====== Muhit ====== * İhata eden, kuşatıcı. * “İşte o [[islam|İslâmiyet]] ve şeriat, öyle bir tarzda **muhit** ve mükemmeldir ve öyle bir surette [[kainat|kâinatı]] kendiyle beraber tarif eder ki; onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o [[din|din]], bu güzel [[kainat|kâinatı]] yapan Zâtın, o [[kainat|kâinatı]] kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir. Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife yapar, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme alır. Öyle de, din ve şeriat-i Muhammediyede (a.s.m.) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki, [[kainat|kâinatı]] halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o [[kainat|kâinatı]] güzelce tanzim eden kim ise, şu [[din|dini]] güzelce tanzim eden yine Odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmeli ister.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s, 278.)) * “... cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdud bir cüz’sün. O’nun ihsanıyla cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-i nurânî hükmüne geçtin. Zira [[hayat|hayatı]] sana vermekle, [[cuziyet|cüz’iyetten]] bir nevi [[kulliyet|külliyete]] ve insaniyeti vermekle hakiki [[kulliyet|külliyete]].. ve [[islam|İslâmiyet]]’i vermekle ulvî ve nuranî bir [[kulliyet|külliyete]].. ve [[marifet|marifet]] ve [[muhabbet|muhabbeti]] vermekle [[muhit|muhit]] bir nura seni çıkarmış.”((A.g.e. s. 385.)) * “Acaba; maddeden mücerred ve muallâ, hem kaydın tahdidinden ve kesâfetin zulmetinden münezzeh ve müberrâ, hem şu umum envâr ve şu bütün nuraniyat O’nun Envâr-ı Kudsiye-i Esmâiye’sinin kesîf bir gölgesi ve zılâli, hem umum vücûd ve bütün [[hayat|hayat]] ve [[alem-i_ervah|âlem-i ervâh]] ve âlem-i [[berzah|berzah]] ve [[alem-i_misal|âlem-i misâl]] nîm-şeffaf birer ayna-yı [[cemal|cemâli]], hem sıfâtı [[muhit|muhîta]] ve şuûnatı külliye olan bir tek Zât-ı Akdes’in [[irade|irâde]]-i külliye ve kudret-i [[mutlak|mutlaka]] ve [[ilim|ilm-]]i [[muhit|muhît]] ile zâhir olan tecelli-i sıfâtı ve [[cilve|cilve]]-i ef’âli içindeki teveccüh-i [[ehadiyet|ehadiyetinden]] hangi şey saklanabilir? Hangi iş O’na ağır gelebilir? Hangi yer O’ndan gizlenebilir? Hangi ferd O’ndan uzak kalabilir? Hangi şahıs [[kulliyet|külliyet]] kesbetmeden O’na yanaşabilir? Hiç eşya O’ndan gizlenebilir mi? Hiçbir iş, bir işe mâni olur mu? Hiçbir yer, O’nun huzurundan hâlî kalır mı?”((A.g.e. s. 665–666.)) * “Cenâb-ı Hak öyle bir Kadîr-i [[mutlak|Mutlak]]’tır ki; [[adem|adem]] ve vücûd, kudretine ve [[irade|iradesine]] nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir. Hem [[adem|adem]]-i [[mutlak|mutlak]] zâten yoktur, çünkü bir [[ilim|ilm]]-i **muhit** var. Hem daire-i ilm-i ilâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i [[ilim|ilim]] içinde bulunan [[adem|adem]] ise, [[adem|adem]]-i haricîdir ve vücûd-u ilmîye perde olmuş bir unvandır. Hatta bu mevcudât-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik ‘[[ayan-i_sabite|a’yân-ı sâbite]]’ tâbir etmişler. Öyle ise fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücûd-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar vücûd-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücûd-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 61.)) * “... [[kainat|kâinattaki]] [[masnu|masnûât]], tohum gibidir. Âlem ve anâsır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı hâlleriyle ettikleri şehâdete göre, [[masnu|masnûât]] ile âlem-i anâsır, yani tohum ile tarla ve **muhit** ile muhat, (hep) bir Sâni-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek ednâ bir mahlûka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rubûbiyet, âlem ve anâsır kabza-yı tasarrufunda bulunan Zât’a mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanât ve nebâtâtı kabza-yı rubûbiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zât’a mahsustur. İşte hâtem-i tevhid dediğimiz budur.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mesnevî-i Nûriye//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 12.)) * “Küre-i hava diyor ki: Bu hadis, benden veya bana nezarete memur melekten haber veriyor. Çünkü [[insan|insandaki]] bütün konuşmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufatıyla ve söyleyenlerin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki: Küllî bir [[suur|şuurla]] yapılan bu iş, yalnız tek bir zerrenin vazifesi.. ne bana –yani küre-i havaya– ve ne de bütün esbaba vermesi hiçbir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hâzır, nâzır [[ehadiyet|ehadiyet]] cilvesiyle ve içinde ihatalı bir [[irade|irade]], **muhit** bir [[ilim|ilim]] bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerinden birisi radyodur.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Emirdağ Lâhikası//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 114.)) * [[kuran|Kur’ân]], çok defa, [[kainat|kâinat]] ve hâdiseleri nazara verdiği aynı anda, görülüp hissedilebilen, okunup anlaşılacak olan cüz’iyyât dairesindeki bir [[sefkat|şefkat]], bir merhamet, bir nizam ve bir âhengi hatırlatarak, ihata edilmezler üzerine kavranılabilirlik merceğini koyup her şeyi doğru okumamızı sağlar ve bizi **muhit** olanın ihata edilmezliği karşısında hayrette bırakmaz.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 538.)) * * “... [[kesret|kesret]], üzerinde **muhit** bir [[ilim|ilim]], kâhir bir kudret ve hâkim bir [[irade|iradenin]] mührü, sikkesi, tuğrası bulunan bütün bir varlık ve hâdiseler mânâsına geldiği gibi, hak yolcusunun, kendi [[iman|iman]] ve [[marifet|mârifet]] ufkuna göre tekvînî emirleri doğru okuyup doğru değerlendirerek, her biri O’nun [[cemal|cemal]] ve [[kemal|kemaline]] birer mücellâ ayna olan topyekün eşya ve onların kasda, iradeye bağlı hususî hâllerinin çehrelerinde Hazreti Mütecellî’nin okunduğu/okunacağı bütün bir [[kainat|kâinat]] kitabıdır.”((A.g.e. s. 563–564.)) * “Bir mübtedinin, [[akil|aklından]] dolayı Mutezile’ye kayması nasıl tabiî ise, bir müntehinin de eşyanın hakikî yüzüne vâkıf olmasından dolayı cebr-i mutavassıt olması aynı ölçüde tabiî ve fıtrîdir. Ama cebr-i mutavassıt veya Mutezile’yi değil, İmam Mâturidî’nin orta yolunu esas almak gerekir. Evet, [[allah|Allah]] [[kader|kader]] planında geleceği belirlerken, o **muhit** [[ilim|ilmiyle]] her şeyi sizin beden ve [[ruh|ruh]] kalıbınıza göre biçip diker. Sizin [[irade|iradenizle]] birlikte meşîet-i ilâhiye böylece taalluk eder. [[ayan-i_sabite|Âyân-ı sâbiteye]] hiçbir kimsenin ufku ulaşamaz. Oraya, yani o ilm-i ilâhîyi müşâhedeye, ancak Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm ulaşabilir.”((M. Fethullah Gülen, //Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 65.)) ===== Dipnotlar =====