====== Felsefe ====== * “Yunanca ‘philosophia’ kelimesinden gelen **felsefe**, ‘[[hikmet|hikmet]] sevgisi’ demektir. Bu [[ilim|ilmin]] erbabına filozof/feylesof denilmektedir ki, biz buna ‘hakîm’ de deriz. [[ilim|İlim]] dünyamızda **felsefeye** hâkim nice âlimlerimiz gelip geçmiştir. * Ancak şunu hemen ifade edeyim ki, **felsefenin**, [[kuran|Kur’ân’ın]] emirlerine ve [[sunnet|Sünnet]]’in ruhuna ters bir kısım nazariyeler mecmuasından ibaret olan kısmını, Müslümanlıkla ve [[islam|İslâm’ın]] ruhuyla telif etmek mümkün değildir. Tam sübut bulmamış, pozitif neticelerle sağlam kaideler üzerine oturtulmamış meseleleri Kur’anî esaslarla telif etme çabası doğru değildir. Çünkü dün bir ekol olarak ortaya atılan bir **felsefî** sistem, daha sonraki devirlerde hususiyle pozitif [[bilim|bilimlerle]] çürütülüp rafa kaldırılabilir. Bu, günümüzde ve daha evvelki devirlerde olagelmiş bir hatadır ve zararlı olmuştur. Maalesef bu düşünce, bize orta çağın skolastik düşüncesinin bir hatırasıdır. Birileri çıkar, [[ilim|ilim]] adına bir nazariye ortaya atar ve biz de hemen ona tutunur, ardından da dinî emirlerle telifini yapmaya çalışırız.”((M. Fethullah Gülen, “[[https://fgulen.com/tr/eserleri/bahar-nesidesi/felsefe-ve-felsefi-nazariyeler|Felsefe ve Felsefî Nazariyeler]]”)) * “... ilm-i [[hikmet|hikmet]] dedikleri **felsefe** ise; hurûf-u mevcudatın tezyînâtında ve münâsebatında dalmış ve sersemleşmiş, [[hakikat|hakikatin]] yolunu şaşırmış... Şu kitab-ı kebîrin hurufâtına ‘[[mana-yi-harfi|mânâ-yı harfî]]’ ile, yâni [[allah|Allah]] hesabına bakmak lâzım gelirken; öyle etmeyip ‘[[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismî]]’ ile, yâni; mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. ‘Ne güzel yapılmış’a bedel, ‘Ne güzeldir!’ der, çirkinleştirir. Bununla [[kainat|kâinatı]] tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz **felsefe**, hakikatsiz bir safsatadır ve [[kainat|kâinata]] bir tahkirdir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 139–140.)) * “**Felsefe** hikmeti ise, bütün hârikulâde olan mucizât-ı kudreti, âdet perdesi içinde saklayıp, cahilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalnız hârikulâdelikten düşen ve intizam-ı hilkatten huruç eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nâdir fertleri nazar-ı [[dikkat|dikkate]] arz eder, onları birer ibretli [[hikmet|hikmet]] diye zîşuura takdim eder. Meselâ; en câmi bir mucize-i kudret olan [[insan|insanın]] hilkatini âdi deyip lâkaydlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden huruç etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ; en latîf ve umumî bir mucize-i rahmet olan bütün yavruların hazine-i gayptan muntazam iâşelerini âdi görüp, küfrân perdesini üstüne çeker. Fakat, intizamdan şüzûz etmiş, kabilesinden cüdâ olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iâşesini görür, ondan tecelli eden lütuf ve keremle bütün hazır balıkçıları ağlatmak ister.”((A.g.e. s. 146–147.)) * “İşte bak, âlem-i [[insan|insaniyette]] zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-yı insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde –biri, [[silsile-i_nubuvvet|silsile-i nübüvvet]] ve diyanet; diğeri, [[silsile-i_felsefe|silsile-i felsefe]] ve hikmet– gelmiş, gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihat etmiş ise; yani [[silsile-i_felsefe|silsile-i felsefe]], silsile-i diyanete dehâlet edip itâat ederek hizmet etmiş ise; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimâiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişler ise; bütün [[hayir|hayır]] ve nur, [[silsile-i_nubuvvet|silsile-i nübüvvet]] ve diyanet etrafına toplanmış.. ve şerler ve [[dalalet|dalâletler]], **felsefe** silsilesinin etrafına cemolmuştur.”((A.g.e. s. 586–587.)) * “Hem [[dalalet|dalâletin]] yolunda sâbıkan beyân edildiği gibi [[esfel-i_safilin|esfel-i sâfilîne]] [[insan|insanı]] öyle bir sukut ettiriyor ki; hiçbir [[medeniyet|medeniyet]], hiçbir **felsefe** ona çâre bulamadıkları ve o derin zulümât kuyusundan hiçbir terakkiyât-ı beşeriye, hiçbir kemâlât-ı fenniye [[insan|insanı]] çıkaramadığı hâlde, Kur’ân-ı Hakîm, [[iman|iman]] ve amel-i sâlih ile o esfel-i sâfilîne sukuttan [[insan|insanı]] [[ala-yi_illiyyin|âlâ-yı illiyyîne]] çıkarır ve delâil-i kat’iyye ile çıkarmasını isbat ediyor.. ve o derin kuyuyu terakkiyât-ı mâneviyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyenin cihâzâtıyla dolduruyor.”((A.g.e. s. 693.)) * “Şimdi bak, şu sersem ve geveze **felsefe** ne der? Bak, diyor ki: ‘Güneş bir kütle-yi azîme-yi mâyia-yı nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyârâtı etrafında döndürüp, cesâmeti bu kadar, mahiyeti böyledir, şöyledir.’ Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemâl-i ilmî vermiyor. Bahs-i [[kuran|Kur’ân]] gibi etmiyor... Buna kıyasen, bâtınen kof, zâhiren mutantan **felsefî** meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-yı sûrîsine aldanıp [[kuran|Kur’ân’ın]] gayet mu’ciz-nümâ beyanına karşı hürmetsizlik etme!”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 234.)) * “Hem ekser enbiyânın Asya’da zuhuru, ağleb-i hükemânın Avrupa’da gelmesi, [[kader|kader]]-i ezelînin bir remzi ve işaretidir ki; Asya akvâmını [[intibah|intibaha]] getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek, [[din|din]] ve kalbdir. **Felsefe** ve [[hikmet|hikmet]] ise [[din|din]] ve [[kalb|kalbe]] yardım etmeli, yerine geçmemeli!”((A.g.e. s. 368.)) * “Rüya-yı sâdıka, [[hiss-i_kablel-vuku|hiss-i kable’l-vukuun]] fazla inkişafıdır. [[hiss-i_kablel-vuku|Hiss-i kable’l-vuku]] ise herkeste cüz’î-küllî vardır.. hatta hayvanlarda dahi vardır. Hatta bir zaman ben, bu [[hiss-i_kablel-vuku|hiss-i kable’l-vukuu]] –zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak– insanda ve hayvanda ‘[[saika|sâika]]’ ve ‘şâika’ nâmıyla –aynı sâmia ve bâsıra gibi– iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum. Ehl-i [[dalalet|dalâlet]] ve ehl-i **felsefe**, o gayr-i meş’ur hislere hata ederek, ahmakçasına ‘sevk-i tabiî’ diyorlar. Hâşâ, sevk-i tabiî değil, belki bir nevi [[ilham|ilham]]-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i ilâhî sevk ediyor. Meselâ, kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.”((A.g.e. s. 393.)) * “Arkadaş! Kalb ile ruhun hastalığı nisbetinde **felsefe** [[ilim|ilimlerine]] meyil ve [[muhabbet|muhabbet]] ziyade olur. O [[hastalik|hastalık]] marazı da, ulûm-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek manevî olan hastalıklar, insanları aklî [[ilim|ilimlere]] teşvik ve sevk eder. Ve akliyat ile iştigal eden, emrâz-ı kalbiyeye müptelâ olur.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 61.)) * “[[ilim|İlim]], [[irfan|irfan]], [[fikih|fıkıh]], **felsefe**, sebeplerin ruhunu kavrama, eşyanın perde önü ve perde arkasına ıttıla, [[kainat|kâinat]] kitabı ve dinin özündeki fayda, [[maslahat|maslahat]] ve gayelere vukuf gibi pek çok [[mana|mânâlara]] gelen [[hikmet|hikmet]]; [[hakikat|hakikat]] ulemasınca, daha çok faydalı [[ilim|ilim]] ve salih amel beraberliği şeklinde yorumlanmıştır ki bunlardan biri diğerinin iradî sonucu, beriki de bir kısım yeni mevhibelerin başlangıcı ve mukaddimesidir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 237.)) * “... çoğunluğu itibarıyla, **felsefe** ile iştigal edenler, [[akil|aklı]] çok kullananlar hep yanılıyor. [[akil|Aklı]] [[allah|Allah]] için kurban etmek gerek. Çünkü burhan-ı limmî((Tümdengelim.)), burhan-ı innî((Tümevarım.)) üzerinde yürür. Cenâb-ı Hak baştan burhan-ı innî olarak [[vicdan|vicdanda]] kendini hissettirir. Vicdan, o hakikati kendi enginliği içinde duyduğu an, bütün [[delil|delil]] ve kitapları atar. [[acz|Aczini]], [[fakr|fakrını]] hissettiği an, [[dua|dua]] ile ona dayanır. Hele [[esbab|esbab]] bi’l-külliye sukût ettiğinde insan vicdan kulağıyla kendini dinleyebilirse çok farklı buudlarda çok farklı şeylere şahit olur.”((M. Fethullah Gülen, //Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 171.)) * “Üstad hayattayken Türkiye’de, Auguste Comte gibi düşünürlerin bayraktarlığını yaptığı pozitif düşünce çok hâkimdi. Türk aydını daha bir sürü materyalist, natüralist, rasyonalist feylesofların düşüncelerinin tesirinde idi. Dolayısıyla Üstad’ın **felsefeye** karşı tavrına biraz da bu zaviyeden bakmak lâzım. Çünkü bazı dönemlerde [[islam|İslâm]] **felsefesi** diyebileceğimiz çok mahzurlu olmayan bir kısım düşünce akımları da olmuş, hatta kelâm ilmi bir yönüyle bu akımlardan beslenmiş ve çok defa onlara dayanmıştır. İmam Gazzâlî de felsefeye karşı verdiği mücadeleyi bir yönüyle yine ayrı bir **felsefî** sistem geliştirerek yapmıştır. Buna isterseniz Bergson’un anlayışıyla, aklın akılla yenilmesi, isterseniz bir silah ile öldürücü başka bir silahı bertaraf etme de diyebilirsiniz. * İşte, bu açıdan bakıldığında, Üstad’ın tevakki ettiği ve zararlı gördüğü felsefenin; materyalizme dayalı, bütün güç ve kuvvetini tamamen pozitivizm den alan mücerret akılcılıktan (rasyonalizm ) beslenen bir **felsefe** olduğu görülür ki, böyle bir **felsefî** düşünüş Necip Fazıl’ın benzetmesiyle parmak ucu kadar bir şeker parçası elde edebilmek için bir çuval keçiboynuzu yemek gibi bir şeydir. * Bediüzzaman’ın **felsefeden** tevakki edişinin sebeplerinden biri de, yine kendilerinin ifade ettiği gibi, **felsefî** ve [[akil|aklî]] ilimlerle çok iştigal etmenin kalbin marazını artırması mülâhazasıdır. * Üstad en eski eserlerinden olan //Muhakemat//, //Münazarat// ve //Lemeat//’ta bile hep fünun-u medeniyeyi teşvik etmektedir. Böyle bir insanın, fünun-u müsbetenin (pozitif bilimler) karşısında olması düşünülemez. Onun, karşısında olduğu, [[din|din]] tanımayan **felsefe** ve mücerret akılcılıktır ki, onlarla iştigal ölçüsünde [[insan|insanda]] [[kalb|kalbî]] ve ruhî maraz baş gösterir. Yoksa [[akil|akıl]], [[ilim|ilmin]] sebeplerinden birisidir.”((M. Fethullah Gülen, //Yol Mülahazaları (Prizma-6)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 114–115.)) * “... [[iman|iman]] ve vahyin [[varidat|vâridâtına]] kapalı **felsefenin**, [[kalb|kalb]] ve [[vicdan|vicdana]] sahip [[insan|insanı]] ve hele [[insan|insanın]] bu iki buudunu tatmin etmesi de düşünülemezdi; zira [[insan|insanı]] bu derinlikleriyle tatmin edip ona [[mana|mânâ]] ve mahiyet kazandıran sadece [[din|din]] olmuştur; [[din|din]] olmuştur ama, insanoğlu tarih boyu, bu her iki sisteme de müracaat edegelmiştir. Zaten mücadele de bundan kaynaklanmaktadır. Birinden [[iman|iman]] ve güzel ahlâk doğarken, diğerinden hep küfür ve mesâvî (kötülükler) ortaya çıkmıştır.”((M. Fethullah Gülen, //Enginliğiyle Bizim Dünyamız: İktisadî Mülâhazalar//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 56.)) * “İlâhî [[varidat|vâridâta]] dayanmayan **felsefe**, düşüncenin falsosudur.”((M. Fethullah Gülen, //Ölçü veya Yoldaki Işıklar//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 86.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[silsile-i_felsefe|Silsile-i Felsefe]] ===== Dipnotlar =====