====== Ubûdiyet ====== * “[[allah|Allah]]’ın emirlerini yerine getirme, O’na kullukta bulunma ve kulluğunun [[suur|şuurunda]] olma mânâlarına gelen ibadet ve **ubûdiyet**; bazılarına göre aynı mânâya hamledilmiş ise de, büyük çoğunluğun nokta-i nazarı, bu kelimelerin lafızları gibi mânâlarının da ayrı ayrı olduğu merkezindedir. * [[ibadet|İbadet]], ‘Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirip yaşama ve kulluk sorumluluklarını temsil etme mânâlarına gelmesine mukabil; **ubûdiyet**, kul olma ve kölelik [[suur|şuuru]] içinde bulunma’ şeklinde yorumlanmıştır. Zaten, ibadette bulunana ‘âbid’, ubûdiyette bulunana ‘abd’ denmesi de açıkça bu farkı göstermektedir. * Ayrıca, ibadet ve **ubûdiyet** arasında şöyle ince bir fark daha söz konusudur: Meşakkat ve külfetle eda edilip, [[havf|havf]] ve recâ derinlikleri bulunan, niyet ve [[ihlas|ihlâs]] yörüngeli bütün mâlî ve bedenî mükellefiyetler birer ibadet; ifasında bu türlü buudların söz konusu olmadığı iş ve vazifeler de birer ubûdiyettir. Zannediyorum İbnü’l-Fârıd da ‘Seyr u sülûkte aştığım mertebelerde her ubûdiyeti, ibadet-i hâlisemle gerçekleştirdim.’ sözleriyle bu farka işaret etmektedir. * Ayrıca sofîlerden bir kısmı, ibadeti avamın kulluk [[hizmet|hizmeti]], **ubûdiyeti** [[suur|şuur]] ve [[basiret|basîret]] insanlarının ifa ettiği vazife, ubûdeti de saflar üstü safların sorumluluklarını yerine getirmeleri şeklinde tarif etmişlerdir ki; birincisi, [[mucahede|mücahede]] insanının işi, ikincisi, aşılmaz zorlukları göğüsleyen civanmertlerin tavrı, üçüncüsü de, kalb ve ruhlarının enginlikleri ile Hakk’a müteveccih olanların hâli olarak yorumlanabilir.”((M. Fethullah Gülen, //Kalbin Zümrüt Tepeleri//, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 102–103.)) * “[[iman|İman]] esasları, muhakkıkîn yaklaşımı ile dört asla irca edilebilir ki bunlar; [[allah|Allah’a]], [[ahiret|ahirete]], peygamberlere [[iman|iman]]; bir de **ubûdiyet** veya [[adalet|adalettir]].”((M. Fethullah Gülen, //Prizma-2//, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 174.)) * “... insanın vazife-i fıtriyesi; taallümle tekemmüldür, [[dua|dua]] ile ubûdiyettir. Yani: “Kimin merhametiyle böyle hakimâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikâne terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nâzeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kâdiü’l-hâcât’a lisân-ı [[acz|acz]] ve [[fakr|fakr]] ile yalvarmaktır.. ve istemek ve [[dua|dua]] etmektir. Yani [[acz|aczin]] ve [[fakr|fakrın]] cenahlarıyla [[makam|makam]]-ı âlâ-yı **ubûdiyete** uçmaktır.”((A.g.e. s. 336.)) * “Eğer [[dua|dua]] çok edildiği hâlde, beliyyeler def’olunmazsa, denilmeyecek ki: ‘[[dua|Dua]] kabûl olmadı.’ Belki denilecek ki: ‘Duanın vakti, kaza olmadı.’ Eğer Cenâb-ı Hak fazl ve keremiyle belâyı ref’etse –nurun alâ nur– o vakit dua vakti biter, kaza olur. Demek dua, bir sırr-ı **ubûdiyettir**. **Ubûdiyet** ise, hâlisen livechillâh olmalı. Yalnız aczini izhar edip, dua ile ona iltica etmeli. Rubûbiyetine karışmamalı. Tedbiri ona bırakmalı. [[hikmet|Hikmetine]] itimad etmeli. Rahmetini itham etmemeli.”((A.g.e. s. 338.)) * “Sen ey [[riya|riyâkâr]] nefsim! ‘Dine [[hizmet|hizmet]] ettim.’ diye gururlanma. اِنَّ اللهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ ((“Muhakkak ki [[allah|Allah]] bu dini, günahkâr biriyle de güçlendirir.” (Buhârî, Cihâd, 182).)) sırrınca; müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o racül-ü fâcir bilmelisin. [[hizmet|Hizmetini]], **ubûdiyetini**; geçen nimetlerin [[sukur|şükrü]] ve vazife-i [[fitrat|fıtrat]] ve farîza-yı hilkat ve netice-i sanat bil, ucub ve [[riya|riyâdan]] kurtul!”((Bediüzzaman Said Nursî, //Sözler//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 516.)) * “Cenâb-ı Hakka [[vasil|vâsıl]] olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kasır [[fehim|fehmimle]] Kur’ân’dan istifade ettiğim “[[acz|acz]] ve [[fakr|fakr]] ve [[sefkat|şefkat]] ve [[tefekkur|tefekkür]]” tarikidir. Evet, [[acz|acz]] dahi, [[ask|aşk]] gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, **ubûdiyet** tarikiyle mahbubiyete kadar gider. [[fakr|Fakr]] dahi Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, [[ask|aşk]] gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem [[tefekkur|tefekkür]] dahi, [[ask|aşk]] gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal eder.”((A.g.e. s. 518.)) * “.... [[ibadet|ibâdet]] iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı mâlûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musîbetlerle musîbetzede zaafını ve aczini hissedip Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, O’nu düşünüp, O’na yalvarıp hâlis bir **ubûdiyet** yapar. Bu **ubûdiyete** [[riya|riyâ]] giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musîbetin mükâfâtını düşünse, [[sukur|şükretse]], o vakit her bir saati bir gün ibâdet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün [[ibadet|ibâdet]] hükmüne geçer.” ((Bediüzzaman Said Nursî, //Lem’alar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 11.)) * “Ramazan-ı Şerif’teki [[oruc|oruç]], nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok [[hikmet|hikmetlerinden]] bir [[hikmet|hikmeti]] şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hatta mevhum bir rubûbiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Husûsan dünyada servet ve iktidarı da varsa, [[gaflet|gaflet]] dahi yardım etmiş ise; bütün bütün gâsıbâne, hırsızcasına nimet-i ilâhiyeyi hayvan gibi yutar. İşte Ramazan-ı Şerif’te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki; kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rubûbiyeti kırılır; **ubûdiyeti** takınır, hakikî vazifesi olan [[sukur|şükre]] girer.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Mektubat//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 450.)) * “Ramazan-ı Şerif, âdeta bir [[ahiret|âhiret]] ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır ve uhrevî hâsılat için, gayet münbit bir zemindir ve neşv ü nemâyı a’mâl için, bahardaki mâh-i nisandır. Saltanat-ı rubûbiyet-i ilâhiyeye karşı, **ubûdiyet**-i beşeriyenin resmî geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek-içmek gibi nefsin [[gaflet|gafletle]] hayvanî hâcâtına ve mâlâyânî ve [[heva|hevâ]]-perestâne müştehiyâta girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya, muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut [[ahiret|âhiret]] ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek; savmı ile, samediyete bir nevi aynadarlık etmektir. Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir [[hayat|hayatta]] bâki bir ömür ve uzun bir [[hayat|hayat]]-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır.”((A.g.e. s. 452–453.)) * “Hem hususî olarak bir ilm-i Kur’ânî ve [[hikmet|hikmet]]-i imaniye verdi. Ve o ihsanı ile çok mahlûkat üstüne bir tefevvuk verdi... Ve sâbık noktalar gibi çok cihetlerle öyle bir [[camiiyet|câmiiyet]] vermiş ki, ehadiyetine ve samediyetine tam bir ayna.. ve küllî ve kudsî rubûbiyetine geniş ve küllî bir **ubûdiyet** ile mukabele edebilen bir istidat vermiş.”((Bediüzzaman Said Nursî, //Şuâlar//, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 61.)) ===== Ayrıca Bakınız ===== * [[dua|Dua]] * [[ibadet|İbadet]] * [[ubudet|Ubûdet]] ===== Dipnotlar =====