Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


sunnetullah

Sünnetullah

  • Yaratılış kanunları, âdetullah, şeriat-ı fıtriye.
  • “… hububatta dahi sünbüllenmek vazifesinde zâhir bir iştiyak görünür. Nasıl ki dar bir yerde hapsedilen bir zât, bir bostana, geniş bir yere çıkmayı müştâkâne ister. Öyle de, hububatta, sünbüllenmek vazifesinde öyle sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor.
  • İşte ‘Sünnetullah’ tâbir edilen, kâinatta cereyân eden bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’yeden, çalışanlardan daha ziyâde zahmet ve sıkıntı çeker. Çünkü dâimâ işsizler ömründen şikâyet eder; eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’yeden ve çalışan ise; şâkirdir, hamdeder, ömrün geçmesini istemez.”1)
  • Tabiat, âlem-i şehâdet denilen cesed-i hilkatin anâsır ve âzâsının ef’âlini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-yı ilâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır. Hilkat-i kâinatta câri olan kavanin-i itibariyesinin mecmû ve muhassalasından ibarettir. Kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer meselesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevâiye tevazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren nüfusun istidad-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. Hâlbuki kör, şuursuz tabiat, katiyen kalbi ikna edecek ve fikre kendini beğendirecek ve nazar-ı hakikat ona ünsiyet edecek hiçbir mülâyemet ve münasebet yok iken ve masdar olmaya kabiliyeti mefkud iken, sırf nefy-i Sâni farazından çıkan bir ızdırar ile veleh-resan-ı efkâr olan kudret-i ezeliyenin âsâr-ı bâhiresinin tabiattan sudûru tahayyül edilmiş.”2)
  • “Cenâb-ı Hakk’ın kâinatta cârî iki çeşit kanunu vardır. Bunlardan biri, ‘İrade’ sıfatından kaynaklanan kanunudur ki, ‘O bir şey dilediği zaman sadece ‘ol’ der, o da oluverir.’ (Bakara, 2/117) âyeti, ona işaret eder. Diğeri ise, ‘Kelâm’ sıfatından kaynaklanan Kur’ân-ı Kerim ve onun ihtiva ettiği esaslardır. O’nun emir ve iradesinden kaynaklanan kanunlar, kâinatta hükümferma olan ‘Sünnetullah’tır.”3)
  • “… ne sebepler ne de başka hiçbir şey Allah’a hükmedemez. O’nun ilâhî irade ve meşîetini bağlayamaz. Her şey Allah’ın mahkûmu, Allah da biricik ve mutlak hâkimdir. Ancak, esbaba riayet edilmesi ve illetlerin birer mini vesile olarak değerlendirilmesi de yine Allah’ın emridir. Bu itibarla da insanın, ‘sünnetullah’ dediğimiz şeriat-ı fıtriyenin prensiplerine uymadığı zaman, büyük ölçüde dünyada, belli nispette de ahirette cezalandırılacağına inanıyoruz.”4)
  • “… bugün farklı dünyalara doğru yürürken hem başkalarına karşı olan tavırlarımızda, hem kendi benlik ve hırslarımız açısından biraz daha hür düşünceli ve hür iradeli olmalıyız. Evet, bugün her şeyden ziyade hür düşünceyi kucaklayabilen, ilme ve ilmî araştırmalara açık olabilen, kâinattan hayata uzanan çizgide Kur’ân ve Sünnetullah arasındaki mutabakatı sezebilen engin sinelere ihtiyaç var. Bunu da şimdilerde ancak dehâ misyonunu yüklenen bir cemaat yapabilir.”5)
  • “… tenkidini tevcih edeceği mecrayı bulamayan tâli’sizler ise başlarına gelen musibetlerden dolayı ya başkalarını suçlar ya da sünnetullah dediğimiz ve herkes için geçerli olan ilâhî kanunlara karşı açık yahut gizli itirazda bulunarak kaderi tenkit etme gibi tehlikeli bir vadiye sürüklenmiş olurlar.”6)
  • “… öyle meseleler vardır ki, yerine göre bir asra muhtaçtır, bir asra merhundur, bir asra ipotek edilmiştir. İşte böyle bir mesele karşısında –sünnetullah nokta-i nazarından– o ipoteğin kendi tabiî seyri dışında çözülemeyeceğinin asla hatırdan çıkarılmaması gerekir. Evet, böyle bir yatırım için, ‘Niye hemen olmuyor, niçin toplum kendi değerleriyle hemen dirilmiyor?’ deyip acele edilmemesi, yatırım yapıldıktan sonra da zamanın çıldırtıcılığına karşı sabredilmesi çok önemlidir. Düşünün ki, bir tavuk kuluçkaya yattığında, civcivlerin çıkma zamanını beklemeden, bir-iki gün öncesinden dahi olsa eğer o kuluçkalardan civciv elde etmeye kalkışırsanız, hepsini –Erzurumluların tabiriyle– cılk edersiniz. Cılk etmemek, sabırsızlık gösterip neticede hazin bir hüsran yaşamamak için o vakt-i merhuna saygılı olmanız gerekir ki, işte bu, esbaba riayet hassasiyeti demektir. Sebepler bütünüyle yerine getirildikten sonra ise artık Allah’a tevekkül edilmelidir. Çünkü onlar müessir-i hakikî olmadığından, Cenâb-ı Hak dilemedikçe, sırf sebeplere riayetle neticenin elde edilmesi mümkün değildir. Evet, netice Cenâb-ı Hakk’ın irade ve meşîetine bağlıdır; dilerse yaratır, dilerse yaratmaz.”7)
  • “… insan emir ve nehiylere uymanın yanında sünnetullaha yani kâinatta cari kanunlara da tevfik-i hareket ederse fıtratı yaşar, fıtrî olur ve bulunması gereken yerde bulunur.”8)
  • “… şaşkınlık ve bunalımlardan kurtulmasının yolu ise, çağdaş bilgilerin ışığı altında İslâmî tefekkürü bir kere daha harekete geçirerek, bütün varlığı kuşatan sünnetullah ve onun cereyanıyla, teşriî emirler vasıtasıyla düzenlenen insan-Allah münasebetindeki uyumun yeniden ortaya konması olsa gerek. Yakın geçmişte bu münasebet tam kavranamamış, tekvînî kanunlarla, teşriî emirler arasındaki irtibat sezilememiş, hatta yok farz edilmiş; derken hayattaki âhenk bütün bütün bozularak her şey içinden çıkılmaz bir hâle gelmiştir.. evet biz, varlıkla aramızdaki âhengi bozmuşuz; Allah da lütfettiği nimetleri elimizden almış; işte hepsi bu kadar. Bu Allah’ın değişmeyen bir kanunu ve sünnetullahtır.”9)
  • “… haramları terk eder, farzları kemal-i hassasiyetle yerine getirir, elden geldiğince şüpheli şeylerden sakınır hatta mübahları bile titizlikle değerlendirir; ‘âdetullah’, ‘sünnetullah’ veya ‘şeriat-ı fıtriye’ diyebileceğimiz kudret ve meşîetin düsturlarına da riayet ederse, Allah o kimseyi içine düştüğü çeşitli ölçek ve derinlikteki sıkıntılardan kurtarır ve onu, hesapları aşkın eltâf-ı sübhaniyesiyle iltifatlandırır.. iltifatlandırır, dünyada kirli yaşamaktan, ölürken ölümün elem, ızdırap ve vahşetinden, ötede de kıyametin şiddetinden halâs eder.”10)

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 155.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 231.
3)
M. Fethullah Gülen, Prizma-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 118.
4)
M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 26.
5)
A.g.e. s. 47.
6)
M. Fethullah Gülen, Kalb İbresi, (Kırık Testi-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 152.
7)
M. Fethullah Gülen, Cemre Beklentisi (Kırık Testi-10), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 179.
8)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 371.
9)
M. Fethullah Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket (Çağ ve Nesil-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 47.
10)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 411.
sunnetullah.txt · Son değiştirilme: 2025/01/09 09:28 Değiştiren: Editör