Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


teemmul

Teemmül

  • Derinlemesine düşünme.
  • “İnsanları fikren dalâlete atan sebeplerden biri; ülfeti, ilim telâkki etmeleridir. Yani melûfları olan şeyleri kendilerince mâlûm bilirler. Hatta ülfet dolayısıyla âdiyata teemmül edip ehemmiyet vermezler. Hâlbuki ülfetlerinden dolayı mâlûm zannettikleri o âdi şeyler, birer harika ve birer mu’cize-i kudret oldukları hâlde, ülfet sâikasıyla onları teemmüle, dikkate almıyorlar; tâ onların fevkinde olan tecelliyât-ı seyyaleye im’ân-ı nazar edebilsinler. Bunların meseli deniz kenarında durup, denizin içerisindeki hayvanâta ve sair garip hâlâtına bakmayarak, yalnız rüzgâr ile husûle gelen dalgalara ve şemsin şuââtından peyda olan parıltısına dikkat etmekle Mâlikü’l-bihar olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.”1)
  • Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman derinden derine tafsilât ile tetkikat yap. Fakat âfâkî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit sathî, icmalî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik, tafsilâtında yoktur. Hem de âfâkî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. İçine dalma boğulursun.”2)
  • İnsandaki istidat ebede nâzırdır. Eğer istersen insaniyetin cevherine ve natıkıyetin kıymetine ve istidadın muktezasına teemmül ve tetkik et. Sonra da o cevher-i insaniyetin en küçük ve en hasis hizmetkârı olan hayale bak, gör, yanına git ve de: ‘Ey hayal ağa! Beşaret sana! Dünya ve mâfîhânın saltanatı, milyonlar sene ömürle beraber sana verilecektir. Fakat âkıbetin dönmemeksizin fenâ ve ademdir.’ Acaba hayal sana nasıl mukabele edecek? Âyâ, istibşar ve sürur veyahut telehhüf ve tahassürle cevap verecektir? Ecel, neam, evet, cevher-i insaniyet âmâk-ı vicdanın dibinde enîn ve hanîn edip bağıracak: ‘Eyvah, vâ hasretâ saadet-i ebediyenin fıkdânına!’ diyecektir. Hayale zecir ve ta’nif ederek, ‘Yahu! Bu dünya-yı faniye ile razı olma!’”3)
  • Kur’ân’ın ihtiva ettiği hakikatlere ciddi bir teemmül, tefekkür ve tedebbürle bakılmalıdır ki, onun gerçek kıymeti ve muhteva, zenginliği bilinebilsin.”4)
  • Aklî delilleri gaye ve hedef hâline getirip diyalektik ve demagoji saplantısına düşmek ne derece yanlış bir düşünce inhirafı ise; onu tamamen nefyedip hafife alma da aynı oranda düşüncede bir sığlaşmadır. Esasen bu iki saplantı da bir hakikatin iki ayrı yüzüdür. Teşhisteki yanlışlık, aynı hakikatin bu iki ayrı yüzünü teker teker ve müstakil birer hakikat kabul etmekte yatmaktadır. Ve hele bu iki ayrı düşünce tarzı sadece kendini hakikatlerin sabit aynası görmekle arada kapanması çok güç uçurumlar meydana getirmiş ve getirmektedir. Hâlbuki hissîlikten uzak az bir düşünce ve teemmül bu iki ucu birleştirip kopmaz hâle getirebilir.”5)
  • Kur’ân’da her şey vardır ama kendi zatında gaye ve hedef olarak değil, Sâni’in mârifet ve azameti namına vardır. Bir yazıda ‘a’ harfi, kendinden çok, yazanın sanat ve kabiliyetini gösterdiği gibi, Kur’ân âyetleri de, Allah’ı tanıma ve bulmada birer mukaddime ve delil yapılsın, tefekkür ve teemmülle ibret alınsın diye vardır.”6)
  • Lügat itibarıyla mevhibe ve vâridât arasında, yukarıda da işaret edildiği gibi açık bir fark bulunmasına rağmen, sofiye bunları çok defa aynı anlamda kullanmış ve her ikisiyle de, içe doğan ve kalbe gelen ilham esintilerini kastetmişlerdir. Gerçi, bazen bu kelimelerle insan derûnunda beliren sevinç-hüzün, inşirah-inkisar ve kabz u bast hislerinin kastedildiği de olmuştur; ama, çoğunluğun görüşü, onların yukarıdaki yorumlar çerçevesinde, teemmülsüz ve insan iradesine iktiran etmeyen ilâhî esintiler anlamına geldiği istikametindedir. Evet, mevhibe de, vâridât da, göz ve kulakların tavassutu söz konusu olmadan, Hakk’ın mükerrem kullarının kalbine atılan öyle bir ilâhî armağan ve Hak teveccühüdür ki, hiçbir zaman onu akıl, mantık ve muhakeme ile kavramak mümkün değildir.” 7)
  • “… günümüzün adanmış ruhları, olabildiğince temkin, teemmül ve basiretle hareket etme mecburiyetindedir. Bu hassasiyet gösterilmediği takdirde, Rabbim muhafaza buyursun, sırttaki yumurta küfesine zarar verilmiş ve emanete hiyanet edilmiş olur.”8)
  • “Son âyette geçen يَمُرُّونَ kelimesinin masdarı ‘mürûr’dur. Mürûr uğrayıp geçmek demektir. Durup bakma, düşünme ve teemmülde bulunmayı değil, sadece bir uğrayıp geçmeyi ifade eder. O gün insanların çoğu, Allah ve Resulü’ne inanmadıkları gibi, kendilerini Allah’a inanmaya sevk edecek olan kâinattaki delillere de umursamazlık içinde bakıyorlardı. Varlık üzerinde derinlemesine tefekkür etmiyor, tefekkür edip de onunla hakikate ulaşmayı düşünmüyorlardı. Bakışları sığ, zahirî ve çarpıktı. En mânâlı, en hikmetli, en etkileyici şeyler dahi onlar için bir mânâ ifade etmiyordu. Tarih boyunca bu böyle olageldiği gibi bugün de durum çok farklı değildir. Günümüzde nice insan, Allah’tan gelen kitaba inanmıyor, Allah’ın yarattığı kâinat sergisi bin bir güzelliğiyle gözleri önünde arz-ı endam ederken ona mânâsız mânâsız bakıyor ve olan bitene doğru bir anlam veremiyor. Neticede Allah’a ve ahirete dair bir fikre de sahip olamıyorlar.”9)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 181.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 113.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 102.
4)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 74.
5)
M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 14.
6)
A.g.e. s. 145.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 674–675.
8)
M. Fethullah Gülen, Yaşatma İdeali (Kırık Testi-11), İstanbul: Nil Yayınları, 2012, s. 223.
9)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Sihirli Ufku: Yusuf Sûresi, New Jersey: Süreyya Yayınları, 2024, s. 328.
teemmul.txt · Son değiştirilme: 2024/10/26 22:50 Değiştiren: Editör