Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


nubuvvet

Nübüvvet

  • Sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr u sülûke mukabil, hakikatin envârına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve in’ikâs vardır. Mâlûmdur ki: İn’ikâs ve tebaiyetle, o Nur-u Âzam-ı Nübüvvet’le beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar…
  • Sahabelerin sohbeti, Nübüvvet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) nuruyla, yani Nebi olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyalar ise, vefat-ı Nebevîden sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı görmeleri, velâyet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) nuruyla sohbettir.” 1)
  • Sahabelerin kurbiyet-i ilâhiye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünkü; Cenâb-ı Hak, bize akrebdir ve her şeyden daha ziyade yakındır. Biz ise, O’ndan nihayetsiz uzağız. O’nun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur.
  • Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet verâseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.
  • İkinci suret: Bu’diyetimiz noktasında kat’-ı merâtib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr u sülûk-u velâyet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî bu suretle cereyan ediyor. İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kesbî değil. İncizaptır, cezb-i Rahmânî’dir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaib hârikaları çok ise de kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez.”2)
  • “Semâ-yı risaletin kamer-i münîri olan Hâtem-i dîvan-ı nübüvvet, nasıl ki mahbubiyet derecesine çıkan ubûdiyetindeki velâyetin keramet-i uzmâsı ve mucize-i kübrâsı olan Miraç ile, yani bir cism-i arzı semâvâtta gezdirmekle semâvâtın sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüçhâniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velâyetini isbat etti. Öyle de: arza bağlı, semâya asılı olan kameri, bir arzlının işaretiyle iki parça ederek arzın sekenesine, o arzlının risaletine öyle bir mucize gösterildi ki; Zât-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) kamerin açılmış iki nurânî kanadı gibi; risalet ve velâyet gibi iki nurânî kanadıyla, iki ziyâdâr cenâh ile, evc-i kemâlâta uçmuş.. tâ Kâb-ı Kavseyn’e çıkmış.. hem ehl-i semâvât, hem ehl-i arza medar-ı fahir olmuştur.”3)
  • “… nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i Hak, saâdetin fihristesidir. Îmân, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir hayr, zâhir bir hak, faik bir kemâl görünüyor. Bilbedâhe hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebiler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret; onun muhalifindedir.”4)
  • Rüyadaki adam kendi rüyasını tâbir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşif ve şuhûd dahi rü’yetlerini o hâlde iken kendileri tâbir edemezler. Onları tâbir edecek, ‘asfiyâ’ denilen veraset-i nübüvvet muhakkikleridir.”5)
  • Zevk-i ruhanîyi, bazı kimselerin cezb ve incizap neticesi duydukları şeyler türünden görmek de doğru değildir. Aslında o, herhangi bir değerlendirmeye sığmayacak, lafızlarla ifade edilemeyecek kadar ulvî ve ledünnî bir histir ve bir vicdanî zevktir. Bana göre Nur mesleği, böyle bir zevke her zaman açıktır. İmam Rabbânî Hazretlerinin ‘1000 seneden sonra vilâyet –aradaki mesafe açıklığından dolayı– nübüvvet verâsetine inkılâp edecek.’ sözleri ile ifade buyurduğu hakikati Nurlar’ın temsil ettiğini zannediyorum. Evet, İmam Rabbânî bu sözleri ile vilâyetin nübüvvet kaynaklı yürütüleceğini belirtiyor. Bu çerçevede Nur eksenli yapılan İslâmî hizmetlerde –yine onun verdiği ölçüler içinde– tam ihlâs çizgisi korunabilirse, zılliyet plânında hakikat-i Muhammediye’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) temsil edilmiş olduğu söylenebilir.”7)
  • “… huzurda insibağ vardır. Yani âdeta Allah Resûlü, nübüvvetine ait kudsî mânâ ile sahabeyi şekillendirmiş, boyamış ve sahabe de bu mânânın kanatlarıyla nebilerden sonra ulaşılabilecek en yüksek zirvelere uçmuş ve zirvelerde taht kurmuştur. Ne var ki, sahabenin pek çoğu vardığı bu zirvenin farkında bile değildir. Hâlbuki en büyük velilerin varabilecekleri en son nokta (münteha), onların daha işin başında (mebde) kazandıkları hâl’in gölgesidir.”8)
  • “… nübüvvet, iç donanım adına her rüknü kendi varoluş gayesine yönelmiş –buna tam inkişaf etmiş de diyebiliriz– vicdanın yanında selim fıtrat, müstakim tabiat, mahiyet itibarıyla da onu arızasız aksettirmeye müsait reşha gibi ruhlara ilâhî bir atıyye, bir mevhibe, nebi de, bu mukaddes mevhibe ve atıyyenin özel temsilcisidir.”9)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 532.
2)
A.g.e. s. 535.
3)
A.g.e. s. 641–642.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 157–158.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 85.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 136–137.
7)
M. Fethullah Gülen, Fikir Atlası (Fasıldan Fasıla-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 55–56.
8)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 43–44.
9)
M. Fethullah Gülen, Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 134.
nubuvvet.txt · Son değiştirilme: 2025/01/02 20:09 Değiştiren: Editör