====== Hayat ====== * “**Hayat**, şu [[kainat|kâinatın]] en ehemmiyetli gayesi... Hem en büyük neticesi... Hem en parlak nuru... Hem en latîf mâyesi... Hem gayet süzülmüş bir hulâsası... Hem en mükemmel meyvesi... Hem en yüksek kemâli... Hem en güzel cemâli... Hem en güzel zîneti... Hem sırr-ı vahdeti... Hem râbıta-yı ittihâdı... Hem kemâlâtının menşei... Hem sanat ve mâhiyetçe en hârika bir zîrûhu... Hem en küçük bir mahlûku bir [[kainat|kâinat]] hükmüne getiren mucizekâr bir hakikati... Hem güyâ [[kainat|kâinatın]] küçük bir zîhayatta yerleşmesine vesîle oluyor gibi; koca [[kainat|kâinatın]] bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zihayatı ekser mevcûdâtla münâsebettar ve küçük bir [[kainat|kâinat]] hükmüne getiren en hârika bir mucize-i kudrettir. Hem en büyük bir küll kadar **hayat** ile küçük bir cüzü büyülten ve bir ferdi dahi küllî gibi bir âlem hükmüne getiren ve rubûbiyet cihetinde [[kainat|kâinatı]] tecezzi ve iştiraki ve inkısamı kabul etmez bir küll ve bir küllî hükmünde gösteren fevkalâde hârika bir sanat-ı ilâhiyedir. Hem [[kainat|kâinatın]] mâhiyetleri içinde Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’un vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine şehâdet eden bürhânların en parlağı, en kat’îsi ve en mükemmeli... Hem masnûât-ı ilâhiye içinde en hafîsi ve en zâhiri, en kıymettar ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en mânidar bir nakş-ı sanat-ı rabbâniyedir. Hem sâir mevcûdâtı kendine hâdim ettiren nazenin, nazdar, nazik bir [[cilve|cilve]]-i rahmet-i rahmâniyedir. Hem şuûnât-ı ilâhiyenin gayet câmi bir aynasıdır. Hem Rahmân, Rezzâk, Rahîm, Kerîm, Hakîm gibi çok esmâ-yı hüsnânın cilvelerini câmi ve [[rizik|rızık]], [[hikmet|hikmet]], inâyet, rahmet gibi çok hakikatleri kendine tâbi eden ve görmek ve işitmek ve hissetmek gibi umum duyguların menşei, madeni bir u’cûbe-i hilkat-i rabbâniyedir. Hem **hayat**, bu [[kainat|kâinatın]] tezgâh-ı âzamında öyle bir istihâle makinesidir ki mütemâdiyen her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor. Ve zerrât kâfilelerine, güyâ **hayatın** yuvası olan cesedi o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, tâlimat yapmak için bir misafirhâne, bir mekteb, bir kışladır. Âdetâ Zât-ı Hayy ve Muhyî, bu makine-i **hayat** vasıtasıyla; bu karanlıklı ve fânî ve süflî olan âlem-i dünyayı latîfleştiriyor, ışıklandırıyor, bir nevi bekâ veriyor, bâkî bir âleme gitmeye hazırlattırıyor. Hem **hayatın** iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri parlaktır, kirsizdir, noksansızdır, ulvîdir. Onun için perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya dest-i kudret-i rabbâniyeden çıktığını aşikâre göstermek için, sâir eşya gibi zâhirî esbâbı **hayattaki** tasarrufât-ı kudrete perde edilmemiş bir müstesnâ mahlûktur. Hem **hayatın** hakikati, altı erkân-ı [[iman|îmâniyeye]] bakıp, mânen ve remzen isbât eder. Yani, hem Vâcibü’l-vücud’un vücub-u vücudunu ve **hayat**-ı sermediyesini, hem dâr-ı [[ahiret|âhireti]] ve **hayat**-ı bâkiyesini, hem vücud-u melâike, hem sâir erkân-ı [[iman|îmâniyeye]] pek kuvvetli bakıp iktizâ eden bir hakikat-i nuraniyedir. Hem **hayat**, bütün [[kainat|kâinattan]] süzülmüş en sâfî bir hulâsası olduğu gibi, [[kainat|kâinattaki]] en mühim bir maksad-ı ilâhî ve hilkat-i âlemin en mühim neticesi olan [[sukur|şükür]] ve ibâdet ve hamd ve [[muhabbet|muhabbeti]] netice veren bir sırr-ı âzamdır.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 408–410.)) * “Madem [[dunya|dünyada]] **hayat** var, elbette insanlardan **hayatın** sırrını anlayanlar ve **hayatını** sû-i istimâl etmeyenler, dâr-ı bekâ da ve cennet-i bâkiyede, **hayat**-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır.”((A.g.e. s. 415.)) * “... nasıl ki **hayat**, bu [[kainat|kâinattan]] süzülmüş bir hulâsadır. Ve [[suur|şuur]] ve [[his|his]] dahi **hayattan** süzülmüş, **hayatın** bir hulâsasıdır. [[akil|Akıl]] dahi [[suur|şuurdan]] ve histen süzülmüş, [[suur|şuurun]] bir hulâsasıdır. Ve [[ruh|rûh]] dahi, **hayatın** hâlis ve sâfî bir cevheri ve sâbit ve müstakil zâtıdır. Öyle de maddî ve mânevî **hayat**-ı Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm) dahi, **hayat** ve [[ruh|rûh]]-u [[kainat|kâinattan]] süzülmüş hulâsatü’l-hulâsıdır. Ve risâlet-i Muhammediye dahi (aleyhissalâtü vesselâm), [[kainat|kâinatın]] [[his|his]] ve [[suur|şuur]] ve [[akil|aklından]] süzülmüş en sâfî hulâsasıdır. Belki maddî ve mânevî **hayat**-ı Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm), âsârının şehâdetiyle **hayat**-ı kâinatın **hayatıdır**. Ve risâlet-i Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm), [[suur|şuur]]-u [[kainat|kâinatın]] [[suur|şuurudur]] ve nurudur. Ve vahy-i [[kuran|Kur’ân]] dahi, **hayattar** hakâikinin şehâdetiyle [[hayat|hayat]]-ı [[kainat|kâinatın]] [[ruh|rûhudur]] ve [[suur|şuur]]-u kâinatın [[akil|aklıdır]].”((A.g.e. s. 417.)) * “... **hayat**-ı ezeliye güneşinin ziyâsı olan bu cilve-i **hayat**, elbette yalnız bu [[alem-i_sehadet|âlem-i şehâdete]] ve bu zaman-ı hâzıra ve bu vücud-u hâricîye münhasır olamaz; belki her bir âlem, kabiliyetine göre o ziyânın [[cilve|cilvesine]] mazhardır. Ve [[kainat|kâinat]] bütün âlemleriyle o [[cilve|cilve]] ile **hayattar** ve ziyâdardır. Yoksa nazar-ı dalâletin gördüğü gibi muvakkat ve zâhirî bir **hayat** altında her bir âlem, büyük ve müthiş birer cenaze ve karanlıklı birer virâne âlem olacaktı.”((A.g.e. s. 418.)) * “... **hayatının** [[saadet|saadet]] içindeki [[kemal|kemâli]] ise: Senin **hayatının** aynasında temessül eden Şems-i Ezelî’nin envârını hissedip sevmektir. [[suur|Zîşuur]] olarak O’na [[sevk|şevk]] göstermektir. O’nun [[muhabbet|muhabbetiyle]] kendinden geçmektir. [[kalb|Kalbin]] göz bebeğinde aks-i nûrunu yerleştirmektir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 137.)) * “Vücudun kemâli, **hayat** iledir. Belki vücûdun hakikî vücûdu, **hayat** iledir. **Hayat**, vücûdun nurudur. [[suur|Şuur]], **hayatın** ziyasıdır. **Hayat**, her şeyin başıdır ve esasıdır. **Hayat**, her şeyi her bir zîhayat olan şey’e mal eder. Bir şey’i, bütün eşyâya mâlik hükmüne geçirir. **Hayat** ile bir şey’-i zîhayat diyebilir ki: ‘Şu bütün eşya, malımdır. Dünya, hânemdir. Kâinat, Mâlik’im tarafından verilmiş bir mülkümdür.’ Nasıl ki ziya ecsamın görülmesine sebeptir ve renklerin –bir kavle göre– sebeb-i vücûdudur. Öyle de **Hayat** dahi, mevcudatın keşşâfıdır. Keyfiyatın tahakkukuna sebeptir. Hem cüz’î bir cüz’îyi, küll ve küllî hükmüne getirir. Ve küllî şeyleri bir cüz’e sığıştırmaya sebeptir. Ve hadsiz eşyayı, iştirak ve ittihat ettirip bir vahdete medâr, bir ruha mazhar yapmak gibi, kemâlât-ı vücûdun umumuna sebeptir. Hattâ **hayat**, [[kesret|kesret]] tabakatında bir çeşit tecelli-i vahdettir ve [[kesret|kesrette]] [[ehadiyet|ehadiyetin]] bir aynasıdır. Bak hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa yetimdir, gariptir, yalnızdır. Münasebeti yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır. Başka kâinatta ne varsa, o dağa nisbeten madumdur. Çünkü; ne **hayatı** var ki, **hayat** ile alâkadar olsun; ne [[suur|şuuru]] var ki taalluk etsin. Şimdi bak küçücük bir cisme, meselâ bal arısına. **Hayat** ona girdiği anda, bütün [[kainat|kâinatla]] öyle münasebet te’sis eder ki, bütün kâinatla, hususan zeminin çiçekleriyle ve nebâtatları ile, öyle bir ticaret akdeder ki, diyebilir: ‘Şu arz, benim bahçemdir, ticarethanemdir.’”((A.g.e. s. 551.)) * “Hiç hatırına gelmesin ki; şu hilkatte cârî olan nâmuslar, kanunlar [[kainat|kâinatın]] hayattar olmasına kâfi gelir. Çünkü; o cereyan eden nâmuslar, şu hükmeden kanunlar, itibarî emirlerdir, vehmî düsturlardır; [[adem|ademî]] sayılır. Onları temsil edecek, onları gösterecek, onların dizginlerini ellerinde tutacak melâike denilen ibâdullah olmazsa o nâmuslara, o kanunlara bir vücûd taayyün edemez, bir [[huviyet|hüviyet]] teşahhus edemez, bir [[hakikat|hakikat]]-i hariciye olamaz. Hâlbuki: ‘**Hayat**, bir [[hakikat|hakikat]]-i hariciyedir. Vehmî bir emr, [[hakikat|hakikat]]-i hariciyeyi yüklenemez.’”((A.g.e. s. 555.)) * “Gerçek **hayat**, gönül seviyesinde sürdürülen **hayattır**. Gönlüyle var olan [[insan|insan]], geçmişi ve geleceği bir vâhidin iki yüzü gibi görerek zamanüstü bir varlık hâline gelir. Böyle bir [[ruh|ruh]], ne geçmişin elemleriyle dâğidâr olur, ne de geleceğin korkularıyla. Gönlünde kendini bulamamışlara gelince, yaşadıkları sığ hayatla, daima bedbinlik ve karamsarlık içindedirler. Böylelerin nazarında mazi korkunç bir mezar, gelecekse dipsiz bir kuyudur; ölseler de azap, kalsalar da...”((M. Fethullah Gülen, //Ölçü veya Yoldaki Işıklar//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 110–111.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[kainat|Kâinat]] * [[olum|Ölüm]] * [[suur|Şuur]] ===== İlave Okuma ===== * M. Fethullah Gülen, [[https://herkul.org/bamteli/adanmis-ruhlarin-hayat-felsefesi/|“Adanmış Ruhların Hayat Felsefesi”]] * M. Fethullah Gülen, [[https://www.herkul.org/bamteli/bamteli-ahiret-yorungeli-hayat/|“Âhiret Yörüngeli Hayat”]] * M. Fethullah Gülen, [[https://www.herkul.org/bamteli/duzenli-bir-hayat-icin-uc-esas/|“Düzenli Bir Hayat İçin Üç Esas”]] * M. Fethullah Gülen, [[http://fgulen.com/tr/eserleri/ruhumuzun-heykelini-dikerken/hayat-felsefemiz|“Hayat Felsefemiz”]] * M. Fethullah Gülen, [[https://www.herkul.org/kirik-testi/hayatin-gayesi/|“Hayatın Gayesi”]] * M. Fethullah Gülen, [[https://www.herkul.org/bamteli/bamteli-ukba-buudlu-hayat/|“Ukbâ Buudlu Hayat”]] ===== Diğer Diller ===== * [[https://hizmetpedia.org/doku.php?id=life|English]] ===== Dipnotlar =====