Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


tebe-i_tabiin

Tebe-i Tâbiîn

  • “İmam Kuşeyrî, kendini ruhanî hayata salan sofîlerden bahsederken özetle şöyle der: Müslümanlıkta büyüklüğün unvanı olarak, Allah Resûlü’ne arkadaşlık unvanından daha büyük pâye yoktur. Bu mazhariyet başka dönem insanlarıyla paylaşılmayacak kadar büyük bir mazhariyettir. Bundan sonra en büyük nâm ve pâye ise, Allah Resûlü’nün ashabını görüp tanıma bahtiyarlığına ermişlerin unvanı olan ‘tâbiûn’ unvan-ı celîlidir. Bu kadri yücelerden sonra da tâbiûnla buluşup görüşme mutluluğuna ermişlerin nâm-ı celîlü’l-kadri olan ‘tebe-i tâbiîn’ gelir.. bu üç aydınlık zümrenin gurubuna ve bu arada bir kısım fitnelerin zuhuruna muhâzî olarak da fıkıh cephesinde fakihler, hadis cephesinde muhaddisler, akaid cephesinde muhakkikîn-i mütekellimîn çok önemli misyonlar eda ettikleri gibi, İslâm’ın ruhî cephesinde de en önemli gelişmeleri sofîler gerçekleştirmişlerdir.”1)
  • “Asr-ı Saadetle insanlığın tanıdığı vera, tâbiûn ve tebe-i tâbiîn döneminde âdeta semavîleşti ve her mü’minin gaye-i hayali hâline geldi. Bu dönemde idi ki, Bişr-i Hâfî’nin kızkardeşi, Ahmed İbn Hanbel’e gelerek: ‘Yâ İmam! Ben çok defa dam üstünde iplik büküyorum. Bazen de devlet memurları ellerinde meşaleler oradan geçiyorlar ve elimde olmayarak o ışıktan da istifade etmiş oluyorum; bu ipliğe haram karışıyor mu?’ deyince, koca imam hıçkıra hıçkıra ağlar ve ‘Bişr-i Hâfî’nin hânesine, şüphenin bu kadarcığı bile bulaşmış bir şey girmemeli.’ fetvasını verir. Ve yine bu dönemde idi ki, gözü bir kere harama ilişen biri, bütün bir ömür boyu ‘Günahım!’ deyip feryat ediyordu. Evet bu dönemde idi ki, bilmeyerek haram bir lokmanın girdiği mide, istifrâğa zorlanıyor ve bunun için günlerce gözyaşı dökülüyordu.”2)
  • Kur’ân, bütün ahkâmıyla bize sarsılmaz bir hayatın teminatını sunmakta, en arızasız, en pürüzsüz bir içtimaîden haber vermektedir. Diğer taraftan, Resûl-i Ekrem de (sallallâhu aleyhi ve sellem) ‘Sünnet’ dediğimiz hayatıyla bu işi pratikleştirmektedir. Sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn efendilerimiz de bu meseleleri icmâ ile daha bir pekiştirmişlerdir.”3)
  • “… tâbiîn ve tebe-i tâbiîne baktığımız zaman, her türlü vazife ve sorumluluklarının yanında evrâd ü ezkârlarını hiç terk etmediklerini görüyoruz.”4)
  • “İrade-i külliye, avam halk arasında, Cenâb-ı Hakk’ın iradesine verilen bir isimdir. Fakat sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn döneminde bu ıstılah söz konusu değildir. Yani, onlar Cenâb-ı Hakk’ın iradesine küllî irade ; beşerin iradesine cüz’î irade dememişlerdir. Ne var ki, halkın meseleyi anlayabilmesi için böyle bir ıstılah vaz’etmede çok fazla zarar olmasa gerek. Tabiî, benim bu sözüm de yine tenkide açıktır.”5)
  • “Biz, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in yolunda ve izinde hizmet-i imaniye ve Kur’âniye’de bulunurken, başımızda Fahr-i Kâinat Efendimiz’in vesâyasını ve siyanet kanatlarını hissediyoruz. İşte bu cihetle de bize paha biçilmez ve bu yönümüzle kıymetimiz takdirler üstü takdiri hâizdir. Biz, hizmete kilitli kaldığımız sürece işte böyleyiz. Öyleyse ferden ferdâ kıymetsiz olsak bile ümitlerimizi besleyecek, dualarıyla رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا ‘Allah’ım, bizi ve kardeşlerimizi bağışla!’ (Haşir sûresi, 59/10) diyen kardeşlerimizin dualarına dâhil olacak, o mağfiretten istifade edecek bir şahs-ı mânevî itibariyle –şimdilerde tüzel kişilik diyorlar– öylesine âlâlardan âlâ, muallâlardan muallâ olmaya namzediz ki, sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn asrı istisna edilecek olursa yeryüzünde böyle hizmet edenlerle ölçüşecek ikinci bir topluluk yoktur. Bu noktada da Allah’a hamd ve senâ ederim. Ferden ferdâ mücrimiz ama şahs-ı mânevî olarak âlâlardan âlâ olmaya namzetiz.”6)
  • “… Resûl-i Ekrem’in bir şiârı olan ‘aleyhissalâtü vesselâm’ kelâmı gibi ‘radiyallâhü anh’ terkibi sahabeye mahsus bir şiâr değil. Belki sahabe gibi, veraset-i nübüvvet denilen velâyet-i kübrâda bulunan ve makam-ı rızaya yetişen Eimme-i Erbaa, Şah-ı Geylânî, İmam Rabbânî, İmam Gazâlî gibi zâtlara denilmeli. Fakat örf-ü ulemâda sahabeye ‘radiyallâhü anh’, tâbiîn ve tebe-i tâbiîne ‘rahimehullah’, onlardan sonrakilere ‘gaferahullah’ ve evliyaya ‘kuddise sirruh’ denilir.”7)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 46.
2)
A.g.e. s. 101.
3)
M. Fethullah Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız: İktisadî Mülâhazalar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 238.
4)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 152.
5)
M. Fethullah Gülen, Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 160.
6)
M. Fethullah Gülen, Kendi Ruhumuzu Ararken (Prizma-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 62–63.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 317.
8)
A.g.e. s. 402.
tebe-i_tabiin.txt · Son değiştirilme: Değiştiren: Editör