====== Mânâ ====== * “Bir şey ile kastedilen anlamdır.”((Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, //Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü//, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 215.)) * “Meani (**mânâlar**): Karşılarına lafızlar konulmuş olması bakımından zihnî suretlerdir. [[akil|Akılda]] hâsıl olan suret, lafız ile kastedilmiş olması bakımından ‘**mânâ**’, lafız yoluyla [[akil|akılda]] hâsıl olması bakımından ‘[[mefhum|mefhum]]’ diye adlandırılmıştır.”((A.g.e. s. 215.)) * “Manevî, kendisinde lisanın nasibi olmayan şeydir. O ancak kalb ile bilinen bir **mânâdır**.” ((A.g.e. s. 215.)) * “[[fehim|Fehim]], muhatabın lafzından **mânâ** tasavvur etmedir.”((A.g.e. s. 173.)) * “[[isaret|İşaret]]; [[kesif|keşif]], müşâhede vb. yollarla [[sofi|sûfînin]] kalbine gelen, sözle ifâde edilmesi imkânsız **mânâ** ve [[ilim|ilimdir]].”(([[ http://www.lugatim.com/s/işaret|“İşaret”, Kubbealtı Lugatı]].)) * “[[edebiyat|Edebiyatta]] esas unsur **mânâdır**. Bu itibarla da, söylenen sözlerin kısa, fakat zengin ve dolgun olmaları önemlidir. Bu hususu bazı kimseler, eskilerin beyân ve bedî mevzularında ele aldıkları teşbih, istiâre, kinâye, telmih, cinas, iâde gibi söz ve **mânâ** san’atlarıyla anlatmak istemişlerse de; bence, en derin söz, [[ilham|ilhamla]] coşan heyecanlı ruhlarda, varlığı sarıp sarmalayıp gönlüne yerleştirmesini bilen engin hayallerde, [[dunya|dünya]] ve ukbâyı bir [[hakikat|hakikatin]] iki yüzü gibi bir arada mütalâa etmeye muvaffak olmuş inançlı ve terkipçi [[dimag|dimağlarda]] aranmalıdır.”(M. Fethullah Gülen, //Ölçü veya Yoldaki Işıklar//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 53.)) * “Doğuştan bir **mânâ** ve nüve olarak hemen her ruhun önemli bir yanını teşkil eden [[ask|aşk]], gerçek ton ve rengini hakikî [[ask|aşka]] inkılâp etmekte bulur; bulunca da ebedîlik kazanır ve gider vuslat eşiğinde mücerret bir lezzete inkılâp eder.”((A.g.e s. 66.)) * “Her biri kendi çapında [[sidretul_munteha|Sidretü’l-müntehâ’nın]] birer gölgesi gibi duran bu kutsî mekânlar neye benzerlerse benzesinler, bunların hemen hepsi de bizim ülkemizin özünden-usaresinden, ruhundan-**mânâsından** süzülüp çıkmış gibi bir edaya sahiptirler ve bizim **mânâ** köklerimizle, iç muhtevamızla o kadar uyum içindedirler ki, onlarla ne zaman karşılaşsak, [[his|his]], idrak veya [[suuralti_muktesebati|şuuraltı müktesebatımızdan]] bir kesitle karşılaşmış gibi oluruz.”((M. Fethullah Gülen, //Örnekleri Kendinden Bir Hareket (Çağ ve Nesil-8)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 65.)) * “... bir taraftan yeni çalışmalarla, millî ruh köklerimizi tespit ederek onlara dayanmaya, hatta onları aşmaya uğraşırken, diğer taraftan da, yaşamak için yenilenmek, meyve verebilmek için de her zaman canlı kalmak [[mefkure|mefkûresiyle]], gönüllerimiz, ruh ve **mânâ** köklerimiz de, gözlerimiz, geleceğin art arda ufukları ötesinde, yaşamayı ve inkişaf etmeyi ‘olmazsa olmaz’ ölçüsünde bir düstur kabul ederek, hiç bitmeyen bir açılma [[istiyak|iştiyakıyla]] yaşamalıyız ki, [[hayat|hayatlarımızı]] onların yaşamasına bağladığımız gelecek nesilleri de yaşatabilelim.”((M. Fethullah Gülen, //Beyan//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 41.)) * “[[sofi|Sofîler]], [[alem-i_misal|âlem-i misâl]] alanını biraz daha açarak şu mütalâada bulunurlar: [[alem-i_misal|Âlem-i misâl]], [[dunya|dünya]]-[[ahiret|ahiret]] arası mutavassıt bir mekân, taayyün-ü sânî (ayrı bir yazı konusu), nüfûs-u nâtıka, ervâh-ı kudsiye-i mücerrede (ruhların cisimlerle münasebete geçmeden önceki latîf [[hal|hâl]] ve keyfiyetleri) madde-**mânâ** arası [[berzah|berzah]] âlemi vs.. bu mütalâalara göre [[alem-i_misal|misâl âlemi]], **mânâ** ve [[mahiyet|mahiyetlerin]] belli bir taayyünle yeni bir [[huviyet|hüviyet]] ve yeni bir keyfiyete ulaşmak için geçtikleri [[berzah|berzahî]] bir köprü, fizik ve metafizik dünya arasında sırlı bir koridor, birbirinden farklı iki buud ortasında bulunan hâil ve perde, mücerred [[hakikat|hakikatlerle]] müşahhas varlıkların iltisak noktası, duyulup hissedilmeyenlerle duyulup hissedilenleri birbirinden ayıran ufuk.. ayrıca [[berzah|berzahı]], meânî ve mücerred [[hakikat|hakikatlerin]] urba giyme hazîresi görenler de olmuştur.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 536.)) * “[[kainat|Kâinatın]] içindeki canlı-cansız varlıklar, kanunlar-nizamlar, [[kulli_kaideler|küllî kaideler]], cüz’î disiplinler [[kuran|Kur’ân’da]] birer söz, birer beyan şeklinde yerini alır; [[iman|imana]] dönüşür içimize akar, [[hayret|hayrete]] inkılâp eder, [[dimag|dimağlarımızda]] kaynamaya durur. Hem öyle bir akar ve kaynar ki, insan başka şeylere başvurma ihtiyacını duymayacak hale gelir. Çünkü [[kuran|Kur’ân’ın]] gözlere ve gönüllere sunduğu **mânâ** ve muhteva bitecek gibi değildir.”((M. Fethullah Gülen, //Prizma-4//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 157.)) * “[[insan|İnsan]], ... [[kainat|kâinat]], [[esya_ve_hadiseler|eşya ve hâdiseleri]] okuyabildiği takdirde zamanla, uzak-yakın çevresindeki her şeyin dili çözülüverir; her nesne ona kendi konum ve **mânâsıyla** alâkalı çeşit çeşit kasideler sunmaya başlar; içini döker, Yaradan’a [[isaret|işaretlerde]] bulunur ve arkasındaki engin **mânâlarla** onun ufkuna ışıklar, gönlüne de inşirahlar salar.”((M. Fethullah Gülen, //Sükûtun Çığlıkları (Çağ ve Nesil-9)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 53.)) * “[[kainat|Kâinat]] kitabının, insanın duygularına hitap eden yönleri vardır. Meselâ [[insan|insan]], [[kainat|kâinat]] kitabını tetkik ettiğinde, bu koca ağacın çekirdeğinden köküne, dalına-budağına, çiçeğinden meyvesine kadar ilâhî ‘Kudret’ ve ‘İrade’nin yazdığı o muhteşem kitaptan aldığı **mânâ** usâreleriyle bir arı gibi petekler oluşturacak ve onları kalb ve [[dimag|dimağına]] [[emanet|emanet]] edecektir. Kalb ve [[dimag|dimağ]] ise bu **mânâları** analiz ederek onların verâsında anlatılmak istenenleri kavramaya çalışacaklardır. Ne var ki, herhangi bir [[mursid|mürşid]] olmadığında, onların bu **mânâları** anlayıp kavramada âciz kalmaları da kaçınılmazdı.”((M. Fethullah Gülen, //Kur’ân’ın Altın İkliminde//, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 32.)) * “Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın misdakı, [[icaz|i’câzıdır]]. Müfessiri eczasıdır. **Mânâsı** içindedir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Muhâkemât//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 14.)) * “Asıl **mânâ** odur ki, elfaz onu sımahta boşalttığı gibi, zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezâhîr-i efkârı feyizyâb eden şeydir.”((A.g.e. s. 15.)) * “... her [[hakikat|hakikatten]] daha zâhir ve daha vâzıh tahakkuk etmiş ki, [[kuran|Kur’ân’ın]] **mânâları** hak oldukları gibi, tarz-ı ifade ve suret-i **mânâsı** dahi beliğane ve ulvidir.”((A.g.e. s. 52–53.)) * “Lafız-perestlik nasıl bir hastalıktır; öyle de, suret-perestlik, üslûp-perestlik ve teşbih-perestlik ve hayal-perestlik ve kafiye-perestlik, şimdi filcümle, ileride ifrat ile, tam bir hastalık ve **mânâyı** kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hatta bir nükte-i zarâfet için veya kafiyenin hatırı için çok edip, edepte edepsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır. Evet, lafza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ı **mânâ** istemek şartıyla. Ve suret-i **mânâya** haşmet vermeli, fakat meâlin iznini almak şartıyla. Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsait olmak şartıyla.”((A.g.e. s. 64.)) * “**Maâni-i** beyaniyenin aşılaması ve telkihi ve **mânâların** becayiş ve inkılâpları.. kelimenin **mânâ-yı** hakikîsi, ya garaz veyahut **mânâ-yı** muallâkadan birisini teşerrüb ve içine cezbetmektir. Zira, içine girdiği vakit, sahibü’l-beyt olan [[hakikat|hakikate]] ve esasa dönüyor. Ve asıl lafzın sahibi olan **mânâ** ise, bir suret-i hayatiyeye dönüyor, ona medet verir. Ve müstetbeattan istimdat eder. Bu sırdandır ki, kelime-i vahidenin **maâni-i** müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkihat bundan çıkar. Bu noktadan [[gaflet|gaflet]] eden, büyük bir [[belagat|belâgatı]] kaybeder.”((A.g.e. s. 76.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[alem-i_mana|Âlem-i Mânâ]] * [[mana-yi-harfi|Mânâ-yı Harfî]] * [[mana-yi-ismi|Mânâ-yı İsmî]] * [[mefhum|Mefhum]] * [[ruh_ve_mana_hekimleri|Ruh ve Mânâ Hekimleri]] * [[varligin_mana_buudu|Varlığın Mânâ Buudu]] ===== Dipnotlar =====