Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


velayetikubra

Velâyet-i Kübrâ

  • “… velâyet-i kübrâ olan verâset-i nübüvvet ve sıddîkıyet –ki, sahabelerin velâyetidir– bir veli kazansa yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez.”1)
  • Velâyet üç kısımdır: Biri, velâyet-i suğrâ ki meşhur velâyettir.. biri, velâyet-i vustâ.. biri, velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise; veraset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”2)
  • Sahabelerin velâyeti, velâyet-i kübrâ denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarîkına uğramayarak, doğrudan doğruya zâhirden hakikate geçip, akrebiyet-i ilâhiyenin inkişafına bakan bir velâyettir ki, o velâyet yolu, gayet kısa olduğu hâlde gayet yüksektir. Harikaları az, fakat meziyyâtı çoktur. Keşif ve keramet orada az görünür.”3)
  • “… cadde-i kübrâ, elbette velâyet-i kübrâ sahipleri olan sahabe ve asfiya ve tâbiîn ve eimme-i ehl-i beyt ve eimme-i müçtehidinin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’ân’ın birinci tabaka şâkirtleridir.”4)
  • Sahabelerden ve tâbiîn ve tebe-i tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân, onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki; her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.”5)
  • “Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, sünnet-i seniyyeye ittibâdır. Yani, a’mâl ve harekâtında sünnet-i seniyyeyi düşünüp ona tâbi olmak.. ve taklid etmek.. ve muamelât ve ef’âlinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir. İşte bu ittibâ ve iktidâ vâsıtasıyla, âdi ahvâli ve örfî muameleleri ve fıtrî hareketleri ibadet şekline girmekle beraber; her bir ameli, sünneti ve şer’i o ittibâ noktasında düşündürmekle, bir tahattur-u hükm-ü şer’î veriyor. O tahattur ise, sahib-i şeriatı düşündürüyor. O düşünmek ise, Cenâb-ı Hakk’ı hatıra getiriyor. O hâtıra, bir nevi huzur veriyor. O hâlde mütemâdiyen ömür dakikaları, huzur içinde bir ibadet hükmüne getirilebilir. İşte bu cadde-i kübrâ, velâyet-i kübrâ olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan sahabe ve selef-i sâlihînin caddesidir.”6)
  • “Cemaate Sözler’i okumak zamanında, sendeki hissiyât-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârâne hamiyet-i diniye galeyanının sırrı şudur ki: Velâyet-i kübrâ olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Said’in vekili, belki mânen aynı hükmüne geçtiğin içindir.”7)
  • “Nasıl ki risalete inkılâp eden velâyet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) bütün velâyetlerin fevkindedir. Öyle de o velâyetin tarîkatı ve o velâyet-i kübrânın evrâd-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihât, o derece sâir tarîkatların ve evrâdların fevkindedir.”8)
  • “… ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakâik-i imaniye, aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî burhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakâike yol açmış; ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akîde ve usûl-ü din içinde bir velâyet-i kübrâ yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydandadır.”9)
  • İslâm evrensel olma özelliği itibarıyla bütün insanlara hitap etmektedir. Onun yelpazesi, tasavvurlarımızı aşan bir genişliğe sahiptir. O hâlde onu insanlığa takdim edenler bu özelliği hiçbir zaman göz ardı etmemelidirler. Bu sebeple, ya da bu ve şu görüşü ön kabulüyle kimseyi bu tebliğ dairesinin dışına itmemeli, hiçbir ferdi, mezakından, meşrebinden karakterinden dolayı dışlamamalıdırlar. Küfür, şirk hariç taklidî imana sahip olan da, velâyet-i kübraya talip olup da; ‘Ben Kur’ân ve sünnetten öğrendiğim şeyleri enfüsî yolla vicdanımda duymak istiyorum.’ diyen herkes bu yelpazede mutlaka yerini bulmalıdır. Aslında, Kur’ân’ın gölgesinde yürümek de bu düşünce çizgisinde hareket etmek demektir.”10)
  • Sahabe mesleğinin çok önemli bir esası da keşif, keramet, ilahî sır ve tecellî gibi harikulâdeliklere talip olmamaktır. Risalelerde de değinildiği üzere; sahabîlerin velâyeti ‘velâyet-i kübra’ olarak adlandırılan ve verâset-i nübüvvetten gelen bir velâyettir. Onlar için, seyr ü sülûk esnasında tarikat berzahından geçme gibi bir mecburiyet söz konusu değildir. Ashâb-ı Kirâm, çoğu velilerin uğramak zorunda oldukları seyr ü sülûk duraklarına uğramadan lütf-u ilahî ile doğrudan doğruya hakikate ulaşmışlardır. Onların hepsi velîdir ama hemen hiçbiri sonraki velîlerin geçtiği merhalelerden geçmemiştir. Dolayısıyla, onların yolu gayet kısadır; orada keşif ve keramet türünden harikalar da çok az görülür.”11)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 534.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 19.
3)
A.g.e. s. 51.
4)
A.g.e. s. 90.
5)
A.g.e. s. 402.
6)
A.g.e. s. 506.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 240.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 76.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası-I, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 85.
10)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 172–173.
11)
M. Fethullah Gülen, Ölümsüzlük İksiri, (Kırık Testi-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 92–93.
velayetikubra.txt · Son değiştirilme: Değiştiren: Editör