Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


nur

Nur

  • “Eğer hidâyet-i ilâhiye yetişse, iman kalbine girse, nefsin firavuniyeti kırılsa, Kitabullah’ı dinlese, o vâkıada ikinci hâlime benzeyecek. O vakit, birden kâinat bir gündüz rengini alır; nur-u ilâhî ile dolar.”1)
  • “… binler muhtelif âlemleri tazammun eden kâinatın çekirdek-i aslîsi ve menşei, kuru bir madde olamaz. Madem şu şecere-i kâinattan daha evvel, o nev’den başka şecere yok; öyle ise; ona menşe’ ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nur, elbette yine şecere-i kâinatta bir meyve libasının giydirilmesi, yine Hakîm isminin muktezasıdır. Çünkü; çekirdek daima çıplak olamaz. Madem evvel-i fıtratta meyve libasını giymemiş; elbette, âhirde o libası giyecektir. Madem o meyve insandır. Ve madem insan içinde sâbıkan isbat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve umumun nazar-ı dikkatini celbeden ve arzın nısfını ve beşerin humsunun nazarını kendine hasreden ve mehâsin-i mâneviyesi ile âlemi, ya nazar-ı muhabbet veya hayretle kendine baktıran meyve ise: Zât-ı Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm)’dır; elbette kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, O’nun Zât’ında cismini giyerek en âhir bir meyve sûretinde görünecektir.”3)
  • “İlm-i Mantıkça çendan ‘Kıyas-ı temsîlî, yakîn-i kat’î ifade etmiyor.’4) denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilînin bir nev’i var ki; mantıkın yakînî bürhânından çok kuvvetlidir ve mantıkın birinci şeklinin birinci darbından daha yakînîdir. O kısım da şudur ki: Bir temsîl-i cüz’î vasıtasıyla bir hakikat-i küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor. O hakikatin kanununu bir hususî maddede gösteriyor. Tâ o hakikat-i uzmâ bilinsin ve cüz’î maddeler, ona irca’ edilsin. Meselâ: ‘Güneş nuraniyet vasıtasıyla, bir tek zât iken her parlak şeyin yanında bulunuyor.’ temsîliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nurânî için kayıd olamaz. Uzak ve yakın bir olur. Az ve çok müsavi olur. Mekân onu zabtedemez.”5)
  • “… günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u îmânı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”6)
  • Mârifetullahın şâhidleri, bürhânları üç çeşittir.
  • Bir kısmı: Su gibidir; görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüt etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkid parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihâz etmez.
  • İkinci kısım: Hava gibidir; hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, rûhunla o rahmet nesîmîne karşı teveccüh et, kendini mukâbil tut, tenkid elini uzatma, tutamazsın. Rûhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkid ile el atsan, o yürür gider; senin elini mesken ittihâz etmez, ona râzı olmaz.
  • Üçüncü kısım ise: Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise, sen kalbinin gözüyle, rûhunun nazarıyla kendini ona mukâbil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir. Çünkü nur ; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır.”7)
  • Ölüm, sûreten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat’î, şeksiz, şüphesiz bir sûrette, Kur’ân-ı Hakîm’in verdiği nur ile isbât etmişiz ki: Ehl-i îmân için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir.”8)
  • “… hiçbir şey O’ndan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşya, güneşi görmemesi kabil olmadığı gibi o Alîm-i Zülcelâl’in nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-i kabildir, muhâldir. Çünkü huzur var. Yani, her şey daire-i nazarındadır ve mukabildir ve daire-i şuhûdundadır ve her şeye nüfuzu var.”9)
  • Kezâlik, o latîfe-i rabbâniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-i müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.”10)
  • Zevk-i ruhanîyi, bazı kimselerin cezb ve incizap neticesi duydukları şeyler türünden görmek de doğru değildir. Aslında o, herhangi bir değerlendirmeye sığmayacak, lafızlarla ifade edilemeyecek kadar ulvî ve ledünnî bir histir ve bir vicdanî zevktir. Bana göre Nur mesleği, böyle bir zevke her zaman açıktır. İmam Rabbânî Hazretlerinin ‘1000 seneden sonra vilâyet –aradaki mesafe açıklığından dolayı– nübüvvet verâsetine inkılâp edecek.’ sözleri ile ifade buyurduğu hakikati Nurlar’ın temsil ettiğini zannediyorum. Evet, İmam Rabbânî bu sözleri ile vilâyetin nübüvvet kaynaklı yürütüleceğini belirtiyor. Bu çerçevede Nur eksenli yapılan İslâmî hizmetlerde –yine onun verdiği ölçüler içinde– tam ihlâs çizgisi korunabilirse, zılliyet plânında hakikat-i Muhammediye’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) temsil edilmiş olduğu söylenebilir.”12)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 334.
2)
A.g.e. s. 336–337.
3)
A.g.e. s. 631.
4)
el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf 2/18; Ahmed Hamdi Şirvânî, Muhtasar Mantık s. 56; Mehmed Hâlis, Mîzânü’l-ezhan s. 161.
5)
A.g.e. s. 669–670.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 9.
7)
A.g.e. s. 159.
8)
A.g.e. s. 258.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 274.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 78.
11)
M. Fethullah Gülen, Ümit Burcu (Kırık Testi-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 174.
12)
M. Fethullah Gülen, Fikir Atlası (Fasıldan Fasıla-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 55–56.
nur.txt · Son değiştirilme: 2025/01/14 18:57 Değiştiren: Editör