====== Mânâ-yı Harfî ====== * Bir mevcudun kendine değil [[allah|Allah’a]] bakan mânâsı. İlahî isim ve sıfatlara atıfta bulunan mânâ. [[iman|İman]] nuru ve [[suur|şuuruyla]] fark edilen mânâ. * “[[mana-yi-ismi|Mânâ-yı ismî]] ve **mânâ-yı harfî** kelimeleri nahiv ilmine ait birer kavramdır. İsim, müstakil bi’l-mânâdır. Yani söylendiği zaman karşı taraftaki [[insan|insan]] onunla ne kastedildiğini anlar. Harf ise kendi kendine anlaşılmaz. Çünkü onun müstakil bir [[mana|mânâsı]] yoktur. Mesela Arapçadaki ‘ba’, ‘min’, ‘ila’ ve ‘fî’ gibi harf-i cerler işitildiğinde, zihinde bir mânâ oluşmaz. Bunlarla ne kastedildiğinin anlaşılması için harf-i cerrin taalluk edeceği başka bir kelimeye ihtiyaç duyulur. İşte Hazreti Pîr, mantığa ait birer kavram olan küll ve cüz tabirlerini, onlara kendine göre farklı mânâlar yükleyerek kullandığı gibi, nahivcilerin ıstılahında yer alan [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismî]] ve **mânâ-yı harfî** kavramlarına da farklı anlamlar yükleyerek onları varlığı yorumlamada anahtar birer kavram olarak kullanmıştır. Buna göre kâinata [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismî]] ile yani bizzat kâinat ve esbâb hesabına bakmayı hatalı bulmuş; bunun yerine kâinata **mânâ-yı harfî** nazarıyla bakarak nimete bakıldığı zaman Mün’im’in, sanata bakıldığı zaman Sâni’in, sebeplere bakıldığı zaman da Müessir-i Hakiki’nin zihne gelmesi gerektiğini ifade etmiştir.”((M. Fethullah Gülen, //Mefkûre Yolculuğu (Kırık Testi-13)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 100–101.)) * “... [[kuran|Kur’ân]]-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinât’ın en âlî bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkan’dır ki: Şu [[kainat|kâinatın]] sayfalarında ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi [[cinler|cin]] ve [[insan|inse]] ders verir. Hem her biri, birer harf-i mânidâr olan mevcudata ‘**mânâ-yı harfî**’ nazarıyla, yâni onlara Sâni’ hesabına bakar; ‘Ne kadar güzel yapılmış, ne kadar güzel bir surette Sâni’inin [[cemal|cemâline]] delâlet ediyor!’ der. Ve bununla [[kainat|kâinatın]] hakikî güzelliğini gösteriyor. * Amma, ilm-i [[hikmet|hikmet]] dedikleri [[felsefe|felsefe]] ise; hurûf-u mevcudatın tezyînâtında ve münâsebatında dalmış ve sersemleşmiş, [[hakikat|hakikatin]] yolunu şaşırmış... Şu kitab-ı kebîrin hurufâtına ‘**mânâ-yı harfî**’ ile, yâni [[allah|Allah]] hesabına bakmak lâzım gelirken; öyle etmeyip ‘[[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismî]]’ ile, yâni; mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. ‘Ne güzel yapılmış’a bedel, ‘Ne güzeldir!’ der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz [[felsefe|felsefe]], hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 139–140.)) * “... her şey nefsinde [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismiyle]] fânidir, mefkuddur, hâdistir, mâdumdur. Fakat **mânâ-yı harfiyle** ve Sâni-i Zülcelâl’in esmâsına aynadarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibarıyla şâhiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuttur.”((A.g.e. s. 520.)) * “... mevcudâtı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip, esmâ-yı hüsnâsının mazhariyet ve aynadarlık vazifesinde istimâl ederek **mânâ-yı harfî** nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup, [[huzur|huzur-u dâimîye]] girmektir. Her şeyde Cenâb-ı Hakk’a bir yol bulmaktır. Elhâsıl: Mevcudâtı; mevcudât hesabına hizmetten azlederek, [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismiyle]] bakmamaktır.”((A.g.e. s. 521.)) * “Bütün sıfât ve şuûnât-ı ilâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrârlı ahvâl ve sıfât ve hissiyât, ‘[[ene|ene]]’de münderiçtir. Demek [[ene|ene]], ayna-misâl ve vâhid-i kıyâsî ve âlet-i inkişâf ve **mânâ-yı harfî** gibi; mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, vücûd-u insaniyetin kalın ipinden [[suur|şuurlu]] bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hüllesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir eliftir ki, o elif’in iki yüzü var. Biri, hayra ve vücûda bakar. O yüz ile yalnız feyze kâbildir. Vereni kabul eder, kendi îcad edemez. O yüzde fâil değil, îcaddan eli kısadır. Bir yüzü de şerre bakar ve [[adem|ademe]] gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sahibidir. Hem onun mahiyeti, harfiyedir; başkasının mânâsını gösterir.”((A.g.e. s. 585.)) * “(Dünyanın) birinci yüzü: Cenâb-ı Hakk’ın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. **Mânâ-yı harfiyle**, onlara aynadarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir. Nefrete değil, aşka lâyıktır.”((A.g.e. s. 681.)) * “Dünyayı ve ondaki mahlûkatı **mânâ-yı harfî** ile sev. [[mana-yi-ismi|Mânâ-yı ismiyle]] sevme. ‘Ne kadar güzel yapılmış.’ de. ‘Ne kadar güzeldir.’ deme. Ve kalbin bâtınına, başka [[muhabbet|muhabbetlerin]] girmesine meydan verme. Çünkü bâtın-ı kalb, ayna-yı Samed’dir ve O’na mahsustur.”((A.g.e. s. 698.)) * “Çok Sözler’de izah ettiğimiz gibi her şey, [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismiyle]] ve kendine bakan vecihte ‘hiç’tir. Kendi zâtında müstakil ve bizâtihî sabit bir vücûdu yok ve yalnız kendi başıyla kâim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakk’a bakan vecihte ise, yani **mânâ-yı harfiyle** olsa ‘hiç’ değil; çünkü onda cilvesi görünen esmâ-yı bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir; çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 61–62.)) * “... umum merâtib-i velâyette mârifetullahtan gelen [[muhabbet|muhabbet]], en mühim mâye ve iksirdir. Fakat [[muhabbet|muhabbetin]] bir vartası var ki; ubûdiyetin sırrı olan niyazdan, mahviyetten naza ve dâvâya atlar, mizansız hareket eder. Mâsivâ-yı ilâhiyeye teveccühü hengâmında, **mânâ-yı harfîden** [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismîye]] geçmesiyle [[tiryak|tiryak]] iken zehir olur. Yani; gayrullahı sevdiği vakit, Cenâb-ı Hak hesabına ve O’nun nâmına, O’nun bir ayna-yı esmâsı olmak cihetiyle rabt-ı kalb etmek lâzımken; bazen o zâtı, o zât hesabına, kendi kemâlât-ı şahsiyesi ve cemâl-i zâtîsi nâmına düşünüp, [[mana-yi-ismi|mânâ-yı ismiyle]] sever. [[allah|Allah’ı]] ve peygamberi düşünmeden yine onları sevebilir. Bu [[muhabbet|muhabbet]], [[muhabbetullah|muhabbetullaha]] vesile değil, perde oluyor. **Mânâ-yı harfî** ile olsa [[muhabbetullah|muhabbetullaha]] vesile olur, belki cilvesidir denilebilir.”((A.g.e. s. 507.)) * “[[zikir|Zikir]]; hem lisan, hem kalb, hem beden ve hem de vicdanın bütün erkânıyla yerine getirilen bir vazife ve bir kulluk borcudur. Cenâb-ı Hakk’ı bütün esmâ-i hüsnâsıyla, bütün sıfât-ı kudsiyesiyle yâd etmek, hamd ü senâyla gürlemek, tesbih u temcîdlerle gerilmek, kitabını okumak, onun rehberliğine sığınmak; kâinat kitâbındaki âyât-ı tekvîniyesini **mânâ-yı harfiyle** mırıldanmak; [[acz|acz]] u [[fakr|fakrı]] duâ ve münâcât lisanıyla ilan etmek... Evet, bunların hepsi, lisana ait birer zikirdir.”((M. Fethullah Gülen, //Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 88.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[mana-yi-ismi|Mânâ-yı İsmî]] ===== İlave Okuma ===== * İtibar Kale, [[https://caglayandergisi.com/2020/04/01/mana-yi-harfi-penceresinden-buberin-diyalog-felsefesi/|“Mânâ-yı Harfî Penceresinden Buber’in Diyalog Felsefesi”]] * Nuh Aydın, [[https://caglayandergisi.com/2021/04/01/dort-anahtar-kelime/|“Dört Anahtar Kelime”]] * Şadi Eren, “Risale-i Nur Penceresinden Kâinata Bir Bakış”, //Yeni Ümit//, sayı: 44, 1999. ===== Diğer Diller ===== * [[https://hizmetpedia.org/doku.php?id=other-indicative-meaning|English]] * [[https://nl.hizmetpedia.org/doku.php?id=ander_indicatieve_betekenis|Nederlands]] ===== Dipnotlar =====