====== Hüsün ====== * “... **hüsün** ve [[cemal|cemâl]], görmek ve görünmek ister. Görmek ve görünmek ise; müştâk seyirci, mütehayyir [[istihsan|istihsan]] edicilerin vücudunu ister. **Hüsün** ve [[cemal|cemâl]]; ebedî, sermedî olduğundan, müştâkların devâm-ı vücutlarını ister. Çünkü dâimî bir cemâl ise, zâil bir müştâka razı olamaz.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 73.)) * “Ayna-misâl mevcudatın birbiri arkasında zevâl ve fenâlarıyla beraber, arkalarından gelenlerin üstünde ve yüzlerinde aynı **hüsün** ve [[cemal|cemâlin]] cilvesinin bulunması gösterir ki; [[cemal|cemâl]] onların değil... Belki o [[cemal|cemâller]], bir [[husun|hüsn]]-ü münezzeh ve bir [[cemal|cemâl]]-i mukaddesin âyâtı ve emârâtıdır.”((A.g.e. s. 73.)) * “... kâinatı had ve hesaba gelmeyen tezyinât ve mehâsin ve nukûş ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedâhe, mütefekkir [[istihsan|istihsan]] edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister. Evet, **hüsün** elbette bir âşık ister. Taam ise, aç olana verilir.”((A.g.e. s. 187.)) * “... mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: ‘Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.’ Demek emir ile güzellik; nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. **Hüsün** ve kubuh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrür eder. Şu **hüsün** ve kubuh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir.”((A.g.e. s. 293.)) * “... güzel şeylere [[muhabbet|muhabbetin]], madem Sâni’leri hesabınadır. ‘Ne güzel yapılmışlar.’ tarzındadır. O [[muhabbet|muhabbetin]] bir leziz [[tefekkur|tefekkür]] olduğu hâlde, **hüsün**-perest, [[cemal|cemâl]]-perest zevkinin nazarını daha yüksek, daha mukaddes ve binler defa daha güzel [[cemal|cemâl]] mertebelerinin definelerine yol açar, baktırır. Çünkü o güzel âsârdan ef’âl-i ilâhiyenin güzelliğine intikal ettirir. Ondan esmânın güzelliğine, ondan sıfâtın güzelliğine, ondan Zât-ı Zülcelâl’in [[cemal|cemâl]]-i bîmisâline karşı kalbe yol açar. İşte bu [[muhabbet|muhabbet]] bu sûrette olsa, hem lezzetlidir, hem ibadettir ve hem tefekkürdür.”((A.g.e. s. 703.)) * “Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz: Ya [[ask|aşkla]] **hüsündür**, ya hamaset ve şehamet, ya tasvir-i [[hakikat|hakikat]].”((A.g.e. s. 804.)) * “... mevcûdâtta sebeb-i [[muhabbet|muhabbet]] olan **hüsün** ve ihsân ve kemâl, umumiyetle Bâkî-i Hakikî’nin **hüsün** ve ihsân ve kemâlâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i esmâ-yı hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 18.)) * “... Cemîl-i Mutlak olan Zât-ı Kayyûm-u Zülcelâl’in bin bir esmâ-yı hüsnâsından her bir ismin, kâinatın şehâdetiyle ve cilvelerinin delâletiyle ve nakışlarının işaretiyle, her birisinin her bir mertebesinde hakikî bir hüsün, hakikî bir kemâl, hakikî bir [[cemal|cemâl]] ve gayet güzel bir [[hakikat|hakikat]], belki her bir ismin her bir mertebesinde hadsiz envâ-ı **hüsünle** hadsiz hakâik-i cemîle vardır.”((A.g.e. s. 432.)) * “Hararetteki merâtib, bürûdetin tahallülü iledir.. **hüsündeki** derecât, kubhun tedâhulü iledir. Kudret-i ezeliye zâtiyedir, lâzımedir, zaruriyedir; acz tahallül edemez, merâtib olamaz, her şey ona nisbeten müsâvidir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 535.)) * “Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği, işlemesinin güzelliğine.. ve işlemek güzelliği, ustalığın o sanattan gelen unvanının güzelliğine.. ve ustadaki sanatkârlık unvanının güzelliği, o sanatkârın o sanata ait sıfatının güzelliğine.. ve sıfatının güzelliği, kabiliyet ve istidadının güzelliğine.. ve kabiliyetinin güzelliği, zâtının ve [[hakikat|hakikatinin]] güzelliğine derece-i bedâhette gayet kat’î bir surette delâlet ettiği gibi; aynen öyle de bu kâinatın baştan başa bütün güzel mahlûklarında ve yapılışları güzel umum masnûlarındaki **hüsün** ve [[cemal|cemâl]] dahi, Sanatkâr-ı Zülcelâl’deki fiillerinin **hüsün** ve [[cemal|cemâline]] kat’î şehâdet.. ve ef’âlindeki **hüsün** ve [[cemal|cemâl]] ise, o fiillere bakan unvanların, yani isimlerin **hüsün** ve [[cemal|cemâline]] şüphesiz delâlet.. ve isimlerin **hüsün** ve [[cemal|cemâli]] ise, isimlerin menşei olan kudsî sıfatların **hüsün** ve [[cemal|cemâline]] kat’î şehâdet.. ve sıfatların **hüsün** ve [[cemal|cemâli]] ise, sıfatların mebdei olan şuûnât-ı zâtiyenin **hüsün** ve [[cemal|cemâline]] kat’î şehâdet.. ve şuûnât-ı zâtiyenin **hüsün** ve [[cemal|cemâli]] ise, fâil ve müsemmâ ve mevsuf olan zâtının **hüsün** ve [[cemal|cemâline]] ve mahiyetinin kudsî kemâline ve [[hakikat|hakikatinin]] mukaddes güzelliğine bedâhet derecede kat’î bir surette şehâdet eder. Demek, Sâni-i Zülcemâl’in kendi Zât-ı Akdes’ine lâyık öyle hadsiz bir **hüsün** ve [[cemal|cemâli]] var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş.. ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir [[cilve|cilvesi]] kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinâtı **hüsün** ve [[cemal|cemâl]] lem’alarıyla tezyin edip ışıklandırmış.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 68.)) * “... bu kâinatta [[hayir|hayır]]-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürûdet, güzellik-çirkinlik, [[hidayet|hidayet]]-[[dalalet|dalâlet]] birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir [[hikmet|hikmet]] içindir. Çünkü şer olmazsa hayır bilinmez. Elem olmazsa lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile [[husun|hüsnün]] tek bir [[hakikat|hakikati]], bin [[hakikat|hakikat]] ve binler çeşit **hüsün** mertebeleri vücûd bulur. Cehennemsiz cennetin pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen her şey, bir cihette zıddıyla bilinebilir ve birtek [[hakikat|hakikati]], sümbül verip çok [[hakikat|hakikatler]] olur.”((A.g.e. s. 219.)) * “... bu kâinat, nihayetsiz bir **hüsün** ve [[cemal|cemâl]]-i sermedînin aynası ve cilveleri ve kâinattaki bütün [[cemal|cemâl]] ve kemâl ve güzellikler, o sermedî **hüsünden** gelir ve ona intisapla güzelleşir, kıymeti yükselir.”((A.g.e. s. 633.)) * “... bir **hüsün** sahibinin isteği olmasa ve bir ayna bulunmasa ve tarif edici bir şahıs tavassut etmezse, onun hüsnünün görünmesi, gösterilmesi mümkün değildir. Bu da ancak resûller vasıtasıyla olur. Çünkü resûl, ubudiyetiyle Hâlık’ın hüsnüne aynadır; risaleti cihetiyle de halka izhar ve ilân eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 32.)) * “... bir [[cemal|cemâl]] sahibi, daima **hüsün** ve [[cemal|cemâlini]] görmek ve göstermek ister. Bu ise âhiretin vücudunu ister. Çünkü daimî bir [[cemal|cemâl]], zâil ve muvakkat bir müştaka râzı olmaz; onun da devamını ister; bu da âhireti ister.”((A.g.e. s. 33.)) * “... bu güzel, müzeyyen, münevver masnûâtın Sâni’i için mücerred mânevî bir [[cemal|cemâl]] vardır. Ve O’nun, o mahfî **hüsün** ve [[cemal|cemâl]] için pek çok mehâsin ve letâifi vardır ki kısa akıllarımız ile idrak edemeyiz. Ezcümle, o [[cemal|cemâlin]] kesif aynalarından biri sath-ı arzdır. Bu sath-ı arz her asırda, her mevsimde, her vakitte daima tecelli etmekte olan o cilvelerin gölgelerini teşhir, tavsif, ilân ve izhar eder.”((A.g.e. s. 35.)) * “... bâki bir **hüsün**, fâni bir müştaka razı olamaz.”((A.g.e. s. 36.)) * “... kâinatta ne kadar **hüsün** ve [[cemal|cemâl]] ve kemâl varsa, umumundan lâyuhad derecede yüksek tabakada evsaf-ı [[cemal|cemâliye]] ve kemâliye ile Sâni muttasıftır. Evet ihsan, servetin; icad, vücudun; icap vücubun; tahsin hüsnün fer’idir ve delilidir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Muhâkemât//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 99.)) * “O sihirli, o kıvrak ve o içten sözleriyle Molla Câmî, [[dehset|dehşet]] ve hayreti ne güzel anlatır! Fânî ve güzelliği kendinden olmayan dünyevî **hüsün** ve [[cemal|cemâller]], [[insan|insanı]] böyle baştan çıkarırsa, güzellikler ve kemâller, güzellik ve kemâlinin pek çok perdelerden geçmiş gölgesinin gölgesi bulunan bir Zât’ın müşâhede ve mükâşefesiyle hâsıl olan hayret ve [[dehset|dehşetin]] baş döndürücülüğünü kavramak -zannediyorum- bizler gibi fânîlere zor müyesser olur.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 212.)) ===== Dipnotlar =====