====== Cüz’î İhtiyar ====== * “İnsan [[irade|iradesi]] bizzat mevcud olarak yaratılmamıştır. Belki ona itibarî bir vücud verilmiştir. Hendesedeki itibarî ve farazî hatlar gibi, [[irade|irade]] ve **cüz’î ihtiyarînin** de itibarî ve farazî bir vücudu vardır. Böyle bir varlığı ve böyle bir vücudu da herhangi bir tartı ve ölçü ile değerlendirmek mümkün değildir. İşte [[irade|irade]], hiçbir ağırlığı olmayan böyle izafî bir vücuda sahiptir. Şu kadar var ki o, Cenâb-ı Hakk’ın icraat ve yaratmasına bir şart-ı âdidir. Yani o kendine düşeni yaptığı zaman –ki bu ya meyelandır ya da meyelandaki tasarruftur–Cenâb-ı Hak onun istediği fiili yaratır. Demek oluyor ki, ister meyelan, isterse meyelandaki tasarruf, haddizatında haricî bir vücuda sahip olmamakla beraber, yaratma işi bu meyelan veya meyelandaki tasarrufa bağlı kılındığı içindir ki, [[irade|irade]] apayrı bir değer ve kıymet kazanmaktadır.”((M. Fethullah Gülen, //Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 31–32.)) * “İnsanın [[irade|iradesi]] de böyle bir plan ve proje gibidir. Aynen o da farazî hatlardan ve çizgilerden ibarettir. ‘**Cüz’î ihtiyarî**’ veya ‘[[irade|irade]]-i cüz’iye’ dediğimiz bu planın ifade ettiği mânâyı vücuda getirecek şey ise Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıdır. Fakat dikkat edilecek olursa, [[allah|Allah’ın]] yaratması bu plana göre olmaktadır. Zaten mesuliyetin kaynağı da [[irade|iradeye]] ait bu fonksiyondur. * Bizim [[irade|irademiz]], zatında kıymet ve ağırlığı olmayan bir şey olsa bile, işlerimizi yaratacak olan Allah, bu plan üzerine yaratacağı için, biz bu yaratılacak şeye sebebiyet vermekteyiz. Yaratılmasına sebep olduğumuz ameller ‘hasenat’ nevinden ise mükâfat kazanırız; yok eğer ‘seyyiat’ türünden ise cezaya çarptırılırız. Görülüyor ki, çok mühim ve büyük neticeler hep bu farazî, nazarî ve şart-ı âdi olan [[irade|irade]] üzerinde dönüp durmaktadır. Öyle ise mutlak cebir yoktur; ancak şartlı cebir vardır. Yaratan Allah’tır; ama insanın [[irade|iradesini]] Kendi yaratmasına âdi bir şart yapmıştır. İnsan bu noktada iyi düşünmeli ve kader ile [[irade|irade]] arasındaki dengeyi korumalıdır.”((A.g.e. s. 32–33.)) * “[[irade|İrade]]-i külliye bilkuvve (potansiyel) bir dileme, isteme ve seçme kabiliyetidir ki, bizimle beraber yaratılmış –şahıstan şahısa küçük bir kısım farklılıklar mahfuz– hiçbir hareket ve aktivitenin söz konusu olmadığı durumlarda bile, mahiyetimizde hep mündemiç ve vicdan mekanizmasının da harekete hazır bir rükn-ü sâmiti sayılır. Böyle bilkuvve bir [[irade|iradenin]] hususî ve muayyen bir işe sarf edilmesine gelince ona ‘irade-i cüz’iye’ denir ki, biz, böyle belli bir iş, belli bir hareket istikametinde ortaya konan isteme, dileme, tercihte bulunmaya ‘cüz’î irade’ dediğimiz gibi onu ‘kasıt’, ‘[[azim|azim]]’, ‘ihtiyâr’ sözcükleriyle ifade ettiğimiz de olur.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 625.)) * “[[din|Din]], başta da işaret edildiği gibi, [[akil|akıl]] ve [[suur|şuur]] sahiplerini muhatap alır; onları kendi [[cuzi_ihtiyar|ihtiyar]] ve seçenekleriyle, dünyevî-uhrevî hayra yönlendirir ve icabet edenlere de ebedî [[saadet|saadetler]] vaad eder. Din karşısında mükelleflerin yeri, onların bazı sorumluluklar altında ezilmeleri değil; ‘Yaradan bilir’ esprisinden hareketle, iyinin, güzelin, hayrın ve ebedî mutluluğun, Allah’ın ilim, [[irade|irade]] ve takdiriyle –şart-ı âdî planında– onların [[irade|iradelerine]] bağlanması gibi küllî meşîetin, önceden onlara bahşedilmiş **cüz’î ihtiyara** bir teveccühü ve bir iltifatıdır. Bu yönüyle de o, değişik din şeklindeki organizasyonlardan çok farklı, ulûhiyet edalı ve [[ubudiyet|ubûdiyet]] ifadelidir. Bir kere her şeyden evvel, bu [[din|dinin]] muhatapları [[akil|akıl]] ve [[irade|irade]] sahibidirler ve [[allah|Allah]]’ın vaz’ettiği nizamı yaşamaya ve temsile çalışırlar. Bu itibarla da dini, özel bir donanıma karşı özel bir teveccüh şeklinde yorumlamak da mümkündür. Zira [[akil|akıl]] ve [[irade|irade]] mahrumları onunla mükellef tutulmamışlardır ve onlar için bizzat hayra sevk gibi bir iltifat da söz konusu değildir.”((M. Fethullah Gülen, //Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 178.)) * “**Cüz-ü ihtiyârînin** üssü’l-esâsı olan meyelân, Matüridî’ce bir [[emr-i_itibari|emr-i itibarîdir]], abde verilebilir. Fakat Eş’arî, ona mevcûd nazarıyla baktığı için abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariye’ce bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücûd-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, [[illet|illet-i tâmme]] istemez ki; [[illet|illet-i tâmme]] vücûdu için lüzum ve zarûret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref’etsin. Belki o emr-i itibarînin [[illet|illeti]], bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise o anda onu terk edebilir. Kur’ân ona o anda diyebilir ki: ‘Şu şerdir, yapma.’ * Evet eğer abd, hâlık-ı ef’âli bulunsaydı ve îcada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref’ olurdu. Çünkü; ilm-i usûl ve hikmette مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki: ‘Bir şey vâcib olmazsa, vücûda gelmez.’ Yâni, [[illet|illet-i tâmme]] bulunacak; sonra vücûda gelebilir. [[illet|İllet-i tâmme]] ise; ma’lulü, bizzarûre ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 508–509.)) * “... elîm elemi ve dehşetli manevî azabı hissetmemek için, ehl-i [[dalalet|dalâlet]] [[iptal-i-his|iptal-i his]] nev’inden [[gaflet|gaflet]] sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat [[his|hissedeceği]] zaman yani kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünkü Cenâb-ı Hakk’a hakiki abd olmazsa, kendi kendine mâlik zannedecek. Hâlbuki o **cüz’î ihtiyar**, o küçük iktidarı ile şu fırtınalı dünyada vücudunu idare edemiyor.”((A.g.e. s. 689.)) * “... [[iman|îmân]], geçmiş ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o **cüz-ü ihtiyarînin** dizginini cismin elinden alıp, kalbe ve rûha teslim eder. [[ruh|Rûh]] ve [[kalb|kalbin]] dâire-i [[hayat|hayatı]] ise, cisim gibi hazır zamana münhasır olmadığından, pek çok seneler mâziden, pek çok seneler istikbâlden dâire-i [[hayat|hayatına]] dâhil olduğundan; o **cüz-ü ihtiyarî**, [[cuziyet|cüz’iyetten]] çıkıp [[kulliyet|külliyet]] kesbeder. Zaman-ı mâzinin en derin derelerine kuvvet-i [[iman|îmân]] ile girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini def’ edebildiği gibi; nur-u [[iman|îmân]] ile istikbâlin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izâle eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 283.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[emr-i_itibari|Emr-i İtibarî]] * [[irade|İrade]] ===== Dipnotlar =====