====== Tiryak ====== * Panzehir, antidot. * “Müminin ... mânevî yaralarına **tiryak** ve merhem, [[sunnet|sünnet]]-i seniyyedir.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 96.)) * “Günahlar, [[hayat|hayat]]-ı ebediyede dâimî [[hastalik|hastalıklardır]]. Bu [[hayat|hayat]]-ı dünyevîde dahi [[kalb|kalb]], [[vicdan|vicdan]], [[ruh|rûh]] için mânevî hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekvâ etmezsen, şu muvakkat bir hastalık ile dâimî pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahud [[ahiret|âhireti]] bilmiyorsan veya [[allah|Allah’ı]] tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir [[hastalik|hastalık]] var ki; milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryad et. Çünkü bütün dünyanın mevcûdâtıyla kalbin, rûhun ve nefsin alâkadardır. Mütemâdiyen firâk ve zevâl ile o alâkalar kesilip, sende hadsiz yaralar açılır. Bâhusus [[ahiret|âhireti]] bilmediğin için, [[olum|ölümü]] idam-ı ebedî tahayyül ettiğinden –âdetâ– güyâ yara bere içinde, [[dunya|dünya]] kadar hastalıklı bir vücudun var. İşte en evvel hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük mânevî vücudun hadsiz hastalıklarına kat’î ilâç ve kat’î şifâ verici bir **tiryak** olan [[iman|îmân]] ilâcını aramak ve [[itikat|itikadını]] düzeltmek gerektir ki o ilâcı bulmakta en kısa yol, bu maddî hastalığın yırttığı [[gaflet|gaflet]] perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudretini ve rahmetini tanımaktır. Evet [[allah|Allah’ı]] tanımayanın [[dunya|dünya]] dolusu belâ başında vardır. [[allah|Allah’ı]] tanıyanın [[dunya|dünyası]] nurla ve mânevî sürurla doludur. Derecesine göre [[iman|îmân]] kuvvetiyle hisseder. Bu [[iman|îmândan]] gelen mânevî sürur ve şifâ ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.”((A.g.e. s. 257.)) * “Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi’ ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir **tiryak** isterseniz, [[iman|îmânınızı]] inkişâf ettiriniz. Yani [[tevbe|tövbe]] ve [[istigfar|istiğfar]] ile ve [[namaz|namaz]] ve [[ubudiyet|ubûdiyet]] le, o **tiryâk**-ı kudsî olan [[iman|îmânı]] ve îmândan gelen ilâcı istimâl ediniz.”((A.g.e. s. 271.)) * “Cenâb-ı Hak, şu zamanda [[icaz|i’câz]]-ı [[kuran|Kur’ân’ın]] mânevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu [[dalalet|dalâlet]] zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 20.)) * “... Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun ki; bu zamanın tam yarasına bir **tiryak** olarak [[kuran|Kur’ân]]-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın bir [[mucize|mucize]]-i mâneviyesi ve lemeâtı bulunan Risale-i Nur, pek çok muvâzenelerle en dehşetli muannit mütemerritleri, [[kuran|Kur’ân’ın]] elmas kılıcı ile kırıyor. Ve [[kainat|kâinat]] zerreleri adedince vahdâniyet-i ilâhiyeye ve [[iman|imanın]] [[hakikat|hakikatlerine]] hüccetleri, [[delil|delilleri]] gösteriyor ki; yirmi beş seneden beri en şiddetli hücumlara karşı mağlup olmayıp galebe etmiş ve ediyor.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 661.)) * “... umum merâtib-i velâyette [[marifetullah|mârifetullahtan]] gelen [[muhabbet|muhabbet]], en mühim mâye ve [[iksir|iksirdir]]. Fakat [[muhabbet|muhabbetin]] bir vartası var ki; [[ubudiyet|ubûdiyetin]] sırrı olan niyazdan, mahviyetten naza ve dâvâya atlar, mizansız hareket eder. Mâsivâ-yı ilâhiyeye teveccühü hengâmında, [[mana-yi-harfi|mana-yı harfîden]] [[mana-yi-ismi|mana-yı ismîye]] geçmesiyle **tiryak** iken zehir olur.”((A.g.e. s. 507.)) * “Bu acîb asrın bu acîb [[hastalik|hastalığına]] ve dehşetli marazına karşı [[kuran|Kur’ân]]-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın **tiryak** misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, her şeyden evvel onun dairesine girmeli, [[sadakat|sadâkatle]], tam metanet ve ciddî [[ihlas|ihlâs]] ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki o acîb hastalığın tesirinden kurtulsun.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Kastamonu Lâhikası//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 77.)) * “Bir kısım mülâhazalara bağlayarak bazı [[felsefe|felsefeci]] ve kelâmcılar [[insan-i_kamil|insan-ı kâmili]], ‘akl-ı evvel’, ‘akl-ı küll’, ‘kelime-i câmia’, ‘nokta-i câmia’, ‘nokta-i vahdet’, ‘sırr-ı ilâhî’, ‘âyine-i sırr-ı ilâhî’, ‘vesile-i uzmâ’; bazı [[sofi|sofiler]] de pîşuva, hâdî, mehdî, dânâ-ı kâmil, mükemmil, bâliğ, **tiryak**-ı ekber, [[iksir|iksir]]-i âzam.. şeklinde birbirinden farklı kelime ve tabirlerle yorumlamış iseler de, bütün bu mülâhazaların hepsini câmi bir hususa irca etmek de mümkündür; o da, [[insan-i_kamil|insan-ı kâmilin]] âyine-i vücud-u Hak ve ‘dû kevn’ olması gerçeğidir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 460.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[iksir|İksir]] ===== Dipnotlar =====