====== Mahlûk ====== * “... ey [[insan|insan]]! Sen, nebâti cismâniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarıyla; sagîr bir cüz’, hakîr bir cüz’î, fakîr bir **mahlûk**, zayıf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudât-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat [[muhabbet|muhabbet]]-i ilâhiyenin ziyasını tazammun eden [[iman|imanın]] nuruyla münevver olan [[islam|İslâmiyet]]’in terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın.. ve [[cuziyet|cüz’iyetin]] içinde bir [[kulliyet|küllîsin]].. küçüklüğün içinde bir âlemsin.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 350.)) * “Nasıl ki madrub, elbette dâribe delâlet eder. Sanatlı bir eser, sanatkârı îcab eder. Veled, vâlidi iktiza eder. Tahtiyet, fevkıyeti istilzam eder ve hâkezâ... Bütün umûr-u izafiye tabir ettikleri biri birisiz olmayan evsâf-ı nisbiye misillü şu kâinatın cüz’iyatında ve hey’et-i umumiyesinde görünen imkân dahi vücubu gösterir. Ve bütün onlarda görünen infial, bir fiili gösterir. Ve umumunda görünen **mahlûkıyet**, hâlıkıyeti gösterir. Ve umumunda görünen kesret ve terkib, vahdeti istilzam eder. Ve vücub ve fiil ve hâlıkıyet ve vahdet, bilbedâhe ve bizzarûre mümkin, münfail, kesîr, mürekkeb, **mahlûk** olmayan; vâcib ve fâil, vâhid ve hâlık olan mevsuflarını ister. Öyle ise bilbedâhe bütün kâinattaki bütün imkânlar, bütün infialler, bütün **mahlûkıyetler**, bütün kesret ve terkibler bir Zât-ı Vâcibü’l-vücûd, Fa’âlün limâ yürîd, Hâlık-ı külli şey’e, Vâhid-i Ehad’e şehâdet eder.”((A.g.e. s. 737–738.)) * “… sırr-ı ittihâd ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir **mahlûk** olan şu [[insan|insan]], ubûdiyetin azameti cihetiyle Hâlık -ı arz ve semâvât’ın mahbûb bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvanâtın reisi ve hilkat-i [[kainat|kâinatın]] neticesi ve gayesi oluyor.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 158.)) * “... [[cilve|cilve]]-i [[ehadiyet|ehadiyet]] sırrıyla, en küçük bir zîhayat **mahlûk**, [[kainat|kâinatın]] bir misâl-i musağğarası ve küçük bir fihristesi hükmünde olduğundan; o tek zîhayata sahip çıkan, bütün kâinatı kabza-yı tasarruf unda tutan Zât olabilir. Ve bir çekirdek, hilkatçe bir ağaçtan geri olmadığı; ve bir ağaç, küçük bir kâinat hükmünde olduğu, her bir zîhayat dahi, küçük bir kâinat ve küçük bir âlem hükmünde olduğundan; bu sırr-ı [[ehadiyet|ehadiyet]] cilvesi, şirk ve iştiraki muhâl derecesine getiriyor.”((A.g.e. s. 403.)) * “... en ednâ tabaka-yı hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, böyle **mahlûk**, hikmetli ve intizamlı olsa; tabaka-yı hayatın en ulvîsi olan [[hayat|hayat]]-ı insaniyenin başına gelen [[olum|mevt]], elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da [[berzah|âlem-i berzahta]] elbette, bir hayat-ı bâkiye sümbülü verecektir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 4.)) * “... sırr-ı vahdetle şöyle gördüm ki; her bir **mahlûk**, hususan her bir zîhayatın sırr-ı tevhid ile çok büyük neticeleri ve umumî faydaları vardır.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 10.)) * “Sayısız hâtemlerden canlı mahlûkâta vaz’ edilen hayat hâtemine bakınız! Evet canlı bir **mahlûk**, [[camiiyet|câmiiyeti]] itibarıyla, [[kainat|kâinata]] küçük bir misaldir, şecere-i âleme güzel ve tatlı bir meyvedir, kevn ve vücuda bir nüvedir ki Cenâb-ı Hak o nüvede pek çok âlemlerin örneklerini dercetmiştir. Sanki o zîhayat gayet hakîmâne muayyen nizamlar ile bütün vücudlardan sağılmış bir katre veya bir noktadır. Bu itibarla bir zîhayatı halketmek, bütün [[kainat|kâinatı]] yed-i tasarrufuna alan Cenâb-ı Hak’tan mâadâ hiçbir şeye isnad edilemez.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 7.)) * “Sual: Sa’d-ı Teftazânî biri hayvanî, diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra, ‘[[olum|Mevte]] mâruz kalan, yalnız ruh-u hayvanîdir. Ruh-u insanî ise **mahlûk** değildir ve onunla [[allah|Allah]] beyninde nispet ve sebep yoktur. Cesetle kaim olmayıp müstakill-i bizzattır’ demesinin sebebi ve izahı? * Elcevap: Sa’d-ı Teftazanî’nin اَلرُّوحُ اْلاِنْسَانِيَّةُ لَيْسَتْ مَخْلُوقَةً demesi; قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى sırrıyla -beka-yı [[ruh|ruh]] bahsinde beyan edildiği gibi- [[ruh|ruhun]] [[mahiyet|mahiyeti]], zîhayat bir kanun-u emir, zîşuûr bir âyine-i ism-i Hayy, zîcevher bir cilve-i [[hayat|hayat]]-ı sermedî olduğundan mec’uldür. Bu cihetle, **mahlûktur** denilemez. Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerhu’l-Makâsıd’da, bütün muhakkıkîn-i [[islam|İslâmın]] icmâına ve âyât ve ehâdîsin nusûsuna muvafık olarak, ‘O kanun-u emir, vücud-ı hâricî giydirilmiş, sair **mahlûkat** gibi **mahlûk** ve hâdistir’ demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i [[ruh|ruha]] kail olmadığına bütün âsârı şahittir.لَيْسَتْ بَيْنَهَا وَبَيْنَ اللّٰهِ نِسْبَةٌ demesi, hulûl gibi [[batil|bâtıl]] bir mezhebin reddine işarettir. Hayvânâtın [[ruh|ruhları]] dahi bâkîdir; kıyâmette yalnız cesetleri fenâ bulur. [[olum|Mevt]] ise fenâ değil, belki alâkanın kesilmesidir. وَلاَ سَبَبَ demesi, esbâb-ı zahiriyenin tavassutu ve Azrail Aleyhisselâmın kabz-ı ervâh hususundaki münâcâtı bahsinde denildiği gibi, [[ruh|ruhun]] doğrudan doğruya perdesiz, vasıtasız icad edilmesine işarettir. اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا demesi, beka-yı [[ruh|ruh]] ispatında denildiği gibi, ‘Ceset [[ruh|ruha]] dayanır, ayakta kalır. [[ruh|Ruh]] ise bizâtihî kaimdir. Ceset harap olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi göğe uçar’ demektir ve [[batil|bâtıl]] bir mezhebin reddine işarettir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Barla Lâhikası//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 244–245.)) * “... hiçbir mâlul ve **mahlûk** kendi kendine var olamadığı, varlığını devam ettiremediği gibi, dayandığı noktaya aykırılığı ve muhalefeti de söz konusu değildir. Öyle ise bütün [[esya_ve_hadiseler|eşya ve hâdiseler]], dayandıkları sebep ve [[illet|illetlerle]] kâimdirler. Dolayısıyla da her şeyin vücudu itibarîdir. Yani varlığın her parçası, dayandığı [[illet|illet]] ve sebep itibarıyla izafî bir vücuda sahip olsa da, ondan, müstakil bir varlık gibi söz etmek mümkün değildir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 366.)) * “[[kuran|Kur’ân-ı Kerim]], o kelâm-ı ilâhînin, çağ, nebi ve ümmet çizgisinde bir tecellî ve tezahürüdür. Her ümmete o kelâm-ı rabbânînin bir tezahürü olmuştur; bu tecellînin arkasındaki sıfat ezelî olduğu gibi mesaj da ezelîdir ve **mahluk** değildir. Ehl-i Sünnet ulemâsınca bu ezeliyet ‘kelâm-ı nefsî’ itibarıyladır; bizim kıraatlerimizdeki harf ve kelimeleriyle, kitaplardaki yazılarıyla değil. Böylesi kelâma, ‘kelâm-ı lafzî’ denmiş ve **mahluk** sayılmıştır.”((A.g.e. s. 790.)) * “Cenab-ı Hak, nura nispeten bir zulmet veya zulmete nispeten bir nur gibi zıddiyeti olan bir varlık değildir. Bütün varlığın O’nunla münasebeti Hâlık-**mahlûk** (Yaratan ve yaratılan) münasebetinden ibarettir. O yaratır, varlık da yaratılır. Dolayısıyla Allah (celle celâluhu) zıddan da münezzeh ve mukaddestir ve eşten, benzerden de.”((M. Fethullah Gülen, //Bir İ’câz Hecelemesi//, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 365.)) ===== Dipnotlar =====