====== Masnû ====== * Sanatla yapılmış. * “Bir Kadîr-i Zülcelâl’in ve bir Hakîm-i Zülkemâl’in kader dairesinde sûretleri ve biçimleri tertib edilen ve kudretin destgâhında vücûdları verilen o hadsiz **masnûat**, o Zât’ın vücub-u vücûduna delâlet ve vahdetine ve kemâl-i kudretine hadsiz lisân ile şehâdet ederler.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 721.)) * “... ehl-i küfür ve [[dalalet|dalâlet]] ise, küfürdeki inkârıyla, mevcûdâtın ille-i gâiyeleri ve sebeb-i bekâları olan o netice-i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecâvüz olduğu gibi, umum **masnûâtın** aynalarında cilveleri tezâhür eden ve **masnûâtın** kıymetlerini, aynadarlık cihetinde âlî eden esmâ-yı ilâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esmâ-yı kudsiye ye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum **masnûâtın** kıymetini tenzil ile, o **masnûâta** karşı bir tahkir-i azîmdir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 105.)) * “[[iman|Îmân]]-ı tahkikînin kuvvetiyle ve [[marifet|mârifet]]-i Sâni’i netice veren **masnûâttaki** [[tefekkur|tefekkür]]-ü [[iman|îmânîden]] gelen lemeât ile bir nevi [[huzur|huzur]] kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in hâzır nâzır olduğunu düşünüp, O’ndan başkasının teveccühünü aramayarak, [[huzur|huzurunda]] başkalarına bakmak, medet aramak o [[huzur|huzurun]] edebine muhâlif olduğunu düşünmek ile o [[riya|riyâdan]] kurtulup [[ihlas|ihlâsı]] kazanır.”((A.g.e. s. 205.)) * “... şu [[kainat|kâinatın]] en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat’ın en sevdiği **masnûu** ve [[kainat|kâinatın]] mevcûdâtıyla en ziyâde alâkadar olan [[insan|insandaki]] şedid, sarsılmaz, dâimî olan [[ask-i_beka|aşk-ı bekâ]] ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedâhe işaret ve delâletiyle bu âlem-i fânîden sonra bir âlem-i bâkî ve bir dâr-ı [[ahiret|âhiret]] ve bir dâr-ı [[saadet|saâdet]] bulunduğunu o derece kat’î bir sûrette isbât ederler ki, [[dunya|dünyanın]] vücudu kadar, bilbedâhe [[ahiret|âhiretin]] vücudunu kabul etmeyi istilzâm ederler.”((A.g.e. s. 279.)) * “([[hayat|Hayat]]) ... **masnûât**-ı ilâhiye içinde en hafîsi ve en zâhiri, en kıymettar ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en mânidar bir nakş-ı sanat-ı rabbâniyedir.”((A.g.e. s. 409.)) * “İşte o zaman, rahmet-i ilâhiye ‘Hakîm’ ismini imdadıma gönderdi; bana da **masnûâtın** büyük gayelerini gösterdi. Yani her bir **masnû**, öyle bir mektub-u rabbânîdir ki umum zîşuur onu mütâlaa eder. * Şu gaye bir sene bana kâfi geldi. Sonra sanattaki harikalar inkişaf etti, o gaye kâfi gelmemeye başladı. Daha çok büyük, diğer bir gaye gösterildi. Yani, her bir **masnûun** en mühim gayeleri Sâni’ine bakar; O’nun kemâlât-ı sanatını ve nukuş-u esmâsını ve murassaât-ı [[hikmet|hikmetini]] ve hedâyâ-yı rahmetini O’nun nazarına arz etmek ve cemâl ve kemâline bir ayna olmaktır, bildim.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 325.)) * “Her bir **masnûun** yüzünde öyle bir sikke vardır ki ancak her şeyi halk eden Hâlık’a mahsustur.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 7.)) * “... [[kainat|kâinattaki]] **masnûât**, tohum gibidir. Âlem ve anâsır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı hâlleriyle ettikleri şehâdete göre, **masnûât** ile âlem-i anâsır, yani tohum ile tarla ve [[muhit|muhit]] ile muhat, (hep) bir Sâni-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek ednâ bir mahlûka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rubûbiyet, âlem ve anâsır kabza-yı tasarrufunda bulunan Zât’a mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanât ve nebâtâtı kabza-yı rubûbiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zât’a mahsustur. İşte hâtem-i tevhid dediğimiz budur.”((A.g.e. s. 12.)) * “... müzeyyen **masnûât**-ı fâniye, fenâ ve [[adem|adem]] için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, manaları, neticeleri alınır; âlem-i bekada, ehl-i beka için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar. Yahut ebedî âlemde Sâni-i Ebedî istediği şekillere sokar. Çünkü o **masnûât**, beka içindir. Onların o zâhirî ölüm ve fenâları; vazifelerinden terhistir, îdam değildir.”((A.g.e. s. 38.)) * “... her bir **masnû**, kendi nefsine birkaç vecihle aynen delâlet eder. Fakat Sâni’ine, hem aynen, hem aklen çok vecihler ile delâletleri vardır. Ve hangi bir **masnûun** vücudu esbaptan istenilirse, bütün esbap toplanıp birbirine yardımları olsa bile, o **masnûun** benzerini yapamazlar.”((A.g.e. s. 83.)) * “Bir şeyin sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve **masnûâtın** adedince sânilerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyle ise sâni, **masnû** içinde olamaz. Mesela matbaa ile teksir edilen bir kitap, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri; kendisinden sümbüllenmez. Kâtip de o kitabet sanatı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyle ise **masnûun** nakışları kendisinden değildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazılıyor.”((A.g.e. s. 110.)) * “... basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve [[basiret|basiretten]] mahrum olan adamın işidir. Maahâza **masnûdaki** kemâlât, tamamen Sâni’deki kemâlden akan bir [[feyiz|feyizdir]].”((A.g.e. s. 170.)) * “... **masnûâttaki** kemâlât, Cenâb-ı Hakk’ın kemâlinden in’ikâs eden bir gölge olduğuna nazaran, **masnûât**, sıfât-ı ilâhiye ile muvâzene hakkına mâlik değildir.”((A.g.e. s. 218.)) * “Mümin olan zât, [[mana-yi-harfi|mâna-yı harfiyle]], yani gayre bir hâdim ve bir âlet sıfatıyla [[kainat|kâinata]] bakıyor. Kâfir ise [[mana-yi-ismi|mâna-yı ismiyle]], yâni müstakil bir ‘ağa’ nazarıyla âleme bakıyor. Bu itibarla her bir **masnûda**, iki cihet vardır. Bir ciheti, kendi zât ve sıfâtından ibarettir. Diğer ciheti, Sâni’a ve [[esmaihusna|esmâ-yı hüsnâdan]] kendisine olan tecelliyâta bakar. * İkinci cihetin dairesi daha geniş ve meâlce daha kâmildir. Zira, bir harf kendi zâtına bir harf miktarı –o da bir vecihle– delâlet eder. Kâtibine çok vecihler ile delâlet eder. Ve kâtibini, bakanlara tarif ve tavsif eder. * Kezalik Kudret-i Ezelî kitabından olan bir **masnû**, kendi nefsine kendi cirmi kadar ve bir vecihle delâlet eder. Amma Nakkaş-ı Ezelî’ye pek çok vücuh ile delâlet eder. Ve kendisine tecelli eden esmâdan uzun bir kasideyi inşâd eder.”((A.g.e. s. 220.)) ===== Dipnotlar =====