====== Hakka’l-Yakîn ====== * “Bir kısım [[kuran|Kur’ân]] [[ayet|âyetlerinde]] işaret buyrulduğu gibi, yakîn, [[tasavvuf|tasavvuf]] erbâbınca üç bölüm içinde mütalâa edilmiştir: * 1. [[ilmel_yakin|İlme’l-yakîn]] ki; apaçık [[delil|delil]] ve burhanların aydınlık dünyasında, o [[delil|delil]] ve [[burhan|burhanlar]] vesâyetinde hedeflenilen hususlarla alâkalı en sağlam inanç ve en kesin [[izan|iz’ana]] ulaşma hâli, * 2. [[aynel_yakin|Ayne’l-yakîn]] ki; [[kesif|keşif]], müşâhede ve duyup hissetmenin [[ruh|ruha]] kazandırdığı engin ve tarifler üstü mârifete ulaşabilme pâyesi, * 3. **Hakka’l-yakîn** ki; perdesiz, hâilsiz; aynı zamanda kemmiyetsiz, keyfiyetsiz ve tasavvurları aşan sırlı bir maiyyeti ihraz mazhariyeti diye yorumlanmıştır. * Bazıları bu mazhariyeti, kulun, benlik, [[enaniyet|enâniyet]] ve nefis cihetiyle fenâ bulup Zât-ı Hak’la kâim olması şeklinde tefsir etmişlerdir. * Bu üç hususu, avamca şöyle bir misal ile anlatmak da mümkündür: * Bir [[insan|insanın]] ölmeden [[olum|ölümü]] bilmesi [[ilmel_yakin|ilme’l-yakîn]], gözünden perdenin kaldırılıp canını almaya gelen melekleri görmesi ve sekerat öncesi bir kısım metafizik hâdiselere şahit olması [[aynel_yakin|ayne’l-yakîn]], ölümün kendine has keyfiyetini tadıp duyması da **hakka’l-yakîndir**. Buna göre bir insanın, ilmî istidlâl yoluyla herhangi bir mevzuda elde ettiği kesin bilgiye [[ilmel_yakin|ilme’l-yakîn]], gözüyle, kulağıyla ve diğer salim duygularıyla ulaştığı [[marifet|mârifete]] [[aynel_yakin|ayne’l-yakîn]], istidlâl ve müşâhede üstü ve doğrudan doğruya onun [[vicdan|vicdanına]] gelen, [[vicdan|vicdanından]] fışkıran ve bütün zâhir-bâtın duygularının ufkunu saran [[irfan|irfana]] da **hakka’l-yakîn** denir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 174–175.)) * “[[insan|İnsan]], sürekli [[iman|imanda]] derinleşme yolunda olmalıdır. Yani eğer [[ilmel_yakin|ilme’l-yakîn]] ölçüsünde bir imanımız varsa, bunu [[aynel_yakin|ayne’l-yakîne]] çıkarmaya çalışmalıyız. Onunla da yetinmeyerek, **hakka’l-yakîne** ulaşma yollarını araştırmalıyız.”((M. Fethullah Gülen, //Fasıldan Fasıla-2//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 149.)) * “... biz, bilginin, [[ilmel_yakin|ilme’l-yakîn]], [[aynel_yakin|ayne’l-yakîn]] ve **hakka’l-yakîn** kademelerinden geçerken, bu mertebelerden hangi noktaya dokunulursa dokunulsun orada ‘Lâ ilâhe illallah’ sesinin işitileceği bir seviyeye ulaşılmasına mârifet diyoruz.”((M. Fethullah Gülen, //Yaşatma İdeali (Kırık Testi-11)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2012, s. 178.)) * “Cenab-ı Hak, [[fena_fillah|fenâ fillah]], [[beka_billah|bekâ billâh]] ve [[seyr_maallah|maallah’a]] mazhar olamamış, [[ilmel_yakin|ilme’l-yakîn]], [[aynel_yakin|ayne’l-yakîn]] ve **hakka’l-yakîn** mertebelerinden geçerek Zât-ı Baht’a ulaşamamış, bu yolda ciddi bir sermayesi bulunmayan; fakat son derece samimi ve ihlâslı olan, sürekli ‘Allah’ım! [[iman|İman]]-ı kâmil!’ ‘Allah’ım! İslâm-ı etemm!’ ‘Allah’ım! İhlâs-ı tam!’ ‘Allah’ım! Samimiyet!’ diyerek Allah’a (celle celâluhu) teveccüh eden ve tam bir sadakatle o kapının tokmağına dokunan tamir, ıslah ve tecdit yolcularını yalnız bırakmamış; ilâhî koruma, görüp gözetme ve kollamasıyla onları hep muhafaza altına almıştır.”((M. Fethullah Gülen, //Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız (Kırık Testi-14)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2015, s. 190.)) * “... [[insan|insan]] kendini terk edince her şeyde Cenâb-ı Hakk’ın tecellilerini görmeye başlıyor; başlıyor ve ciddi bir [[istigrak|istiğrak]], bir [[heyman|heyman]], bir [[kalak|kalak]] [[hal|hâliyle]] kendinden geçiyor ve o derya içinde eriyip yok oluyor. ‘Sen tecellî eylemezsin, perdede ben var iken / Şart-ı izhâr-ı vücudundur adîm olmak bana...’ (Gavsî) beytinde ifade edildiği gibi, [[insan|insan]] hakiki vücut karşısında kendi vücudunu erittiğinde, **hakka’l-yakîn** ufkuna kapı aralamaya başlıyor. Vâkıa, bu anlamda bir **hakka’l-yakîn** mertebesi [[dunya|dünyada]] [[kemal|kemâl]] ile [[insan|insana]] müyesser olur mu, bilemiyoruz. Bu hususta İmam Rabbânî Hazretleri, Mektubat’ının bir yerinde bunun mümkün olmadığını söylerken, bir başka yerde ise belli ölçüde müyesser olabileceğini ifade eder. Bu iki mütalâayı beraber değerlendirdiğimizde denilebilir ki, **hakka’l-yakînin** gölgesi belki [[dunya|dünyada]] müyesser olabilir ancak asıl [[hakikat|hakikati]] [[ahiret|ahirette]] zuhur edecektir. Zira kudret-i ilâhiyenin, [[hikmet|hikmetinin]] önünde tecellî ettiği yerde, **hakka’l-yakîn** de [[hakikat|hakikatiyle]] zuhur edecek ve [[insan|insan]] kendi ufkuna göre o [[hakikat|hakikati]] bütün buutlarıyla duyup yaşayacaktır.”((M. Fethullah Gülen, //Yolun Kaderi (Kırık Testi-15)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2016, s. 157.)) * “... bazıları, bir insanın nazarî olarak, ateşin yakıcı, pişirici, alev hâlindeyken aydınlatıcı olduğunu bilip ona inanmasını [[ilmel_yakin|ilme’lyakîn]]; sobanın içinde kor kesilmiş ateşe nazar ettiğinde onun hem hararet verici hem de aydınlatıcı olduğunu kendi gözleriyle müşâhede etmesini ise [[aynel_yakin|ayne’l-yakîn]] olarak ifade etmişlerdir. Doğrudan doğruya içerisi ateş dolu sobaya sokulan maşanın âdeta nar gibi kıpkırmızı kesilmesi ve artık ateşten fark edilememesi hâlini ise **hakka’l-yakîne** örnek göstermiş ve akla yaklaştırmaya çalışmışlardır.”((A.g.e. s. 158.)) * “Yakîn’in [[ilmel_yakin|ilme’l-yakîn]], [[aynel_yakin|ayne’l-yakîn]], **hakka’l-yakîn** gibi mertebeleri vardır. Buna göre bir [[insan|insan]] inandığı [[hakikat|hakikatleri]] [[ilim|ilme]] dayandırarak yorumlayamıyorsa, onun hiç yakîni yok demektir. Yani [[insan|insan]], [[allah|Allah]]’a, peygamberlere, kitaplara, haşre ve [[iman|imanın]] sair unsurlarına olan [[iman|imanını]] [[ilim|ilimle]] besleyememiş, onu [[kainat|kâinattan]] alınıp süzülen âfâkî delillere dayayamamış veya enfüsî deliller le irtibatlandıramamış ise, bu insanın hiç ama hiç yakîni yoktur. Dikkatinizi çekerim, yakîn azlığı değil, yakîni yok! Çünkü yakînin başlangıcı [[ilim|ilimdir]]. İnsan için ondan daha aşağı bir mertebe bahis mevzuu değildir. Zira bunun aşağısı behâim in içinde yaşadığı bir hayattır.”((M. Fethullah Gülen, //Prizma-2//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 107.)) * “Gördüm ve hissettim ve **hakka’l-yakîn** [[zevk|zevk]] ettim ki; bekâmın lezzeti ve [[saadet|saâdeti]], aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâkî-i Zülkemâl ’in bekâsına ve benim Rabbim ve İlâhım olduğuna, tasdik ve [[iman|îmânımda]] ve iz’anımda vardır.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 310.)) * “Resûl-i Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselâm) [[mirac|Mirac]]’ı, O’nun [[seyr-u-suluk|seyr u sülûküdür]], O’nun unvan-ı velâyetidir. Ehl-i velâyet nasıl ki [[seyr-u-suluk|seyr u sülûk-u]] ruhanî ile, kırk günden tâ kırk seneye kadar bir terakki ile, derecât-ı imaniyenin **hakka’l-yakîn** derecesine çıkıyor. Öyle de bütün [[evliya|evliyanın]] sultanı olan Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm); değil yalnız [[kalb|kalbi]] ve [[ruh|ruhu]] ile, belki hem cismiyle, hem havâssıyla, hem [[latife|letâifiyle]], kırk seneye mukabil kırk dakikada, velâyetinin [[keramet|keramet]]-i kübrâsı olan [[mirac|Mirac]]’ı ile bir cadde-i kübrâ açarak, hakâik-i imaniyenin en yüksek mertebelerine gitmiş. [[mirac|Miraç]] merdiveniyle [[ars|Arş]]’a çıkmış. [[kab-i_kavseyn|Kâb-ı Kavseyn]] [[makam|makamında]], [[hakikat|hakâik]]-i [[iman|imaniyenin]] en büyüğü olan [[iman|iman]]-ı billâh ve iman-ı bi’l-[[ahiret|âhireti]] aynelyakîn gözüyle müşâhede etmiş. [[cennet|Cennet]]’e girmiş, [[saadet|saadet]]-i ebediyeyi görmüş. O [[mirac|Mirac]]’ın kapısıyla açtığı cadde-i kübrâyı açık bırakmış. Bütün [[evliya|evliya]]-yı ümmeti, [[seyr-u-suluk|seyr u sülük]] ile –derecelerine göre– [[ruh|ruhanî]] ve [[kalb|kalbî]] bir tarzda o [[mirac|Mirac]]’ın gölgesi içinde gidiyorlar.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 348.)) * “Acaba [[kainat|kâinatın]] ehemmiyetli netice-i hilkati ve zeminin halifesi ve zihayatların istidatça en cemiyetli ve yükseği olan nev-i beşerin en müstakîmleri, en sâdık ve musaddak mürşidleri ve [[kemal|kemâlâtta]] reisleri olan mezkûr o dört tâifenin [[icma|icmâ]] ve ittifakla [[iman|iman]] edip haber verdikleri ve kâinatı bütün mevcudatıyla delil gösterip **hakkalyakîn**, [[aynel_yakin|aynelyakîn]], [[ilmel_yakin|ilmelyakîn]] [[itikat|itikat]] ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir [[hakikat|hakikati]] tanımayan ve inkâr eden, hadsiz bir cinâyet ve nihayetsiz bir azaba müstehak olmaz mı?”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 605.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[aynel_yakin|Ayne’l-Yakîn]] * [[ilmel_yakin|İlme’l-Yakîn]] ===== Dipnotlar =====