====== İz’an ====== * Derinden anlayış, [[mana|mânânın]] [[kalb|kalbe]] yerleşmesi. * “[[ilmel_yakin|İlme’l-yakîn]]; apaçık [[delil|delil]] ve [[burhan|burhanların]] aydınlık dünyasında, o [[delil|delil]] ve [[burhan|burhanlar]] vesâyetinde hedeflenilen hususlarla alâkalı en sağlam inanç ve en kesin **iz’ana** ulaşma [[hal|hâl]]i(dir).”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 174.)) * “[[salik|Sâlik]] terakki edip, [[zahir|zâhir]] ve [[batin|bâtınını]], **iz’an** ve [[suur|şuurunu]] [[hakikat|hakikatin]] [[marifet|mârifetiyle]] nurlandıracağı mertebeye yükselince, artık her şeyin kimin elinde olduğunu apaçık müşâhede etmeye başlar; başlar ve günebakan çiçekler gibi varlığını, bekâsını elinde bulunduran o Zât’a yönelir.”((A.g.e. s. 343.)) * “[[latife-i_rabbaniye|Latîfe-i rabbâniyenin]], [[zahir|zâhir]] yönü, [[alem-i_mulk|mülk]] ciheti, fizikî yanı sayılan, bizim sine dediğimiz ‘sadır’ onun, [[batin|bâtınî]] ve [[alem-i_melekut|melekûtî]] derinliklerine, ceberûtî televvünlerine bir mahfaza ve [[mana|mânânın]] maddedeki resmi mahiyetindedir. Bu mahfaza içinde [[kalb|kalb]]; gönül dünyasının dışa bakan ve içi rasat etme konumunda bulunan değişik tecellî dalga boyundaki [[feyiz|feyizlere]] bir ‘beyt-i lâhut”, ‘fuâd’ da diyeceğimiz [[latife-i_rabbaniye|latîfe-i rabbâniye]] ise, bilkuvve (potansiyel olarak) ilâhî isim ve sıfatların mücellâ bir aynası, [[alem-i_ceberut|âlem-i ceberûtun]] –inkişafı ölçüsünde– bir müşahid-i hâssı, [[iman|iman]] nuru ve **iz’an** ziyasının mahall-i tecellîsi, kamer-i [[irfan|irfanın]] matla’ı, [[kesif|keşf]] ü [[ilham|ilhamın]] âhizesi ve ilâhî [[varidat|vâridâtın]] da mahzeni ve nâkilesidir. Böyle bir konum ve misyonu itibarıyla onun ‘şağaf’ dediğimiz derinliği, her zaman iştiyak ateşiyle alev alev yanan, âdeta bir fırın ve ocak gibidir ki, çevresinde sürekli [[ask|aşk]] u vuslat çatırtıları duyulur. ‘Sır’ ise, o ihata edilmez fevkânîliğiyle her zaman [[latife-i_rabbaniye|latîfe-i rabbâniyenin]] omuzlarında, ona dayalı, daire-i ulûhiyete müteveccih lâhûtî bir dürbün veya mücellâ bir aynadır ki, her zaman nüzûl unvanıyla bir kasr-ı tecellî kabul edilegelmiştir; mâsivâ kirlerinden pak olduğu sürece her dem misafiri bulunan bir kasr-ı tecellî.. evet, böyle bir tecellînin vukû ve temadîsi için [[suur|şuur]], idrak ve [[ihsas|ihsas]] ufkunun cismaniyete ait isten-pastan pak olması şarttır.”((A.g.e. s. 621–622.)) * “Bilindiği üzere [[insan|insanın]] bir [[alem-i_mulk|mülk]] bir de [[alem-i_melekut|melekût]] yanı vardır. Yani onun fiziğe ait bir yanı olduğu gibi [[fizik_otesi_alemler|fizik ötesine]] açık bir mahiyeti de vardır. Evet onun, bir taraftan behîmî hisler, şehvetler, gazaplar, kinler, nefretlerden ibaret hayvanî bir yanı, diğer taraftan da **iz’an**, [[irfan|irfan]], [[marifet|mârifet]], [[muhabbet|muhabbet]], kulluk ve [[tevazu|tevazu]] gibi melekî bir cenahı söz konusudur. İşte [[insan|insanın]], potansiyel insanlıktan hakikî [[insan|insan]] olma ufkuna yükselmesi, mahiyetinde bulunan bu meleklik yönünü inkişaf ettirmesiyle mümkün olacaktır.”((M. Fethullah Gülen, //Kalb İbresi, (Kırık Testi-9)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 210.)) * “Tahayyül-ü [[kufur|küfür]], [[kufur|küfür]] olmadığı gibi; tevehhüm-ü [[kufur|küfür]] dahi, küfür değildir. Tasavvur-u [[dalalet|dalâlet]] [[dalalet|dalâlet]] olmadığı gibi; tefekkür-ü [[dalalet|dalâlet]] dahi, [[dalalet|dalâlet]] değildir. Çünkü hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem [[tefekkur|tefekkür]]; tasdik-ı aklîden ve **iz’ân-ı** [[kalb|kalbîden]] ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. [[cuzi_ihtiyar|Cüz-ü ihtiyâriyeyi]] pek dinlemiyorlar. Teklif-i [[din|dinî]] altına çok giremiyorlar. Tasdik ve **iz’an**, öyle değiller. Bir mîzâna tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, [[tefekkur|tefekkür]], nasıl ki tasdik ve **iz’an** değiller. Öyle de şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstakar bir hâle gelse, o vakit hakikî bir nevi şüphe, ondan tevellüd edebilir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 295.)) * “[[dimag|Dimağda]] merâtib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir. * Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra **iz’an** oluyor, sonra gelir iltizam, sonra [[itikat|itikat]] gelir. * **İtikadın** başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet: Salâbet [[itikat|itikattan]], * Taassub iltizamdan, imtisâl **iz’andan**, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda. * Tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir. [[batil|Bâtıl]] şeyleri güzel tasvir etmek, her demde sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli.”((A.g.e. s. 769.)) * “... yazılan Sözler tasavvur değil, tasdiktir.. teslim değil, [[iman|imandır]].. [[marifet|mârifet]] değil, şehâdettir, şuhûddur.. taklit değil, tahkiktir.. iltizam değil, **iz’andır**.. [[tasavvuf|tasavvuf]] değil, [[hakikat|hakikattir]].. dâvâ değil, dâvâ içinde [[burhan|burhandır]].”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 424.)) * “Gördüm ve hissettim ve [[hakkal_yakin|hakkalyakîn]] zevk ettim ki; bekâmın lezzet ve [[saadet|saadeti]], aynen ve daha mükemmel bir tarzda Bâki-i Zülkemâl’in bekâsına.. ve benim Rabb’im ve İlah’ım olduğuna [[iman|imanımda]] ve **iz’anımda** ve îkanımda vardır. Çünkü onun bekâsıyla benim için lâyemût bir hakikat tahakkuk eder. Zira benim mahiyetim; hem bâki, hem sermedî bir ismin gölgesi olur, daha ölmez diye [[suur|şuur]]-u imanî ile takarrur eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 71.)) * “... [[insan|insanın]] bu [[dunya|dünyaya]] gönderilmesinin [[hikmet|hikmeti]] ve gayesi, Hâlık-ı [[kainat|kâinatı]] tanımak ve ona [[iman|iman]] edip [[ibadet|ibadet]] etmektir.. ve o [[insan|insanın]] vazife-i [[fitrat|fıtratı]] ve farîza-yı zimmeti, [[marifetullah|mârifetullah]] ve [[iman|iman]]-ı billâhtır.. ve **iz’an** ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.”((A.g.e. s. 90.)) ===== Dipnotlar =====