rububiyet
Rububiyet
- “İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı ilâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i rubûbiyetin ve kudret-i samedâniyenin ve rahmet-i ilâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yâni, rubûbiyetin saltanatı nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister; rubûbiyetin kudsiyeti, pâklığı dahi ister ki abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pâk ve müberrâ; ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ; ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarrâ olduğunu tesbih ile, “Sübhânallah” ile ilân etsin.”1)
- “Maddî hastalıklar için ubûdiyete mâni olduğu zaman ilticâ edebiliriz. Fakat mûterizâne, müştekiyâne bir sûrette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne ilticâ edilmeli. Madem O’nun rubûbiyetine râzıyız, o rubûbiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım.”2)
- “… kâinatın envâları birbiri içine girift olması ve kenetleşmesi ve her birinin vazifesi umuma baktığı cihetle; kâinatı rubûbiyet ve îcâd noktasında tecezzi kabul etmez bir küll hükmüne getirdiği misillü; kâinatta faaliyet gösteren ef’âl-i umumiye-i muhîta dahi, birbirinin içinde tedahül cihetiyle, yani meselâ hayat vermek fiili içinde, aynı anda iâşe ve terzîk fiili görünüyor.”3)
- “Hâlık-ı Hakîm ve Rahîm ve Vedûd … mahlûkat-ı arziyeyi, rububiyeti noktasında, havayı emir ve iradesine bir nevi arş, ve nur unsurunu ilim ve hikmetine diğer bir arş, ve suyu ihsan ve rahmetine başka bir arş, ve toprağı hıfz ve ihyâsına bir çeşit arş yapmış; o arşlardan üçünü mahlûkat-ı arziye üstünde gezdiriyor.”4)
- “Ramazan-ı Şerif’te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki; kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rubûbiyeti kırılır; ubûdiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.”5)
- “… faaliyet hakikati içinde tezahür eden rubûbiyet hakikati, ilim ve hikmetle halk ve îcad ve sun’ ve ibda’ .. nizam ve mizan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir.. kasd ve irade ile tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil.. şefkat ve rahmetle it’am ve in’âm ve ikram ve ihsan gibi şuûnâtıyla ve tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır. Ve tezahür-ü rubûbiyet hakikati içinde bedâhetle hissedilen ve bulunan ulûhiyetin tebarüz hakikati dahi esmâ-yı hüsnânın rahîmâne ve kerîmâne cilveleriyle ve yedi sıfât-ı subûtiye olan hayat, ilim, kudret, irade, sem’, basar ve kelâm sıfatlarının celâlli ve cemâlli tecellileriyle kendini tanıttırır, bildirir.”6)
- “Hazreti Vâhidiyet’in, Hazreti Ulûhiyet de diyeceğimiz bir bâtın ve Hazreti Rubûbiyet diyeceğimiz bir de zâhir yüzü vardır. Vâkıa, bunları bir hakikatin iki yüzü şeklinde de ifade etmek mümkündür. Aradaki farklılığı biraz da seyr u sülûk-i ruhanî esnasında sâlikin zevki belirler ki; ayrı ayrı duyuş ve sezişlerde ayrı ayrı yorum ve seslendirmelerin olması gayet normaldir.”7)
- “Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i Zât, evsâf-ı sübhaniye ve icraat-ı hakîmanesini câmi’ mertebeye, me’lûhiyeti iktiza etmesi açısından ulûhiyet, ‘Rab’ gibi bir ism-i sıfata bakıp merbûbiyeti nazara veren bir mertebeye de rubûbiyet dairesi denmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in bu her iki mertebe hakkındaki nassları kat’îdir. Onun emrettiği tevhid içinde hem ‘tevhid-i ulûhiyet’ hem de ‘tevhid-i rubûbiyet’ vardır.”8)
- “Kur’ân’ın yeryüzüne iniş gayesi, tevhidin bütün çeşitleri ile fert ve toplum planında hâkim olmasıdır. Kur’ân’ın bütün âyetlerine bu gözle bakıldığında, ifade ettiğimiz gerçeği görmek mümkündür. Onun bazı âyetleri tevhid-i ulûhiyeti, bazıları tevhid-i rubûbiyeti ve bazıları da tevhid-i ubûdiyeti gösterir ve aslında bunlar, bir zaviyeden de birbirlerini gerektirirler. İbn Teymiye’den sonra, tevhid-i rubûbiyet ve tevhid-i ulûhiyet anlayışındaki farklılık bir kısım sapık düşüncelerin doğmasına sebep olmuştur.”9)
- Cevap:
- 1. İnsanın, himayesi altındakilerini terbiye etmesi,
- 2. Allah’ın, insanları kendi eliyle terbiye etmesi şeklinde.
- Bu kavisler helezoniktir, daima yukarıya doğru çıkarlar ve hiç geriye dönmezler. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) miracı da böyledir. O, daima yükselmiştir. O’nun miraçtan sonra aramıza dönmesi ise, miracın bize bakan yönüdür. Kendisine bakan yönüyle ise o, hiç geriye dönmemiştir ve sürekli terakki etmiştir.
- İnsan-ı kâmil mertebesi ile ecel arasında bir ilişki vardır. O mertebenin sahibi, o makama gelmeden ölmez. Efendimiz, vefatından evvel “ Allahümme er-Refîka’l-Â’lâ” diyerek adımını atmış ve yükselişine devam etmiştir.
- Zaten rubûbiyet ile ubûdiyet birbiriyle ayrılmaz bir bütünlük arz eder. Ubûdiyet dairesi, bütünüyle rubûbiyet dairesi hesabına çalışır.”10)
- “… insan evvelâ kendi vazifesini yapmalı, ‘Ben çalışacağım, belki şimdi vermedi ama O verecek olduğuna göre elbet bir gün verecektir.’ deyip şe’n-i rubûbiyetin gereğine karışmamalı. Zamanı gelince O (celle celâluhu), kendi şe’ninin gereğini yaratır ve hiç beklenmedik şekilde onu bir sürprizle karşı karşıya getirebilir.”11)
- “Bakara Sûre-i Celîlesinin ilk âyetlerinde, sâlihât ve sâlihâtın çerçevesinin neden ibaret olduğuyla alâkalı bir fikir veriliyor. Daha sonra sâlihât bazı âyetlerle tavzih edilmek suretiyle Allah’a ubûdiyetin şekli vurgulanarak O’nun ulûhiyetini, rubûbiyetini ilan etmek ve daire-i rubûbiyete karşı tevhid-i ubûdiyetle O’na tahsis-i nazarda bulunmak –ki mutlak mânâda sâlihâtın özü de işte budur– gerektiği anlatılıyor.”12)
- Evet, rabbânî, bu manada, Rabbe bağlılığı şahsında yaşayan kâmil mü’min olmasının yanında, aynı zamanda o ufka ulaşma yolunda başkalarına da rehberlik eden kâmil mürşiddir. O, Cenab-ı Hakk’ın rububiyet dairesini nazar-ı itibara alarak, insan olarak yaratılan potansiyel insanları, hakiki insan haline getirme gayretini, cehdini sarf eden bir rehberdir. Onun için ehlullaha, hakiki terbiyecilere, mürşidlere rabbânî insan denmiştir. İmam Rabbânî’ye rabbânî denmesinin sebebi de budur. Rabbânîler öyle bir eğitim kadrosudur ki kâinatta cârî kanunlara uygun hareket eder, insanlara yaşamasını öğretir, bu meşheri temaşa etmelerini, bu kitabı okumalarını ve onunla hedeflenen ufka ulaşmalarını sağlar.”13)
Dipnotlar
1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 43.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 14.
3)
A.g.e. s. 404.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 336.
5)
A.g.e. s. 450.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 135.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 364.
8)
A.g.e. s. 738.
9)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 79.
10)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 63.
11)
M. Fethullah Gülen, Fikir Atlası (Fasıldan Fasıla-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 119.
12)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 450.
13)
M. Fethullah Gülen, Işık Karanlığı Boğarken (Kırık Testi-19), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2022, s. 199–200.
rububiyet.txt · Son değiştirilme: 2025/01/24 19:26 Değiştiren: Editör