asr-i_saadet
İçindekiler
Asr-ı Saadet
- “Arapça asr (devir, zaman, çağ) ve saâdet (mutluluk, bahtiyarlık) kelimelerinden meydana gelen asr-ı saâdet terimi ‘mutluluk dönemi, insanların en bahtiyar oldukları çağ’ mânasını taşımaktadır.
- Muhtemelen Hz. Peygamber’in, ‘İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır’ meâlindeki hadîs-i şerifinden ilham alınarak kullanılan asr-ı saâdet tabiri, insanlık için hidayet kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu, bütün insanlığa rahmet ve örnek olarak gönderilen Hz. Peygamber’in yaşadığı, ashabını terbiye edip yetiştirdiği, İslâmiyet’in tebliğ edildiği ve tam anlamıyla uygulandığı zaman dilimini ifade etmektedir.”1)
- “Enbiyâdan sonra en muhterem ve yüksek tâife ve ümmî ve bedevî oldukları hâlde az bir zamanda nur-u Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) ile şarktan garba kadar âdilane idare edip, cihangir devletleri mağlup ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî milletlere üstad, muallim, diplomat, hâkim-i âdil olarak o asrı bir ‘asr-ı saadet’ hükmüne getiren sahabeler; Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)’ın her hâlini tetkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok mucizâtın kuvvetiyle eski düşmanlıklarını ve ecdatlarının mesleklerini ve çokları –Hâlid İbni Velid ve İkrime İbni Ebî Cehil gibi– pederlerinin taraftarlıklarını, kavim ve kabilelerini tamamıyla bırakıp bütün ruh u canlarıyla, gayet fedakârâne bir surette İslâmiyet’e girerek aynelyakîn derecesinde Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)’ın sâdıkıyetine ve risaletine imanları; sarsılmaz, küllî bir şehâdettir.”2)
- “Ashab-ı Güzîn’den sonra da ilk asırlardaki selef-i salihîn efendilerimiz, zamanın değişmesiyle ortaya çıkan hayatla alâkalı boşlukları çeşitli istinbatlarla doldurmuşlardır. Duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle İlahî Kelam’a mürâcaat eden bu rabbânîler, icmâ ve kıyas sayesinde, dinin kendi gücünü bir kere daha ifade etmesine zemin hazırlamışlardır. Zamanı, konjonktürü ve değişen şartları gözeterek, içtihada ve istinbata açık yanlarıyla İslam’ı içinde yaşadıkları asrın idrakine göre daha bir gür sedayla seslendirmişlerdir. Bu açıdan da, biz Asr-ı Saadet’ten bugüne dek selef-i salihînin üzerinde hassasiyetle durduğu, yaşadığı, koruduğu, salıkladığı ve sonraki nesillere emanet bıraktığı Müslümanlıkla Müslümanız elhamdülillah.”3)
- “… 14 asırlık İslâm tarihi boyunca farklı zaman dilimlerinde siyer felsefesine dair bazı hususlar üzerinde durulmuş ve sosyal tarih açısından Asr-ı Saadet’teki bazı hâdiseler yorumlanmıştır. Fakat o dönemlerdeki şartlarla bugünkü şartlar arasında sosyolojik açıdan çok ciddî değişimlerin yaşandığı da bir gerçektir. Geçmişte, değişik dönemlerde ortaya çıkan felsefî telakkilerin bazıları zamanla rafa kaldırılmış, bir kısmının modası geçmiş ve onların yerine yeni düşünce tarzları gelişmiştir. Bu açıdan daha önceki dönemlere ait siyer yorumlarından istifade etsek de, onların günümüze tam olarak ayna tuttuğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla günümüz şartları açısından siyer felsefesini ancak, en büyük müfessir olan zamanın tefsirini göz önünde bulunduranlar, onun ortaya koyduğu tevil ve tefsirleri nazar-ı itibara alanlar, yani ibnü’zzaman veya ibnü’l-vakt olanlar yapabilir.
- İşte bu perspektiften siyere bakılacak olursa, onun başvurulması gerekli bir menhelü’l-azbi’l-mevrûd olduğu görülecektir. Evet siyer, düşünce hayatımız adına bitip tükenme bilmeyen dupduru bir kaynaktır. İstifade etmesini bilenler ondan çok şey elde edeceklerdir.”4)
- “İradenin Allah’ın gösterdiği istikamette ve makul sınırlar içinde kullanılması da çok önemlidir. Meselâ sizler, savunageldiğiniz dava adına ölesiye koşturur ama iradenizin hakkını tam vermez, onu dengeli bir biçimde kullanmaz, kullanamaz veya iradenizi kuvvetlendirecek sair unsurlar ile onu besleyemezseniz, birtakım önü alınmaz yanlışlıklar içine düşmeniz her zaman söz konusu olabilir. Yani Asr-ı Saadet şablonunu, içinde yaşanılan şartları, insan ve irade faktörünü hesaba katmadan, ‘Hizmet için sokağa dökülecek, silahlı mücadele yapacak, siyasî yolları deneyecek, âlemle yaka paça olacak ve hedefe bu yolla yürüyeceğiz.’ der ayak diretirseniz, irade mevzuunda imtihanı kaybetmiş sayılırsınız. Hâlbuki irade, mantıkî ve hissî boşluklara çarpmamalı, çeşitli destekleyici unsurlarla daima beslenmelidir. Hatta bu bağlamda irade mutlaka şuur ile birleştirilmelidir.”6)
- “Herkesin derecesine göre bir sadakat ve vefa hissi vardır. İnsan, bu ulvî hislerinden dolayı değer verdiği şeylere karşı saygı duyar ve onlara gönülden sahip çıkar. Meselâ bir insan, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) davasına, düşüncesine ve ortaya koyduğu âsârına karşı sadık ve vefalı ise o böyle bir duygu ve düşünceyle O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek lihye-i şerifinin bulunduğu sandukayı veya kadem-i pâkini başına taç yapacaktır. Esasen böyle bir hürmet ne Kur’ân ne de Sünnet’te emredilmektedir ama Nebiler Serveri’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) karşı sadakat içinde olan bütün büyükler, Asr-ı Saadet’ten bu yana hep böyle vefalı davranmış ve O’nun ayak izinden hırkasına, âsâsından lihye-i şerifine varıncaya kadar, O’ndan hatıra kalan bütün emanetleri hep saygıyla karşılamış ve muhafaza etmişlerdir.”7)
- “Hani siz, deseniz de demeseniz de şöyle de düşünüyor olabilirsiniz: Biz zaten bu meseleye dilbesteyiz, Allah’ın izni ve inayetiyle. Hiçbir şey görmesek, hiçbir rüya ile bu mevzuda teyîd almasak, hiçbir yakaza ile harekete ve metafizik bir gerilime geçmesek de şu andaki konumumuz itibarıyla Allah’a binlerce hamd ü sena olsun! Bizi Müslüman yaratmış, dünya muhabbetini kalbimizden silip atmış; bizi cebrî olarak Kendine tevcih etmiş, sonra da demiş ki: ‘Siz, misyonunuz itibarıyla dar Türkiye’nin adamları değilsiniz. Fakat ihtiyarî olarak hicret yapmamıştınız; Ben de ensenize hafif birer tokat, şefkat tokadı vurarak, sizi cebrî hicrete sevk ediyorum! Dağılın dünyanın dört bir yanına. Müslümanlığı, Asr-ı Saadet’te yaşanan şekliyle insanlığa tanıtın! Herkesle kucaklaşan insanları; siyahıyla, beyazıyla, pembesiyle, turuncusuyla, herkes ile kucaklaşan insanları, herkese bağrını açan insanları dünyaya gösterin.’”9)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
Mustaf Öz, “Asr-ı Saâdet”, İslâm Ansiklopedisi.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 616.
3)
M. Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, (Kırık Testi-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 52.
4)
M. Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi (Kırık Testi-12), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 132–133.
5)
A.g.e. s. 162.
6)
M. Fethullah Gülen, Prizma-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 170.
7)
M. Fethullah Gülen, Kendi İklimimiz (Prizma-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 13.
8)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Altın İkliminde, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 190.
9)
M. Fethullah Gülen, “Değmez mi?”, 12 Kasım 2017, Bamteli.
asr-i_saadet.txt · Son değiştirilme: Değiştiren: Editör
