====== Cüz’iyet ====== * “Hazreti Zât’a ait tecellî, [[kulliyet|külliyet]] ve asliyet planında bütün varlığın vücud-u ilmîden, haricî vücud ufkuna ulaşmasının ‘ille-i gaiye’si kabul edilen Hz. Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa’ya has tecellî-i ulûhiyet ve rubûbiyet –ki ümmeti de bu tecellîyi **cüz’iyet** ve zılliyet ölçüsünde paylaşır–bir dağ vasıtasıyla Hz. Musa’ya mahsus sırf tecellî-i rubûbiyet bu tecellî-i âzamın kemmiyetsiz-keyfiyetsiz bir buudunu teşkil etmektedir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 314.)) * “[[itminan|İtminan]] [[mevhibe|mevhibesinin]] [[idrak|idrak]] edilme sınırlarını aşkın müntehâsını ‘nefs-i kâmile’ mertebesi teşkil eder. Dört bir yanda ilâhî tecellîlerin bütün mâsivâyı kendi rengine boyadığı, renklerin, şekillerin, keyfiyetlerin kendi çerçevelerinde silinip gittiği [[zevk|zevkî]] ve nazarî iç içe istihalelerin yaşandığı ve ‘seyr’in, ‘[[seyr_billah|seyr billah]]’ ufkunda sürdürüldüğü bu şâhika, vahdette [[kesret|kesretin]], [[kesret|kesrette]] de vahdetin yaşandığı ilâhî sırlara açık öyle bir zirveler zirvesidir ki, asalet ve [[kulliyet|külliyet]] planında orada sadece enbiyânın sesi-soluğu duyulur; zılliyet ve **cüz’iyet** dairesinde de dava-i nübüvvet vârislerinin.” ((A.g.e. s. 434.)) * “... [[insan|insanın]] zatı, Zât-ı Hakk’a, sıfatları da sıfât-ı sübhaniyeye dayandığı gibi, bunlardaki izafîlik ve sınırlılık ya da zılliyet ve **cüz’iyet** de tamamen, Cenâb-ı Hakk’ın evsâfındaki hakikîliğe, nâmütenâhîliğe, asliyet ve [[kulliyet|külliyet]]e delâlet etmektedir veya delâlet etmek içindir.”((A.g.e. s. 467.)) * “Her sıfatın, taalluk açısından bir hayli de **cüz’iyâtı** vardır. Bu **cüz’iyât** dahi değişik [[hayat|hayat]] mertebelerindeki varlıkların taayyün mertebeleri sayılırlar. [[kulliyet|Külliyet]] bir mânâda asliyet, **cüz’iyet** de zılliyet demektir. Taayyün mebdei küllî olanlar, bulundukları yörüngede asıl, **cüz’î** olanlar da onların izdüşümü mesabesindedir ve öncekilerin kademi altında sayılırlar. Zıllî bir mânâda asla ait hususiyetleri aksettirebilir ama o, kat’iyen asıl değildir.”((A.g.e. s. 772.)) * “... zatında diğer insanlar enbiya-ı izama müsavi olmadıkları gibi onların yolculukları da peygamberlerin yolculuklarına müsavi olamaz. Ne var ki İmam Gazzâlî, Muhyiddin b. Arabî, İmam Rabbânî ve Üstad Bediüzzaman gibi bazı yüce ruh ve selim [[fitrat|fıtratların]], Efendimiz’in açtığı kapıdan, O’nun arkasında yürüyerek hakikat-ı Ahmediyenin zılline ve **cüz’iyetine** ulaşmaları mümkün olur.”((M. Fethullah Gülen, //Fasıldan Fasıla-4//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 82.)) * “[[kabe|Kâbe]], yeryüzünde [[sidretul_munteha|Sidretü’l-Müntehâ’nın]] izdüşümüdür. Yani onun, asliyete göre zılliyet, [[kulliyet|külliyete]] göre **cüz’iyet** ölçüsünde bir uzantısıdır.”((M. Fethullah Gülen, //Prizma-2//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 142.)) * “Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadesiyle vatanı korumak gayesiyle bir gün nöbet tutan biri, günlerce, aylarca ibadet yapmış gibi sevap kazanır;65 keza bir saat tefekkür eden insan, yıllarca ibadet etmiş gibi olur.66 Demek ki bu türlü dar bir zaman dilimi içinde veya hayatî önem taşıyan bir mekânda bir insanın yapacağı bazı hususi, **cüz’î**, zıllî şeyler; **cüz’iyetten** çıkıp [[kulliyet|külliyet]] kesbediyor, zılliyetten çıkıp asliyete inkılap ediyor ve Cenâb-ı Hakk’ın katında aslı eda edilmiş gibi kabul ediliyor.”((M. Fethullah Gülen, //Kendi İklimimiz (Prizma-5)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 127.)) * “... ey [[insan|insan]]! Sen, nebâti cismâniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarıyla; sagîr bir **cüz**’, hakîr bir **cüz’î**, fakîr bir [[mahluk|mahlûk]], zayıf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudât-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat [[muhabbet|muhabbet]]-i ilâhiyenin ziyasını tazammun eden [[iman|imanın]] nuruyla münevver olan [[islam|İslâmiyet]]’in terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın.. ve **cüz’iyetin** içinde bir küllîsin.. küçüklüğün içinde bir âlemsin.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 350.)) * “[[insan|İnsan]] çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir. Lâkin iktidarı **cüz’î**, ihtiyarı **cüz’î**, [[istidat|istidatı]] muhtelif, arzuları mütefâvit olduğu hâlde; binler perdeler, [[berzah|berzahlar]] içinde [[hakikat|hakikati]] taharri eder. Onun için [[hakikat|hakikatin]] keşfinde ve [[hak|hakkın]] şuhudunda [[berzah|berzahlar]] ortaya düşüyor. Bazılar [[berzah|berzahtan]] geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor. Bazıların kabiliyeti, bazı erkân-ı [[iman|îmâniyenin]] inkişafına menşe’ olamıyor. Hem esmânın [[cilve|cilvelerinin]] renkleri mazhara göre tenevvü ediyor, ayrı ayrı oluyor. Bazı mazhar olan zât, bir ismin tam cilvesine medâr olamıyor. Hem [[kulliyet|külliyet]] ve **cüz’iyet** ve zılliyet ve asliyet itibarıyla [[cilve|cilve]]-i esmâ, başka başka suret alıyor. Bazı istidat, **cüz’iyetten** geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidata göre bazen bir isim galip oluyor. Yalnız kendi hükmünü icra ediyor. O istidatta onun hükmü hükümran oluyor.”((A.g.e. s. 357–358.)) * “... cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdud bir **cüz’sün**. O’nun ihsanıyla **cüz’î** bir cüzden, küllî bir küll-i nurânî hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi [[kulliyet|külliyete]] ve insaniyeti vermekle hakiki [[kulliyet|külliyete]].. ve [[islam|İslâmiyet]]’i vermekle ulvî ve nuranî bir [[kulliyet|külliyete]].. ve [[marifet|marifet]] ve [[muhabbet|muhabbeti]] vermekle [[muhit|muhit]] bir nura seni çıkarmış.”((A.g.e. s. 385.)) * “Madem her [[insan|insan]] **cüz’iyetten** ve süfliyetten tecerrüt edip, en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor. O Hâkim’in küllî hitâbına bizzât muhatab olamıyor. Elbette o insanlar içinde bâzı efrâd-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar; tâ iki cihetle münasebeti bulunsun: Hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun.”((A.g.e. s. 619.)) * “Şems-i Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâl her şeye her şeyden daha yakın olduğu hâlde; her şey ondan nihayetsiz uzaktır. Yalnız bütün mevcudatı kat’ edip, **cüz’iyetten** çıkıp, [[kulliyet|külliyetin]] merâtibinde gitgide binler hicâblardan geçip, tâ bütün mevcudata muhît bir ismine yanaşır, ondan daha ileride çok merâtibi kat’eder. Sonra bir nevi kurbiyete müşerref olur.”((A.g.e. s. 619–620.)) * “... [[iman|îmân]], geçmiş ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o [[cuzi_ihtiyar|cüz-ü ihtiyarînin]] dizginini cismin elinden alıp, kalbe ve rûha teslim eder. [[ruh|Rûh]] ve [[kalb|kalbin]] dâire-i hayatı ise, cisim gibi hazır zamana münhasır olmadığından, pek çok seneler mâziden, pek çok seneler istikbâlden dâire-i hayatına dâhil olduğundan; o [[cuzi_ihtiyar|cüz-ü ihtiyarî]], **cüz’iyetten** çıkıp [[kulliyet|külliyet]] kesbeder. Zaman-ı mâzinin en derin derelerine kuvvet-i [[iman|îmân]] ile girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini def’ edebildiği gibi; nur-u [[iman|îmân]] ile istikbâlin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izâle eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 283.)) * “Her müminin [[namaz|namazı]], onun bir nevi miracı hükmündedir. Ve o [[huzur|huzura]] lâyık olan kelimeler ise, Mirac-ı Ekber-i Muhammed’de (aleyhissalâtü vesselâm) söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin [[mana|manaları]] **cüz’iyetten** [[kulliyet|külliyete]] çıkar ve o kudsî ve ihatalı [[mana|manalar]] tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâli edip genişlenir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 82–83.)) * “... [[burhan|burhanların]] heyet-i mecmuasına terettüp eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her ferdden istemek ve her ferdde aramak, [[akil|aklın]] hastalığına, zihnin **cüz’iyetine** işaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binâenaleyh bir [[burhan|burhana]] bakıldığı zaman zaafiyetten dolayı vehimler baş gösterirse, öteki [[burhan|burhanlardan]] süzülen kuvvet ile ortada zaafiyet kalmaz, vehimler de dağılır.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 55.)) * “İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Sen [[secere-i_hilkat|şecere-i hilkatin]] ya bir semeresi veya bir çekirdeğisin. Cismin itibarıyla küçük, âciz, zayıf bir **cüzsün**. Lâkin Sâni-i Hakîm lütfuyla, latîf sanatıyla seni **cüz** ve **cüz’îden** küll ve küllîye çıkartmıştır. Evet cismine verilen [[hayat|hayat]] sayesinde, geniş duyguların ile âlem-i şehâdet üzerinde cevelân etmekle filcümle **cüz’iyet** kaydından kurtulmuşsun. Ve keza insaniyet îtasıyla bilkuvve ‘küll’ hükmündesin. Ve keza iman ve [[islam|İslâmiyet]] [[ihsan|ihsanıyla]] bilkuvve ‘küllî’ olmuşsun. Ve keza [[marifet|mârifet]] ve [[muhabbet|muhabbetin]] in’amıyla muhit bir nur olmuşsun.”((A.g.e. s. 199.)) * “Bervech-i âtî kelâmdan maksat, [[muhakeme|muhakeme]] ve muvâzenenin tarikini göstermektir. Tâ ki, mecmuunda [[hakikat|hakikat]] tecellî etsin. Yoksa zihnin **cüz’iyeti** sebebiyle, o mecmuun her bir cüzünde neticenin tamamını taharrî etmek, kuvve-i vâhimenin tasallut ve tereddüdüyle [[hakikat|hakikati]] evham içinde setretmektir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Muhâkemât//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 86.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[kulliyet|Külliyet]] ===== Dipnotlar =====