====== Latîfe ====== * [[melekler|Melekler]] ve ruhanilere tekabül eden çok ince manevî duygular. * [[insan|İnsana]] ihsan edilen bazı **latifeler**; [[kalb|kalb]], [[ruh|ruh]], [[sir|sır]], [[hafi|hafî]] ve [[ahfa|ahfâdır]]. Çok ince manevî duygular olan **latifelerin**, diğer [[his|hisler]] gibi, kendilerine has [[zevk|zevkleri]], elemleri, beslenme kaynakları ve vazifeleri vardır.((Bkz. Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 343.)) * [[tefekkur|Tefekkür]], [[zikir|zikir]] ve [[ibadet|ibadet]]; **latîfelerin** teneffüs zamanıdır. Hakiki [[saadet|saadet]] ve [[kemal|kemâl]], **latîfelerin** uyanmasıyla gerçekleşir.((Bkz. Marcia K. Hermansen, “Shāh Walī Allāh's Theory of the Subtle Spiritual Centers (Laṭāʾif): A Sufi Model of Personhood and Self-Transformation.” //Journal of Near Eastern Studies//, Vol. 47, No. 1, (Jan., 1988), s. 1–25.)) * **Latîfelerin** sınırsız kapasitesi, ebedi hayata müteveccih olduklarına ve ancak o âlemde tam mânâsıyla mutmain olacaklarına işarettir. Fıtrî vazifelerini yapamayan **latîfeler**, doyumsuzluk ve huzursuzluğa sebep olur.((Bkz. Kerim Balcı, “Agents of Human Spirituality: Dominical Subtle Faculties of Man according to Said Nursi,” //God, Man, and Mortality: The Perspective of Bediüzzaman Said Nursi//, Ed. Hasan Hörgüç, New Jersey: Tughra Books, 2014, s. 171–172.)) * “[[ruh|Ruhun]] bedendeki hâkimiyet noktalarından olan **latîfelerden** [[kalb|kalb]], [[ruh|ruhun]]; [[ruh|ruh]] [[sir|sırrın]], [[sir|sır]] [[hafi|hafînin]]; [[hafi|hafî]] [[ahfa|ahfânın]] zarfı, diğerleri de mazrufu durumundadır. Bunlar sayesinde [[ruh|ruh]] bedenin müstahkem mevkilerini elinde bulundurarak, vücutta hüküm ve saltanatını sağlamaya çalışır.”((Ahmed b. Abdülahad el-Fârûkî es-Serhendî İmam-ı Rabbânî, //El-Mektûbât//, I-III, Demir Kitabevi, İstanbul 1963, I, 246, (Mektup: 260).)) * “Ey şikem-perver nefsim! Acaba her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor; çünkü; ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise: Hâne-i cismimde senin arkadaşların olan [[kalb|kalbimin]] gıdası, ruhumun âb-ı hayâtı ve [[latife-i_rabbaniye|latîfe-i rabbâniyemin]] havâ-yı nesimini cezb ve celbeden [[namaz|namaz]] dahi, seni usandırmamak gerektir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 286.)) * “... [[insan|insanın]] **letâifi** içinde teşhis edemediğim bir-iki **latîfe** var ki, [[cuzi_ihtiyar|ihtiyar]] ve [[irade|iradeyi]] dinlemezler; belki de mesuliyet altına da giremezler. Bazen o **latîfeler** hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: ‘Senin [[istidat|istidâdın]] [[hak|hakka]] ve [[iman|îmâna]] muvâfık değil ki, böyle ihtiyarsız [[batil|bâtıl]] şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şekâvete mahkûm etmiştir.’ O bîçâre adam, yeise düşüp, helâkete gider.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 95.)) * “Sen kendi [[mahiyet|mâhiyetine]] bak ki: Senin **latîfelerin** içinde öyle bir **latîfe** var ki, ebedden ve Ebedî Zât’tan başkasına râzı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün [[dunya|dünyayı]] ona versen, o fıtrî ihtiyâcı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve **latîfelerinin** sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul!”((A.g.e. s. 142.)) * “Hem senin [[mahiyet|mâhiyetine]] öyle mânevî cihâzât ve **latîfeler** vermiş ki; bazıları [[dunya|dünyayı]] yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı hâlde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o **latîfe**, bir saç kadar bir sıkleti, yani [[gaflet|gaflet]] ve [[dalalet|dalâletten]] gelen küçük bir [[hal|hâlete]] dayanamıyor. Hattâ bazen söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma!”((A.g.e. s. 169–170.)) * “... madem insanda bazı **letâif** var ki, teklif altına giremez; o **latîfe**, hâkim olduğu vakit tekâlif-i şer’iyeye muhalefetiyle mesul tutulmaz.. ve madem insanda bazı **letâif** var ki, teklif altına girmediği gibi, [[cuzi_ihtiyar|ihtiyâr]] altına da girmez, hatta [[akil|aklın]] tedbiri altına da girmez; o **latîfe**, [[kalb|kalbi]] ve [[akil|aklı]] dinlemez. Elbette o **latîfe**, bir [[insan|insanda]] hâkim olduğu zaman –fakat o zamana mahsus olarak–o zât, şeriata muhalefette velâyet derecesinden sukut etmez, mazur sayılır. Fakat bir şartla ki, hakâik-i şeriata ve kavâid-i imaniyeye karşı bir inkâr, bir tezyif, bir istihfaf olmasın. Ahkâmı yapmasa da, ahkâmı hak bilmek gerektir. Yoksa o hale mağlup olup –neûzu billâh– o hakâik-i muhkemeye karşı inkâr ve tekzîbi işmam edecek bir vaziyet, alâmet-i sukuttur!” * “Velilerin [[himmet|himmetleri]], imdatları, mânevî fiilleriyle [[feyiz|feyiz]] vermeleri hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdi, Muğîs, Muîn ancak [[allah|Allah]]’tır. Fakat [[insan|insanda]] öyle bir **latîfe**, öyle bir [[hal|hâlet]] vardır ki o **latîfe** lisanıyla her ne suâl edilirse, –velev ki fâsık da olsun– Cenâb-ı Hak o **latîfeye** hürmeten o matlubu yerine getirir. O **latîfe** pek uzaktan bana göründü ise de teşhis edemedim.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 222–223.)) * “[[vicdan|Vicdanın]] anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan [[irade|irade]], zihin, [[his|his]], [[latife-i_rabbaniye|Latife-i Rabbâniye]]: Her birinin bir gayat-ül gayatı var. [[irade|İradenin]] ibadetullahtır. Zihnin [[marifetullah|mârifetullahtır]]. [[his|Hissin]] [[muhabbetullah|muhabbetullahtır]]. **Latifenin** müşahedatullahtır. [[ibadet|İbadet]]-i kâmile dördünü tazammun eder. Şeriat şunların i’tidal ve muvazenetlerini muhafaza ve gayat-ul gâyatına sevkettiği gibi, nefsin [[fitrat|fıtraten]] serbest bırakılmış olan kuva-ı selâsesini ifrat ve tefritten kurtarıp [[hikmet|hikmet]], [[iffet|iffet]], şecaâtı tazammun eden [[adalet|adalet]] noktasına sevk eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Asar-ı Bediyye//, İstanbul: Envar Neşriyat, 2019, s. 41.)) * “**Letâif-i aşere**, İmam Rabbânî [[kalb|kalb]], [[ruh|ruh]], [[sir|sır]], [[hafi|hafî]], [[ahfa|ahfâ]], insanda anâsır-ı erbaanın her bir unsurdan o unsura münasip bir **latîfe-i insaniye** tâbir ederek, [[seyr-u-suluk|seyr-i sülûkta]] her mertebede bir **latîfenin** terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir. * Ben kendimce görüyorum ki [[insan|insanın]] [[mahiyet|mahiyet]]-i câmiasında ve [[istidat|istidad]]-ı hayatiyesinde çok **letâif** var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî dahi, o **letâif-i aşerenin** pencereleri veyahut numuneleri olan havâss-ı hamse-i zâhirî, havâss-ı hamse-i bâtına diye, o **letâif-i aşereyi** başka bir surette [[hikmet|hikmetlerine]] esas tutmuşlar. * Hatta avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın **letâif-i aşeresi**, ehl-i tarikin **letâif-i aşeresiyle** münasebettardır. Mesela [[vicdan|vicdan]], âsab, [[his|his]], [[akil|akıl]], hevâ, [[kuvve-i_seheviye|kuvve-i şeheviye]], [[kuvve-i_gadabiye|kuvve-i gadabiye]] gibi **letâifi**, [[kalb|kalb]], [[ruh|ruh]] ve [[sir|sırra]] ilâve edilse **letâif-i aşereyi** başka bir surette gösterir. Daha bu **letâiften** başka [[saika|sâika]], şâika ve [[hiss-i_kablel-vuku|hiss-i kablelvuku]] gibi çok **letâif** var.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Barla Lâhikası//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 332.)) * “Kendi dışındaki nesneleri duyma ve sezme hâli diyeceğimiz [[his|his]], hiss-i zâhir ve hiss-i bâtın olmak üzere ikiye ayrılır: * 1. Kuvve-i bâsıra (görme duyusu), kuvve-i lâmise (dokunma duyusu), kuvve-i sâmia (işitme duyusu), kuvve-i şâmme (koklama duyusu), kuvve-i zâika (tatma duyusu) gibi zâhirî kuvvelerin yanında, hayaliye, iradiye, musavvire, mutasarrife, müdrike, müfekkire, vâhime, zâkire... gibi bir kısım bâtınî **latîfeler** de vardır ki, bunların hemen hepsi [[vicdan|vicdanın]] diğer rükünleriyle koordinasyon içindedirler ve her **latîfe** kendini alâkadar eden hususlara kendi boyasını çalar, –hayatiyetini devam ettiriyorsa– onları kendi ufkuna yönlendirir ve yaratılış gayelerine göre bir hedefe bağlar.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 630–631.)) * “Anlama, [[idrak|idrak]] etme, us mânâlarına gelen [[akil|akıl]]; ıstılah olarak, zâhirî hâsselerle idrak edilemeyen şeyleri kavrayıp değerlendirebilen ilâhî bir nurdur. [[akil|Akla]], maddeden mücerret, ama faaliyetlerinde madde ile müşterek ve bitişik hareket eden bir cevher ve ‘ben’ ile işaretlenen ‘nefs-i nâtıka’ diyenler de olmuştur. Ayrıca onun, [[insan|insan]] bedeninde [[ruh|ruha]] bağlı bir **latîfe** ve nefs-i nâtıkanın önemli bir buudu olduğunu iddia edenlerin yanında, ona, [[insan|insan]] derununda, belli ölçüde de olsa, [[hak|hakkı]] [[batil|bâtıldan]], iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıran ilâhî bir cevher nazarıyla bakanların sayısı da az değildir.”((A.g.e. s. 633.)) * “[[latife-i_rabbaniye|Latîfe-i Rabbâniye]] olan kalbin kendine has birtakım rükünleri de vardır. [[insan|İnsanın]] içindeki bütün **letâif**, âdeta onun ordusu gibidir. Mesela insanın basarı, bir başka ifadeyle mânevî bakışı, onun nazarıdır; [[kalb|kalb]] onunla bakar. [[akil|Akıl]], [[kalb|kalbin]] ruhu, [[suur|şuur]] ise [[akil|aklı]] gibidir; [[akil|aklı]] gibidir zira [[kalb|kalb]], bilinecekleri, [[suur|şuurla]] bilmektedir.”((M. Fethullah Gülen, //Bir İ’câz Hecelemesi//, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 163.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[ahfa|Ahfa]] * [[hafi|Hafî]] * [[his|His]] * [[hiss-i_kablel-vuku|Hiss-i Kable’l-Vuku]] * [[kalb|Kalb]] * [[latife-i_rabbaniye|Latîfe-i Rabbâniye]] * [[ruh|Ruh]] * [[saika|Sâika]] * [[sir|sır]] * [[shaika|Şâika]] ===== Dipnotlar =====