====== İ’câz ====== * [[mucize|Mucizevî]] olma durumu. Benzerini getirmede insanın aciz kalması. Taklit edilemezlik. * “Şu //İşârâtü’l-İ’câz// adlı eserden maksadımız, [[kuran|Kur’ân’ın]] nazmına, lafzına ve ibaresine ait **i’câz** işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü **i’câzın** mühim bir vechi, nazmından tecelli eder ve en parlak **i’câz** Kur’ân’ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //İşârâtü’l-İ’câz//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 9.)) * “**İ’câz**, inci gibi incecik letâif-i [[belagat|belâgatın]] parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecelli eden bir nurdur.”((A.g.e. s. 30–31.)) * “... o zamandan beri nûrunu neşreden ve mürûr-u zaman ile ulûm-u müteârife hükmüne geçen ve sâir neyyirât-ı İslâmiye ile parlayan ve [[kuran|Kur’ân]]’ın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile yahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette her bir [[ayet|âyetin]] ne kadar tatlı bir zemzeme-i **i’câz** içinde ne çeşit zulümâtı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok envâ-ı **i’câzı** içinde bu nev-i **i’câzını** zevkedemezsin.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 148.)) * “Temsil, **i’câz-ı** [[kuran|Kur’ân]]’ın en parlak bir aynası(dır).”((A.g.e. s. 207.)) * “Mahzen-i [[mucize|mucizât]] ve [[mucize|mucize]]-i kübrâ-yı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) olan [[kuran|Kur’ân]]-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyân’ın hadsiz vücûh-u **i’câzından** kırka yakın vücûh-u **i’câziyeyi** Arabî risâlelerimde ve Arabî Risâle-i Nur’da ve //İşârâtü’l-İ’câz// nâmındaki tefsirimde ve geçen şu yirmi dört Söz’lerde işaretler etmişiz.”((A.g.e. s. 392.)) * “Bilirsiniz ki; eğer [[dalalet|dalâlet]], cehaletten gelse izâlesi kolaydır. Fakat [[dalalet|dalâlet]], fenden ve [[ilim|ilimden]] gelse izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri, [[irsad|irşad]] ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler, kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak, şu zamanda **i’câz-ı** [[kuran|Kur’ân’ın]] mânevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu dalâlet zındıkasına bir [[tiryak|tiryak]] hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 20.)) * “[[iman|İmansız]] [[islam|İslâmiyet]], sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyet’siz [[iman|iman]] da medar-ı necat olamaz. “Felillâhi’l-hamdü ve’l-minne” [[kuran|Kur’ân’ın]] **i’câz-ı** mânevîsinin [[feyiz|feyziyle]] Risale-i Nur mizanları, [[din|Din-i]] [[islam|İslâm]]’ın ve hakâik-i Kur’âniye’nin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kâbil değil. Hem [[iman|iman]] ve [[islam|İslâm]]’ın delil ve [[burhan|burhanlarını]] o derece kuvvetli göstermişlerdir ki; gayr-i müslim dahi anlasa, herhâlde tasdik edecektir. Gayr-i müslim kaldığı hâlde, [[iman|iman]] eder.”((A.g.e. s. 33.)) * “Eğer denilse: ‘**İ’câz-ı** Kur’ân [[belagat|belâgattadır]]. Hâlbuki umum tabakâtın hakları var ki, **i’câzında** hisseleri bulunsun. Hâlbuki, belâgattaki **i’câzı**, binde ancak bir muhakkik âlim anlayabilir.’ * Elcevap: Kur’ân-ı Hakîm’in her tabakaya karşı bir nevi **i’câzı** vardır ve bir tarzda **i’câzının** vücûdunu ihsas eder. * Meselâ, ehl-i [[belagat|belâgat]] ve fesâhat tabakasına karşı, harikulâde [[belagat|belâgattaki]] **i’câzını** gösterir. * Ve ehl-i şiir ve hitabet tabakasına karşı garip, güzel, yüksek üslûb-u bedîin **i’câzını** gösterir. O üslûp herkesin hoşuna gittiği hâlde, kimse taklit edemiyor. * Mürur-u zaman o üslûbu ihtiyarlatmıyor.. daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki, hem âlî, hem tatlıdır. * Hem kâhinler ve gâipten haber verenler tabakasına karşı, harikulâde ihbarat-ı gaybiyedeki **i’câzını** gösterir. * Ve ehl-i tarih ve hâdisât-ı âlem ulemâsı tabakasına karşı, [[kuran|Kur’ân]]’daki ihbarat ve hâdisât-ı ümem-i sâlife ve ahvâl ve vâkıât-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki **i’câzını** gösterir. * Ve içtimaiyat-ı beşeriye ulemâsı ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, [[kuran|Kur’ân]]’ın desâtir-i kudsiyesindeki **i’câzını** gösterir. Evet, o [[kuran|Kur’ân]]’dan çıkan şeriat-ı kübrâ, o sırr-ı **i’câzı** gösterir. * Hem maârif-i ilâhiye ve hakâik-i kevniyede tevaggul eden tabakaya karşı, [[kuran|Kur’ân]]’daki [[hakikat|hakâik]]-i kudsiye-i ilâhiyedeki **i’câzı** gösterir veya **i’câzın** vücudunu ihsas eder. * Ve ehl-i tarîkat ve velâyete karşı, [[kuran|Kur’ân]] bir deniz gibi daima temevvücde olan âyâtının esrarındaki **i’câzını** gösterir ve hâkezâ.. kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, **i’câzını** gösterir. * Hatta, yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana fehmeden avâm tabakasına karşı, [[kuran|Kur’ân]]’ın okunmasıyla, başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. Ve o âmî der ki: ‘Ya bu [[kuran|Kur’ân]] bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır; bu ise, hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhâldir. Öyle ise, bütün işitilen kitapların fevkindedir. Öyleyse [[mucize|mucizedir]].’”((A.g.e. s. 206–207.)) * “Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vâkıa-yı sâdıkada görüyorum ki Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: ‘Ana, korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir, O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.’ Birden, o hâlette iken baktım ki mühim bir zât bana âmirâne diyor ki: ‘**İ’câz-ı** Kur’ân’ı beyan et!’ Uyandım, anladım ki; bir büyük infilâk olacak.. o infilâk ve inkılâptan sonra [[kuran|Kur’ân]] etrafındaki surlar kırılacak.. doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek.. ve [[kuran|Kur’ân]]’a hücum edilecek.. **i’câzı**, onun çelik bir zırhı olacak.. ve şu **i’câzın** bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak.. ve namzet olduğumu anladım. * Madem **i’câz-ı** [[kuran|Kur’ân]]’ı bir derece beyan, Sözler’le oldu. Elbette, o **i’câzın** hesabına geçen ve onun reşehâtı ve berekâtı nev’inden olan hizmetimizdeki inâyâtı izhar etmek, **i’câza** yardımdır ve izhar etmek gerektir.”((A.g.e. s. 415.)) * “... bir kelâm, ‘Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve niçin?’ denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür etmesi noktasından [[kuran|Kur’ân]]’ın misli olamaz ve ona yetişilemez. Çünkü Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlık’ının hitabı ve konuşması.. ve hiçbir cihette taklidi ve tasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan bir mükâlemesi.. ve bütün insanların belki bütün mahlûkatın nâmına meb’us ve nev-i beşerin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i [[iman|imanı]], koca İslâmiyet’i tereşşuh edip sahibini [[kab-i_kavseyn|Kâb-ı Kavseyn]] makamına çıkararak muhatab-ı samedâniyeye mazhariyetle nüzûl eden.. ve [[saadet|saadet]]-i dareyne dair ve hilkat-i [[kainat|kâinatın]] neticelerine ve ondaki rabbânî maksatlara ait mesâili ve o muhatabın bütün hakâik-i İslâmiye’yi taşıyan en yüksek ve en geniş olan [[iman|imanını]] beyan ve izah eden.. ve koca [[kainat|kâinatın]] bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip, çevirip, onları yapan sanatkârı, tavrıyla ifade ve tâlim eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i **i’câzına** yetişilmez.”((A.g.e. s. 127–128.)) * “[[kuran|Kur’ân]]’ın **i’câzı**, tahrifine bir seddir. Evet madem [[kuran|Kur’ân]] mu’cizedir, beşer onun taklidini yapamaz. [[ayet|Âyetleri]] başka kelâmlar ile tebdil edilmekle tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü müfessir, müellif, mütercim; muharref üslûplarını, kisvelerini âyâtın kisvesiyle iltibas ettiremezler. [[ayet|Âyetlerde]] **i’câz** damgası vardır. O damganın altında olmayan kelâmlar âyet addedilemez. Öyle ise **i’câz**, tahrif ve tağyiri kabul etmez.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 84.)) * “([[kuran|Kur’ân]]-ı Kerim’in) üstündeki sikke-i **i’câz** her ihbarını tasdik eder. Tezkiyeden müstağni kılar. Adeta ihbaratı binefsiha sabit umûrlardandır. Evet şu burhan-ı münevverin altı ciheti de şeffaftır. Üstünde **i’câz**; altında [[mantik|mantık]] ve [[delil|delil]]; sağında aklı istintak; solunda vicdanı istişhad; önünde hedefinde hayır ve saadet; nokta-yı istinadı vahy-i mahzdır. Vehmin ne haddi var ki girebilsin.”((A.g.e. s. 233.)) * “[[kuran|Kitab]]-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın misdakı, **i’câzıdır**. Müfessiri eczasıdır. [[mana|Mânâsı]] içindedir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Muhâkemât//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 14.)) * “Fert psikolojisi, aile psikolojisi, cemiyet psikolojisi, reca psikolojisi, havf psikolojisi.. bütün bunları [[insan|insan]], [[kuran|Kur’ân]]-ı Kerim’de takip, tetkik ve tahkik ederken âdeta kendi [[ruh|ruh]] hâletinin teşrih edildiğini ve [[his|his]] dünyasının anatomisinin nazarına arz edildiğini hisseder gibi olur. Asırları aşarak [[insan|insan]] ledünniyatına, [[insan|insanın]] içine böylesine inme ve onun içinde sinmiş şeyleri deşifre etme, bir bakıma psikanaliz yapar gibi bütün [[suuralti_muktesebati|şuuraltı müzmeratı]] su yüzüne çıkarma meselesi [[kuran|Kur’ân]]-ı Kerim’e has bir keyfiyettir ki, psikologların, pedagogların kitapları bundan yoksun olduğundan, onların aczine; [[kuran|Kur’ân]]’da bulunduğundan dolayı onun da [[mucize|mucize]] olduğuna apaçık delâlet eder. İşte bu hususların hepsini kendi içinde çeşitli kısımlara ayırdığınız zaman vücûh-u **i’câzın** nerede ise kırka ulaştığı görülür.”((M. Fethullah Gülen, //Bir İ’câz Hecelemesi//, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 433.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[belagat|Belâgat]] * [[kuran|Kur’ân]] * [[mucize|Mucize]] ===== Dipnotlar =====