====== Reşha ====== * Sızıntı.(([[hizmet|Hizmet]] Hareketi’nin 1979–2016 yılları arasında neşrettiği aylık //Sızıntı// dergisinin ismi, **reşha** kelimesinden mülhemdir.)) Kendini göstermeyip kendinde aksedene en parlak şekilde ayna olan. * “... şu her şeyi doğrudan doğruya Cenâb-ı Hak’tan bilir, esbâbı bir perde telâkki eder fakir adam, o da ‘**Reşha**’ olsun. Öyle bir ‘**Reşha**’ ki; kendi zâtında fakirdir. Hiçbir şeyi yok ki; ona dayanıp ‘[[zuhre|Zühre]]’ gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki; onunla görünsün. Başka şeyleri de tanımıyor ki, ona teveccüh etsin. Hâlis bir safveti var ki; doğrudan doğruya güneşin timsâlini göz bebeğinde saklıyor.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 360.)) * “İşte **Reşha**-misâl üçüncü arkadaşınız ki, hem fâkirdir, hem renksizdir. Güneş’in hararetiyle çabuk tebahhur eder, [[enaniyet|enâniyetini]] bırakır, buhara biner, havaya çıkar. İçindeki madde-i kesife; nâr-ı aşk ile ateş alır, ziyâ ile nura döner. O ziyânın [[cilve|cilvelerinden]] gelen bir şuaa yapışır, yanaşır. Ey **Reşha**-misâl! Madem doğrudan doğruya güneşe aynadarlık ediyorsun, sen hangi mertebede bulunsan bulun, ayn-ı şemse karşı aynelyakîn bir tarzda, sâfi bakılacak bir delik, bir pencere bulursun. Hem o şemsin âsâr-ı acîbesini ona vermekte müşkülat çekmeyeceksin. Ona lâyık haşmetli evsafını tereddütsüz verebilirsin. Saltanat-ı zâtiyesinin dehşetli âsârını ona vermekte, hiçbir şey senin elinden tutup ondan vazgeçiremez. Seni ne [[berzah|berzahların]] darlığı, ne kabiliyetlerin kaydı, ne aynaların küçüklüğü seni şaşırtmaz; hilâf-ı [[hakikat|hakikate]] sevk etmez. Çünkü sen, sâfi, hâlis, doğrudan doğruya ona baktığın için anlamışsın ki, mazharlarda görünen ve aynalarda müşâhede olunan güneş değil, belki bir nevi [[cilve|cilveleridir]], bir çeşit renkli akisleridir. Çendan o akisler onun unvanlarıdır. Fakat bütün âsâr-ı haşmetini gösteremiyorlar.”((A.g.e. s. 361.)) * “... her bir [[insan|insan]], o Hâlık-ı Zülcelâl’e karşı hadsiz bir [[muhabbet|muhabbete]] müstaid olduğu gibi, o Hâlık dahi herkesten ziyâde [[cemal|cemâl]] ve [[kemal|kemâl]] ve [[ihsan|ihsânına]] karşı hadsiz bir mahbûbiyete müstehaktır. Hattâ insan-ı müminde, [[hayat|hayatına]] ve bekâsına ve vücuduna ve dünyasına ve nefsine ve mevcûdâta karşı türlü türlü [[muhabbet|muhabbetleri]] ve şedid alâkaları, o [[istidat|istidâd]]-ı [[muhabbet|muhabbet]]-i ilâhiyenin tereşşuhâtıdır. Hattâ insanın mütenevvi hissiyât-ı şedîdesi, o [[istidat|istidâd]]-ı [[muhabbet|muhabbetin]] istihâleleridir ve başka şekillere girmiş **reşhalarıdır**.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 74.)) * “... mesela, sizde [[kemal|kemâl]] mertebede manevî derinliğe götürecek bir [[his|his]] kabiliyeti var. Ancak bunu pratik ile takviye etmeniz lâzım ki bir işe yarasın. Evet, sizi uzun boylu kapıda tutmadan postta ya da sedirde oturtmazlar. Kaldı ki, sedir de istidadınıza göre olur. Evet, [[katre|katre]] iseniz [[katre|katre]], **reşha** iseniz **reşha**, [[zuhre|zühre]] iseniz [[zuhre|zühre]] [[makam|makamına]] oturtulursunuz. Yani tamamen kalbî de olsa hissiyatlar pratik ve tecrübe ile bütünleşmelidir. Bu da [[iman|iman]] ve [[islam|İslâm’a]] [[hizmet|hizmet]] ve bunların pratiğe dökülmesiyle mümkün olur.”((M. Fethullah Gülen, //Fasıldan Fasıla-1//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 195–196.)) * “Bir de ilmî [[keramet|keramet]] vardır ki, o da, bilginin bilinmesi, değerlendirilmesi, değerlendirilip yararlı olması adına Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği [[keramet|keramettir]]. İmam Gazzâlî, İmam Rabbânî, Mevlâna Halid, Şah Veliyyullah Dehlevî, Bediüzzaman gibi âlimler bu [[keramet|keramete]] mazhardırlar. [[allah|Allah]] onlara öyle bir [[keramet|keramet]]-i [[ilim|ilmiye]] nasip etmiştir ki, ilkler diye ifadelendirdiğimiz Hz. Ebû Bekir’ler, Ömer’ler, Osman’lar, Ali’lerin hakikî varisleri sayılırlar. Evet, aynen onlar gibi olamazlar; çünkü onların durumları özeldir. Hususî bir rahle-i tedristen ders almış ve vahyin nüzulüne bizzat şahit olmuşlardır. Onların o saf ve temiz ruhları, başka akımların tesirinde kalmadığı için, Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) arızasız temsil etmeleri, onlarda bir [[keramet|keramet]] şeklinde tecelli etmiştir. Onların kafası natüralizm, sosyalizm, liberalizm, kapitalizm... gibi hiçbir felsefî cereyanla malul olmamıştır. Ve dolayısıyla [[dimag|dimağları]] âdeta bir **reşha** gibidir. İçlerine akan [[hakikat|hakikatler]], kendi hususiyetlerini korur ve olduğu gibi onlarda tecelli edebilir ve etmiştir de. Onun için biz buna [[keramet|keramet]]-i [[ilim|ilmiye]] diyoruz ki bu da bütün [[keramet|kerametlerin]] en büyük olanıdır.”((M. Fethullah Gülen, //Fasıldan Fasıla-4//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 55.)) * “... kimi bütün mülâhazalarını اَلْفَقْرُ فَخْرِي((İbn Hacer, Telhîsu’l-habîr 3/109; es-Sehâvî, el-Makâsıdü’l-hasene 1/408, 762.)) [[hakikat|hakikatine]] bağlayarak birer **reşha** [[mahiyet|mahiyetine]] bürünüp onu gözbebeğinde duymaya çalışmak suretiyle maiyyet rüyalarıyla oturup kalkmış…”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 820.)) * “[[insan|İnsanın]] terakki adına vird-i zeban ettiği esmânın, yine onun, [[mahiyet|mahiyet]], kabiliyet ve gerçek kimliği ve Allah tarafından onun mahiyetine konan renklerle çok alâkası vardır. Meselâ ben ne kadar çok istesem de bir başkasının seviyesini yakalamam mümkün değildir. Çünkü o, doğrudan doğruya duru ve berzahsız esmâ-i ilâhiye, sıfât-ı ilâhiye ve şe’n-i Rubûbiyet’e açık bir insandır ve âdeta peyke binmiş gibi [[allah|Allah’a]] yükselir. Bu [[hakikat|hakikat]], Yirmi Dördüncü Söz’deki Zühre, [[katre|Katre]], **Reşha** meselelerinde ifade edilmiştir. Zühre yırtılsa, dökülse ve parçalansa da güneşle olan münasebetini değiştiremez. Çünkü güneş, onun renklerinde istihale ederek kendisini ona hissettirir. Yine [[katre|katre]], ne yaparsa yapsın bir **reşhanın** güneşle münasebetini yakalayamaz. Çünkü o bir cisimdir ve onu, ancak gözbebeğinin içine alabilir.”((M. Fethullah Gülen, //Prizma-3//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 213–177.)) * “... nübüvvet, iç donanım adına her rüknü kendi varoluş gayesine yönelmiş –buna tam inkişaf etmiş de diyebiliriz– vicdanın yanında selim [[fitrat|fıtrat]], müstakim tabiat, [[mahiyet|mahiyet]] itibarıyla da onu arızasız aksettirmeye müsait **reşha** gibi ruhlara ilâhî bir atıyye, bir [[mevhibe|mevhibe]], nebi de, bu mukaddes [[mevhibe|mevhibe]] ve atıyyenin özel temsilcisidir.”((M. Fethullah Gülen, //Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2)//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 134.)) * “Nebilerin [[fitrat|fıtratları]] sâfi, ruhları ulvî, [[irade|iradeleri]] sağlam ve gönülleri de pırıl pırıldır. [[allah|Allah’tan]] (celle celâluhu) gelen tecelliler onlarda, geldiği keyfiyet üzere tebellür eder ve kendi buudlarıyla görülür ve sezilir. Onlar güneş şualarını aksettiren ve aynen yansıtan bir sızıntı, bir **reşha** gibidirler; onların gönüllerinde ışık kırılması veya renk istihalesi olmaz!”((M. Fethullah Gülen, //Sonsuz Nur//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 361.)) * [[katre|Katre]] * [[zuhre|Zühre]] ===== Dipnotlar =====