====== Dalâlet ====== * [[akil|Aklı]] doğru kullanmaya engel olan sebepler yüzünden [[hidayet|hidayetten]] ve [[hikmet|hikmetten]] mahrum kalma, istikametten sapma. * “Kur’ân-ı Kerim’de **dalâlet**, peygamber gibi en yüksek manevî makama sahip bir zâtın kendi seviyesinin az altında yaptığı bir işten [[allah|Allah]]’a şirk koşmaya kadar dosdoğru yoldan her türlü sapmayı ifade eder. Genel ıstılahî mânâsıyla, imandan sonra küfre düşüp, imanı küfürle değişme (2: 108), Allah’a şirk koşma (4: 116), Allah, melekler, bütün semavî kitaplar, [[iman|iman]] noktasında aralarında ayırım yapmadan bütün rasûller ve Âhiret Günü’nden biri, birkaçı veya tamamına inanmama (4: 136) **dalâletin** ta kendisidir.”((Ali Ünal, //Allah Kelâmı Kur’ân-I Kerîm ve Açıklamalı Meali//, İstanbul: Define Yayınları, 2010, s. 51.)) * “... ey şeytan! [[batil|Bâtılı]] hak ve muhâli mümkün gösteren gaflet ve **dalâlet** ve safsata ve inat ve mağlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle çok muhâlâtı intâc eden küfür ve inkârı, o bedbaht [[insan|insan]] suretindeki hayvanlara yutturmuşsun!”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 201.)) * “İşte şu âyâtın (Tûr, 52/29–43) binler hakikatlerinden yalnız beyan-ı ifhamiyeye misâl için bir hakikatini beyan ederiz. Şöyle ki: أَمْ.. أَمْ (yoksa, yoksa) lafzıyla on beş tabaka istifham-ı inkârî-i taaccübî ile ehl-i **dalâletin** bütün aksamını susturur ve şübehâtın bütün menşe’lerini kapatır. Ehl-i **dalâlet** için içine girip saklanacak şeytanî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i **dalâlet** bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yalanı bırakmıyor, başını eziyor. Her bir fıkrada bir tâifenin hülâsa-yı fikr-i küfrîlerini ya bir kısa tâbir ile ibtal eder. Ya butlanı zâhir olduğundan sükûtla butlanını bedâhete havale eder veya başka âyetlerde tafsilen reddedildiği için burada mücmelen işaret eder.”((A.g.e. s. 414.)) * “**Dalâlet**, fikrîdir; zulümât, kalbîdir; [[israf|israf]], cesedîdir.”((A.g.e. s. 793.)) * “[[adem|Adem]], şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğunu, ehl-i tahkik ve ashâb-ı [[kesif|keşif]] ittifak etmişler. Evet ekseriyet-i mutlaka ile [[hayir|hayır]] ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinâd eder ve ona râcî olur. Sûreten menfî ve ademî de olsa, esası sübûtîdir ve vücûdîdir. **Dalâlet** ve şer ve musîbetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mâyesi ademdir, nefiydir. Onlardaki fenâlık ve çirkinlik, ademden geliyor. Çendan sûret-i zâhirîde müsbet ve vücûdî de görünseler, esası ademdir, nefiydir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 92.)) * “**Dalâlet** yolunda nihâyetsiz müşkülât var, [[hidayet|hidayet]] ve vahdet yolunda nihâyetsiz sühûlet var.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 15.)) * “... şu asırda ehl-i **dalâlet** eneye binmiş, **dalâlet** vadilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terk etmekle hakka hizmet edebilir.”((A.g.e. s. 479.)) * “Sıkıntı, sefâhetin muallimidir.. [[yeis|yeis]], **dalâlet**-i fikrin.. zulmet-i kalb, ruh sıkıntısının menbaıdır.”((A.g.e. s. 537.)) * “... bu kâinatta [[hayir|hayır]]-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürûdet, güzellik-çirkinlik, [[hidayet|hidayet]]-**dalâlet** birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez. Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile hüsnün tek bir hakikati, bin hakikat ve binler çeşit [[husun|hüsün]] mertebeleri vücûd bulur. Cehennemsiz cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen her şey, bir cihette zıddıyla bilinebilir ve birtek hakikati, sümbül verip çok hakikatler olur.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 219.)) * “Gafletten neşet eden **dalâlet**, pek garip ve acîbdir. Mukareneti illiyete kalbeder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yani daima beraber vücuda gelirlerse, birisinin ötekisine [[illet|illet]] gösterilmesi o **dalâletin** şe’nindendir. Hâlbuki devamlı mukarenet, illiyete [[delil|delil]] olamaz.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 64.)) * “İnsanları fikren **dalâlete** atan sebeplerden biri; ülfeti, [[ilim|ilim]] telâkki etmeleridir. Yani melûfları olan şeyleri kendilerince mâlûm bilirler. Hatta ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Hâlbuki ülfetlerinden dolayı mâlûm zannettikleri o âdi şeyler, birer harika ve birer mu’cize-i kudret oldukları hâlde, ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde olan tecelliyât-ı seyyaleye im’ân-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanâta ve sair garip hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husûle gelen dalgalara ve şemsin şuââtından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü’l-bihar olan [[allah|Allah]]’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.”((A.g.e. s. 181.)) * “Efendiler! **Dalâlet** ve fenalıklar cehaletten gelse, def etmesi kolaydır. Fakat fenden, [[ilim|ilimden]] gelen **dalâletin** izalesi çok müşküldür. Bu zamanda **dalâlet** fenden, [[ilim|ilimden]] geldiği için, ancak onları izale etmeye ve nesl-i âtiden o belâya düşen kısmını kurtarmaya, karşılarında dayanmaya Risale-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzımdır.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Emirdağ Lâhikası//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 19.)) * “... [[ilim|ilim]], [[iman|imana]] önemli bir basamak, [[hidayet|hidayet]] ve **dalâleti**, şüphe ve yakîni birbirinden ayıran esaslı bir mihenk ve [[insan|insanın]] insanî yanlarını ortaya çıkaran ilâhî bir sırdır.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 235.)) * “... her fiil [[allah|Allah]]’a râcîdir. Ona râcî olmayan hiçbir iş gösterilemez. **Dalâleti**, Mudill isminin iktizasıyla yaratan, [[hidayet|hidayeti]], Hâdi isminin tecellîsine bağlayan ancak [[allah|Allah]]’tır (celle celâluhu). Evet, ikisini veren de Hak’tır.”((M. Fethullah Gülen, //Asrın Getirdiği Tereddütler-1//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 161–162.)) * “... birlik ruhuyla hareket, ferdin yanlış yol ve saplantılardan uzak kalmasını sağlar. Efendimiz: ‘Ümmetim **dalâlette** içtima etmez.’((İbn Mâce, Fiten, 8; Abd ibn Humeyd, //El-Müsned//, s. 367.)) buyurmuşlardır. Bunun [[mefhum|mefhum]]-u muhalifi, bir yerde içtima yok ve ferdî hareketler söz konusuysa, **dalâlete** düşmeme konusunda, bir garanti yok demektir.”((M. Fethullah Gülen, //Fasıldan Fasıla-4//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 18.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[hidayet|Hidayet]] ===== Dipnotlar =====