====== Muhakeme ====== * “Ey şeytan! Bîtarafâne **muhakeme**, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Hâlbuki hem senin, hem [[insan|insandaki]] senin şâkirtlerinin dediği bîtarafâne **muhakeme** ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü [[kuran|Kur’ân]]’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle **muhakeme** etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. [[batil|Bâtılı]] iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki, [[batil|bâtıla]] tarafgirliktir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 196.)) * “... [[insan|insanda]] [[his|hissiyât]] galip olsa, [[akil|aklın]] **muhakemesini** dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı, ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 97.)) * “Mâlûmdur ki; her yerde ehl-i maarif, [[marifet|mârifet]] ve [[ilim|ilim]] noktasında **muhakeme** eder. Nerede ve kimde [[marifet|mârifet]] ve [[ilim|ilmi]] görse, meslek itibârıyla ona karşı bir dostluk ve bir hürmet besler. Hattâ düşman bir hükûmetin bir profesörü bu memlekete gelse, ehl-i maarif, onun [[ilim|ilim]] ve [[marifet|mârifetine]] [[hurmet|hürmeten]] onu ziyaret ederler ve ona hürmet ederler.”((A.g.e. s. 217.)) * “Ey şeytan! Bîtarafâne **muhakeme**, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Hâlbuki hem senin, hem insandaki senin şâkirtlerinin dediği bîtarafâne **muhakeme** ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü [[kuran|Kur’ân]]’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle **muhakeme** etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki, [[batil|bâtıla]] tarafgirliktir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 352.)) * “Mesâil-i şeriattan bir kısmına ‘taabbüdî’ denilir, [[akil|aklın]] **muhakemesine** bağlı değildir, emrolduğu için yapılır; illeti, emirdir.”((A.g.e. s. 447.)) * “Risale-i Nur, sâir kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. Hususan bu risalede Birinci Mertebe, çok kıymettar bir [[hakikat|hakikat]] olmakla beraber çok ince ve derindir. Hem bu Birinci Mertebe, bana mahsus, gayet ehemmiyetli bir **muhakeme**-i hissî ve gayet [[ruh|ruhlu]] bir muamele-i [[iman|imanî]] ve gayet gizli bir mükâleme-i [[kalb|kalbî]] suretinde mütenevvî ve derin dertlerime [[sifa|şifa]] olarak tebârüz etmiş. Bana tam tevâfuk eden, tam [[his|hissedebilir]]; yoksa tam [[zevk|zevk]] edemez.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 54.)) * “Dördüncü belâ ki; ehl-i zâhiri teşviş eder; imkân-ı vehmîyi, imkân-ı aklî ile iltibas ettikleridir. Hâlbuki, imkân-ı vehmî, esassız olan ırk-ı taklitten tevellüd ile safsatayı tevlid ettiğinden, delilsiz olarak her biri bedîhiyatta bir ‘belki,’ bir ‘ihtimal,’ bir ‘şekke’ yol açar. Bu imkân-ı vehmî, galiben **muhakemesizlikten**, kalbin zaaf-ı âsâbından ve [[akil|aklın]] sinir hastalığından ve mevzu ve mahmulün adem-i tasavvurundan ileri gelir. Hâlbuki, imkân-ı aklî ise, vacip ve mümteni olmayan bir maddede, vücut ve [[adem|ademe]] bir delil-i kat’îye dest-res olmayan bir emirde tereddüt etmektir. Eğer [[delil|delilden]] neşet etmiş ise makbuldür; yoksa muteber değildir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Muhâkemât//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 55.)) * “... artık maddî kılıç kınına girmiştir. Medenîlere galebe ikna iledir.((Bediüzzaman Said Nursî, //Tarihçe-i Hayat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 54.)) Güç ve kuvvet ile insanları bir yere yönlendiremezsiniz. Süper gücünüzle gider bir yeri işgal eder, yakar yıkar, insanları öldürürsünüz; ama bütün dünyanın tepkisini alırsınız. Öte yandan [[akil|akıl]], [[mantik|mantık]], **muhakeme** ile, [[evrensel_insani_degerler|evrensel insanî değerlerle]] girerseniz, gönüllere sultan olursunuz [[allah|Allah’ın]] inayetiyle.”((M. Fethullah Gülen, //Gurbet Ufukları (Kırık Testi-3)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 68.)) * “... [[istigna|istiğna]] sadece maddî ücretlerle alâkalı bir mesele değildir. Cenâb-ı Hakk’ın insana bahşettiği [[akil|akıl]], zekâ, mantık ve **muhakeme** kabiliyeti, sevk ve idaredeki yüksek performans gibi donanımlar da bir [[imtihan|imtihan]] vesilesidir. İşte bu tür mazhariyetler sonucunda elde edilebilecek maddî-mânevî makam ve mansıplar, ad ve unvanlar, nam u nişan, teveccüh ve iltifatlar mevzuunda da insan beklentiye girmemeli ve hep [[istigna|istiğna]] ruhuyla hareket etmelidir. Üstad Hazretleri bir yerde sebeb-i mesuliyet ve hatar olan metbuiyete, tâbiiyetin tercih edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yani varsın, önümüze başkaları geçsin, başkaları imam olsun. Meselâ, mihraba geçtik ve insanlar da arkamızda saf bağladı. Tam o esnada gördük ki, arkamızda imamet vazifesini yapacak birisi var. Hemen geriye çekilmesini bilmeli ve onun imamete geçmesini temin etmeliyiz. Ve yine diyelim ki, yirmi-otuz sene değişik yerlerde [[hak|hak]] ve [[hakikat|hakikate]] [[hizmet|hizmet]] ettik, işin tabiî seyri içerisinde insanların imreneceği, teveccüh göstereceği bir konumu bize [[emanet|emanet]] ettiler. İşte bu noktada her zaman kendimizi diken üstünde duruyor gibi görmeli ve acaba bana ne zaman ‘Gel!’ diyecekler; diyecek de beni bu vebalden kurtaracaklar mülâhazasını taşımalıyız. Evet, çok rahatlıkla, bir dönem önünde yürüdüğümüz insanların arkasına geçebilmeli ve onları takip edebilecek kıvamda olmalıyız.”((M. Fethullah Gülen, //Yaşatma İdeali (Kırık Testi-11)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2012, s. 119.)) * Lügat itibarıyla [[mevhibe|mevhibe]] ve [[varidat|vâridât]] arasında, yukarıda da işaret edildiği gibi açık bir fark bulunmasına rağmen, [[sofi|sofiye]] bunları çok defa aynı anlamda kullanmış ve her ikisiyle de, içe doğan ve [[kalb|kalbe]] gelen [[ilham|ilham]] esintilerini kastetmişlerdir. Gerçi, bazen bu kelimelerle [[insan|insan]] derûnunda beliren sevinç-hüzün, [[insirah|inşirah]]-inkisar ve [[kabz|kabz]] u [[bast|bast]] [[his|hislerinin]] kastedildiği de olmuştur; ama, çoğunluğun görüşü, onların yukarıdaki yorumlar çerçevesinde, teemmülsüz ve [[insan|insan]] [[irade|iradesine]] iktiran etmeyen ilâhî esintiler anlamına geldiği istikametindedir. Evet, [[mevhibe|mevhibe]] de, [[varidat|vâridât]] da, göz ve kulakların tavassutu söz konusu olmadan, Hakk’ın mükerrem kullarının [[kalb|kalbine]] atılan öyle bir ilâhî armağan ve Hak teveccühüdür ki, hiçbir zaman onu [[akil|akıl]], [[mantik|mantık]] ve **muhakeme** ile kavramak mümkün değildir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 675.)) * “Gerçek [[mefkure_insani|mefkûre insanı]], aynı zamanda bir [[hikmet|hikmet]] eridir. O, her şeyi bir taraftan [[akil|aklın]] ihatalı dünyasıyla temâşâ ederken, diğer taraftan da [[kalb|kalbin]] kadirşinas kıstaslarıyla tartar, [[muhasebe|muhasebe]] ve [[murakabe|murâkabe]] kriterlerinden geçirir, **muhakeme** potasında yoğurur, şekillendirir ve her zaman [[akil|aklın]] nuruyla [[kalb|kalbin]] ziyasını atbaşı götürmeye çalışır.”((M. Fethullah Gülen, //Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 120–121.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[akil|Akıl]] * [[mantik|Mantık]] ===== Dipnotlar =====