====== İdrak ====== * Bir şeyin keyfiyetini anlama. * “**İdrak**, bir şeyi kemâliyle ihata etmektir.”((Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, //Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü//, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 15.)) * “Fonksiyon itibarıyla [[kuvve-i_akliye|kuvve-i akliye]], belli ölçüde de olsa hakikatleri görüp bilmenin, iyi-kötü her işin neticesini **idrak** etmenin, [[maslahat|maslahat]] ve mefsedetleri birbirinden ayırmanın önemli bir esası; [[kuvve-i_seheviye|kuvve-i şeheviye]], arzu, istek, iştiha, lezzet ve cismânî hazların ana unsuru; [[kuvve-i_gadabiye|kuvve-i gadabiye]] ise, kin, nefret, hınç, hiddet, dargınlık, kızgınlık ve atılganlığın biricik kaynağı kabul edilmiştir.”((M. Fethullah Gülen, //Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 218–219.)) * “Varlığın çehresindeki perdeyi kaldıran; eşyanın ruhunda meknî bulunan sırları gün yüzüne çıkaran; yerle gök arasındaki kopukluğu giderip bir kere daha arzı semalara bağlayan; akılla kalbi en sağlam esaslar çerçevesinde buluşturup muhakemenin ufkunu fizik ötesi enginliklere ulaştıran; canlı-cansız her şeyi en doğru şekilde okuyan; okuduklarını, herkesten çok önce ve en büyük araştırmacıların **idrak** ufkunu aşkın bir seviyede yorumlayıp [[kulli_kaideler|küllî kaidelere]] bağlayan O’dur. (sallallâhu aleyhi ve sellem)”((M. Fethullah Gülen, //Beyan//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 94.)) * “... varlığı bir kitap gibi mütalâa ve [[tefekkur|tefekkür]] ancak, bütün eşya ve eşyaya ait hususiyetlerin [[allah|Allah]] tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmekle beklenen semereyi verir ve bereketli bir vâridât kaynağı hâline gelir ki, bu da her şeyin her hâliyle, [[allah|Allah]] Teâlâ’ya istinadını yakînen **idrak** eden [[marifetullah|mârifetullah]], [[muhabbetullah|muhabbetullah]] ve zikrullah ile [[itminan|itminana]] ulaşmış kalbî ve ruhî hayat kahramanlarının şiarıdır.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 59.)) * “[[insan|İnsan]] duyularıyla elde edilen veya [[allah|Allah’ın]] (celle celâluhu) vahiy ve [[ilham|ilham]] yoluyla bildirdiği bilgi ki zaman zaman onun herhangi bir tezahürünü ifade sadedinde: Gerçeğe, vâkıa uygun bilgi veya bir şeyi olduğu gibi kavrama mânâlarına da hamledilmiştir. Aynı zamanda [[ilim|ilim]], kesin olsun olmasın, tasavvur veya hüküm olarak, mutlak mânâda **idrak** etme, düşünme ve anlama mânâlarına da gelir. Hatta çok defa, **ilim** sözcüğüyle [[marifet|mârifet]] mânâsını kasdettiğimiz de olur.”((A.g.e. s. 232.)) * “... [[ilim|ilim]], küllî ve umumî bir bilme, [[marifet|mârifet]] ise herhangi bir şeyi –bu şeye Zât-ı ulûhiyet de dahildir– vech-i cüz’üyle tanımak demektir. Bu itibarla da, öteden beri Hazreti Zât-ı Vahid ü Ehad’e bilittifak ‘Âlim’ denmiştir ama, ‘ârif’ denmeden hep kaçınılmıştır. Ayrıca, dâniş, [[irfan|irfan]], [[vicdan_kulturu|vicdan kültürü]], hüner ve sanat mânâlarına da gelen mârifet; erbab-ı [[hakikat|hakikatçe]], bir şeyin ‘[[latife-i_rabbaniye|latîfe-i rabbaniye]]’ ile duyulması, bilinen şeyin misal-i ilmîsi, icabında kaybolup sonra da dönüp gelen ve tekerrür ettikçe derinleşen hafıza, [[suur|şuur]], **idrak** mahfuzatı ve bir [[hakikat|hakikati]] diğerlerinden tam tefrik ve temyize yarayan yeterli malumat demektir ki; ef’âl ve sıfatların bilinmesi ve bilinen şeylerin de tafsile açık olmasıyla hulâsa edilebilir.”((A.g.e. s. 329.)) * “... bir taraftan, insanlığın **idrak** ufkunu tabiat-ı beşeriye zulmeti kuşatsa da bir başka zaviyeden her şeyi ve herkesi nur-u [[hakikat|hakikat]] ve ziya-i vahdetin ihata ettiği duyulur ve hissedilir. [[insan|İnsan]], cismanî tabiat atmosferinin üstüne yükselebildiği ve nazarını [[otelesmek|öteleştirdiği]] takdirde, vahdet dünyasının aydınlıklarıyla tanışır; **idrak**, [[ihsas|ihsas]] ve müşâhedelerinde kendini el değmemiş, göz görmemiş sürprizler sağanağı içinde bulur.”((A.g.e. s. 567.)) * “Anlama, **idrak** etme, us mânâlarına gelen [[akil|akıl]]; ıstılah olarak, zâhirî hâsselerle **idrak** edilemeyen şeyleri kavrayıp değerlendirebilen ilâhî bir nurdur. Akla, maddeden mücerret, ama faaliyetlerinde madde ile müşterek ve bitişik hareket eden bir cevher ve ‘ben’ ile işaretlenen ‘nefs-i nâtıka’ diyenler de olmuştur. Ayrıca onun, [[insan|insan]] bedeninde ruha bağlı bir latîfe ve nefs-i nâtıkanın önemli bir buudu olduğunu iddia edenlerin yanında, ona, [[insan|insan]] derununda, belli ölçüde de olsa, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıran ilâhî bir cevher nazarıyla bakanların sayısı da az değildir.”((A.g.e. s. 633.)) * “O’nu tam bildiğimizi, bileceğimizi iddia edemeyiz; edemeyiz de مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ يَا مَعْرُوفُ ‘Ey Mâruf, Seni hakkıyla bilemedik.’((El-Münâvî, //Feyzu’l-Kadîr//, 2/410; El-Âlûsî, //Rûhu’l-Meânî//, 4/79, 17/202.)) sözleriyle nefes alır verir ve اَلْعَجْزُ عَنِ الْإِدْرَاكِ إِدْرَاكٌ ‘O’nu **idrak** edememe **idraktir**.’((El-Gazzâlî, //İhyâu Ulûmi’d-Dîn//, 4/252; Es-Suyûtî, //Şerhu Süneni İbn Mâce//, 1/103.)) mülâhazasına sığınırız. [[allah|Allah]], **idrak** edilemez, zira O, ihata edilemeyecek ölçüde her şeyi muhîttir. Bu itibarla da, O’nun tam ihata edileceğini iddia etmek, muhîtin muhît olduğu aynı anda muhât olabileceğini düşünme demektir ki, bu da açıkça bir tenakuzdur.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 736.)) * “... hiçbir peygamberin dimağına girme ve onu tahlil etme imkânımız olmadığından söylenecek her sözün gözü kör, kulağı sağır, ayağı topal ve kolu da felç demektir. Yani herhangi bir kıymet-i ilmiyesi yoktur. Şu kadar var ki, nasıl peygamberlerin eliyle meydana getirilen harikulâde şeyler, beşer tekâmül ve terakkisinin son sınırını teşkil ediyor, öyle de mantıkîlik adına da aynı şey söz konusu olabilir. Bizim ıstılah olarak ‘[[fetanet|fetanet]]’ dediğimiz bu şey, onlara has derinlikleriyle başkaları tarafından kat’iyen **idrak** edilemez. Zira bu seviye bir son sınırdır ve tamamıyla peygamberlere hastır. Artık o noktaya gelince âdiyât biter; fevkalâdelikler, harikûlâdelikler başlar.”((M. Fethullah Gülen, //Prizma-3//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 82.)) * “... ne [[insan|insan]] ne [[cinler|cin]] ne de diğer mahlukatın gaybe muttali olması kat’iyen mümkün değildir. Zira bu mesele, mahlukatın **idrak** ve anlayışının çok çok fevkindedir. Bir kere, [[insan|insanın]] [[ilim|ilim]] ve **idrak** alanı oldukça sınırlıdır. O, bu sınırlı bilgisiyle [[alem-i_gayb|âlem-i gaybe]] ait hususları kavrayamayacağı gibi, böyle bir konuda tahlil ve terkiplerde de bulunamaz. Tabiî bu konuda, [[allah|Allah’ı]]n insanlar arasından seçerek gaybe muttali kıldıkları müstesnadır.”((M. Fethullah Gülen, //Kur’ân’ın Altın İkliminde//, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 363.)) * “Belli bir sistem içinde kemale ermek ve kemale ulaşmak için çırpınıp duran ferdin, Yüce Yaratıcı’nın Kur’ân-ı Kerim’de tesbit ettiği çerçeveye göre bir yönlendirilmeye tâbi olması çok önemlidir. Böyle bir kimsenin kalbî, ruhî, fikrî, vicdanî bütün gücü, [[allah|Allah’a]] nisbeti içinde, [[insan|insan]], eşya ve kâinat iyi **idrak** edilip iyi yorumlanarak aydınlatılmalıdır ki, aslında yaratılışın gayesi de bu olsa gerek. Biz buna, ‘[[varligin_dili|varlığın diliyle]] ilâhî ahlâkın seslendirilmesi’ diyoruz.”((A.g.e. s. 558.)) * “... [[akil|akıl]] gücünün vasat (itidâl) mertebesi, [[hikmet|hikmet]] tabiriyle ifade edilegelmiştir. Kuvve-i akliyenin ifrat (aşırı) hâline, hakkı [[batil|bâtıl]], bâtılı hak gösterme manasında ‘[[cerbeze|cerbeze]]’; tefrit durumuna, hiçbir şeyi doğru-dürüst anlayamama, en basit şeyleri dahi **idrak** edememe anlamında ‘gabâvet’ ve ‘[[hamakat|hamâkat]]’; mûtedil olanına da, [[esya_ve_hadiseler|eşya ve hadiseleri]] güzelce değerlendirip, lehte ve aleyhte olması muhtemel bulunan şeyleri birbirinden ayırabilme keyfiyetinin unvanı olarak ‘[[hikmet|hikmet]]’ denmektedir.”((M. Fethullah Gülen, //Diriliş Çağrısı (Kırık Testi-6) //, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 274.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[akil|Akıl]] * [[dimag|Dimağ]] * [[dikkat|Dikkat]] * [[fehim|Fehim]] * [[ilim|İlim]] * [[suur|Şuur]] ===== Dipnotlar =====