtınına]] ‘[[sir|sır]]’ denir. [[sir|Sırrın]] [[batin|bâtını]] ise ‘sırru’s-sır’ kabul edilir. Sırru’s-sırrın en önemli bir buudu ‘[[hafi|hafî]]’, en engin bir derinliği de ‘[[ahfa|ahfâ]]’dır. Bâtından maksat, bir nesnenin özü, esası ve mayası demektir. Bu [[latife|latîfelerden]] sadece biri [[alem-i_halk|âlem-i halktan]], diğerleri **âlem-i emir** dendir.. ve **âlem-i emirden** olan [[latife|latîfelerin]] en derini, en zor erişileni [[ahfa|ahfâdır]]. [[ahfa|Ahfâ]], diğer [[latife|latîfeler]] itibarıyla merkezi tutuyor gibi bir hususiyet arz etmektedir. [[hafi|Hafî]], **âlem-i emre** ait hususiyetleriyle tıpkı bir mahfaza gibi onu kuşatır; sırru’s-sır, bir sur gibi bunların hepsini ihata eder ve [[ruh|ruh]] bir atmosfer gibi bütün [[latife|latîfeleri]] kucaklar ve [[kalb|kalbe]] bağlar. Bu [[latife|latîfelerin]] inkişaf ettirilmesi, [[kalb|kalbî]] ve [[ruh|ruhî]] [[hayat|hayatın]], [[hayat|hayata]] [[hayat|hayat]] olmasına bağlıdır. Bu itibarla da, henüz cismaniyetten kurtulamamış, [[latife|letâif]]-i insaniye ufkuna ulaşamamış bahtsızların, belli seviyedeki [[ruh|ruhlara]] akıp gelen bu [[mevhibe|mevhibeleri]] duymaları mümkün değildir. Bunları duyabilmenin asgarî şartları, evvelâ [[istidat|istidat]], sonra o [[istidat|istidadı]] inkişaf ettirme adına sa’y u gayret ve daha sonra da usûlüne göre [[cile|çile]] çekmek ve erbaînlerle beden hâkimiyetinden kurtulabilmektir.”((A.g.e. s. 435.)) * “[[alem-i_gayb|Âlem-i gayb]] ve [[alem-i_sehadet|âlem-i şehadet]], **âlem-i emir** ve âlem-i halk birbirinden farklı unvanlarla anılsalar da bunlar iç içe âlemlerdir ve biri diğerinin [[zahir|zâhirî]] buudu, öbürü de berikinin [[batin|bâtınî]] derinliğinden ibarettir. Ancak, sıfât ve esmâ-i ilâhiyenin, hatta şe’n-i Rubûbiyetin birer mahall-i tecellîsi ve farklı mertebede birer taayyün faslı sayılan bu âlemler tamamen birbirinden ayrı hususiyetler arz etmektedirler.”((A.g.e. s. 539.)) * “[[insan|İnsan]] denen bu en şerefli varlık, [[alem-i_halk|âlem-i halka]] bakan cesedi ve nefsi, **âlem-i emre** nâzır [[ruh|ruhu]], [[alem-i_melekut|âlem-i melekûta]] açık [[kalb|kalbi]] ve [[alem-i_ceberut|âlem-i ceberûta]] müteveccih sırrıyla –bu son buudları itibarıyla potansiyel olarak öyledir– eşimenendi olmayan bir nüsha-i kübrâdır.”((A.g.e. s. 609.)) * “[[sidretul_munteha|Sidre]], bütün hilkat âleminin **âlem-i emir** ufkunda bir serhaddi mesabesindedir. Orada [[alem-i_imkan|imkân âlemi]] sona erer.. her yana ser çekmiş varlığın dalı, yaprağı, sürgünü gider oraya dayanır.. ruhanîlikte derinleşen [[rabbaniler|rabbanîlerin]], [[alem-i_melekut|melekût]]-u eşyaya nüfuz edebilen müterakkî gönüllerin nazarları ancak oraya varabilir; nazar-kadem vahdetine ulaşmış kümmelîn gider oranın eşiğine takılır ve orada herkes [[hayret|hayretle]] soluklanmaya durur. Zira daha ötesi [[alem-i_gayb|gayb âlemleri]] alanına girer ki ona da [[allah|Allah’tan]] başka kimse muttali değildir.”((A.g.e. s. 751.)) * “... [[ruh|ruhun]] da bir besâteti vardır. Yani [[ruh|ruh]] maddeden mürekkep değildir. Aynı zamanda [[alem-i_halk|âlem-i halktan]] değil, [[kuran|Kur’ân’ın]] beyanıyla, **âlem-i emirdendir.** Yani o, atomların bir araya gelmesiyle hâsıl olan bir varlık değil; melâike-i kiram gibi [[allah|Allah’ın]] emriyle meydana gelen, zîşuur nuranî [[kanun|kanunlardan]] ibarettir. Tohumdaki nemalanma [[kanun|kanunu]], küreler ve atomlar, hatta çekirdekle elektronlar arasındaki çekme [[kanun|kanunu]] gibi [[ruh|ruh]] da bir [[kanun|kanundur]]. Fakat [[ruh|ruh]] [[suur|şuurludur]]. Diğer [[kanun|kanunların]] ise [[hayat|hayat]] ve [[suur|şuuru]] yoktur.”((M. Fethullah Gülen, //Asrın Getirdiği Tereddütler-2//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 185–186.)) ===== Dipnotlar =====