vahidiyet
İçindekiler
Vâhidiyet
- Cenâb-ı Hakk’ın bütün mevcudata umumî olarak tecellî eden birliği.
- “Vâhidiyet ise bütün o mevcudât birinindir.. ve birine bakar.. ve birinin îcadıdır demektir.”1)
- “(Kur’ân) vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor…”2)
- “Güya rahmet tarafından bu kâinat, hadsiz antika ve acîb ve kıymetli şeylerle tezyin edilmiş bir saraydır.. ve bütün o saraydaki hadsiz sandıkları ve menzilleri açacak anahtarlar insanın ellerine verilmiş.. ve bütün onlardan istifade ettirecek olan ihtiyaçlar, hissiyatlar insanın fıtratına verilmiş. İşte böyle dünyayı ve âhireti ve her şeyi kaplamış bir rahmet, elbette o rahmet, vâhidiyet içinde bir ehadiyetin cilvesidir.”4)
- “Rahmân vâhidiyetin, Rahîm ise ehadiyetin tecellîsidir.”6)
- “Kabz celâlî, bast cemalîdir; birinde ‘vâhidiyet’ sırrıyla azamet ve ululuk, diğerinde de rahmet ve tecellî-i tenezzül nümâyândır. Birinde, zerreden sistemlere kadar bütün varlığı elinde tesbih daneleri gibi çeviren kudretin ürperticiliği; diğerinde, bu ezip geçen akıl almaz büyüklüğün, bu her şeyi iki büklüm eden müthiş ceberûtun hayret ve dehşetiyle tir tir titreyen ruhlara ‘üns’ esintileri hâlinde iltifat ve okşayıcılığı söz konusudur.”7)
- “Kevnî hakikatler ele alındığında da yine, canlı-cansız, canlılar arasında hayvan-insan-melek-şeytan gibi esmâ ve sıfât mertebesine ait belli ad ve unvanlarla değişik tecellîler görünür. Bu ad ve unvanların arkasındaki bütün varlıklar bir birlik arz ederler; zira bunların verâsında taayyün-ü evvel, âlem-i ceberût veya hakikat-i Ahmediye diyeceğimiz bir mertebe söz konusudur ki, o da bir tevcihe göre vâhidiyet, diğer bir tevcihe göre de ehadiyet tecellîsidir. Bu mebde’deki vâhidiyet-ehadiyet mertebesine tenezzül ile âyân-ı sâbitenin bir tafsil ve inkişafı olarak taayyün etmiş ve belirgin bir hâl almıştır. Bu itibarla da, bunlardan biri diğerinin aynı değil; bir tafsil ve inkişafıdır.”8)
- “Berzah dendiğinde bizim anladığımız mânâlar bunlardır. Bazı mutasavvıfîn ‘berzahu’l-câmi’ diye ayrı bir berzahtan daha bahsederler ki o bütün berzahların aslı, esası mânâsında istimal edilen bir tabirdir ve ‘tecellî-i vâhidiyet’ ya da ‘taayyün-ü evvel’in başka bir unvanı olarak kullanılagelmiştir. Berzah-ı câmi, bazılarınca ‘berzah-ı evvel’, ‘berzah-ı âzam’, ‘berzah-ı ekber’ adlarıyla da yâd edilmektedir. Bu berzahın özü, esası, insanî ruh ve mânâ; çekirdeği ve meyvesi de Hakikat-i Ahmediye’dir (aleyhi ekmelüttehâyâ). Bediüzzaman’ın ifadesiyle O’nun nuru, kâinat kitabını yazan kalemin mürekkebi, varlık ağacının hem çekirdeği hem meyvesi, Cennetlerin anahtarı, Cehennem yollarının aşılmaz sûru, gönüllerdeki itminan hissinin kimya-i saadeti ve insanî kemalâtın da aldatmayan biricik rehberidir.”9)
- “Ehadiyette, ulûhiyet ve rahmâniyete bakan –bu bir itibara göre böyledir, bu mülâhazayı vâhidiyet için düşünen mutemet insanların sayısı da az değildir– bir ihata edilmezlik, bir nâkâbil-i idrak olma keyfiyeti söz konusudur. Evet insan, her zaman ehadiyetle müfad celâlî tecellîyi kavrayamayabilir; zira onda, ulûhiyet ve rahmâniyet tecellî dalga boyunda bir külliyet, bir umumiyet ve dolayısıyla da göz kamaştıran ve görmeye mâni azamet ve izzetin kuşatıcılığı bahis mevzuudur. İşte bu hâliyle de o muhittir.. ve dolayısıyla da ihata edilmesi imkânsızdır. Bu durumda da vicdanlar bir tenezzül ve daha farklı bir inkişafa ihtiyaç duymaktadırlar. Kur’ân-ı Kerim’in bazı yerlerde ortaya koyduğu böyle bir tavr-ı tenezzülün, vicdanların ihtiyacını karşılamak üzere bu kabîl bir inkişafa baktığı söylenebilir: Kur’ân, çok defa, kâinat ve hâdiseleri nazara verdiği aynı anda, görülüp hissedilebilen, okunup anlaşılacak olan cüz’iyyât dairesindeki bir şefkat, bir merhamet, bir nizam ve bir âhengi hatırlatarak, ihata edilmezler üzerine kavranılabilirlik merceğini koyup her şeyi doğru okumamızı sağlar ve bizi muhit olanın ihata edilmezliği karşısında hayrette bırakmaz.”10)
- Zât-ı Ulûhiyet’e, ehadiyeti itibarıyla bakılınca, esmâ ve sıfâttan kat-ı alâka ile ondan Zât-ı Baht kastedilir. Vâhidiyet açısından nazar edildiğinde ise, esmâ-i ilâhiye ve sıfât-ı sübhaniye de duyulur, sezilir. Burada vicdanın, O’nu bütün âsârı, ef’âli, esmâsı ve sıfatlarıyla da mülâhazaya aldığı olur ki, bu da daire-i rubûbiyetin duyulup sezilmesi demektir.”11)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 266.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 8.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 121.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 158.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 195.
6)
M. Fethullah Gülen, Fatiha Üzerine Mülâhazalar, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 98.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 251.
8)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 363.
9)
A.g.e. s. 537.
10)
A.g.e. s. 538.
11)
A.g.e. s. 737.
vahidiyet.txt · Son değiştirilme: 2025/01/08 11:01 Değiştiren: Editör