zat-i_akdes
İçindekiler
Zât-ı Akdes
- “(Kur’ân) vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor…”1)
- “Acaba, maddeden mücerred ve muallâ.. ve tahdid-i kayıt ve zulmet-i kesâfetten münezzeh ve müberrâ.. ve şu umum envâr ve bütün nûrâniyât, O’nun envâr-ı kudsiye-i esmâsının bir kesif zılâli.. ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervâh ve âlem-i misâl, nim-şeffaf bir ayna-yı cemâli, ve sıfâtı muhîta ve şuûnâtı külliye olan bir Zât-ı Akdes’in irâde-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhîtle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki teveccüh-i ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahıs külliyet kesbetmeden O’na yanaşabilir?”2)
- Bir zaman bir tek tesbihin, bir tek namazda, Sahâbelerin tarz-ı telâkkisine yakın bir sûrette bana inkişâfı, bir ay kadar ibâdet derecesinde ehemmiyetli göründü. Sahâbelerin yüksek kıymetini onunla anladım. Demek bidâyet-i İslâmiye’de kelimât-ı kudsiyenin verdiği feyiz ve nurun başka bir meziyeti var. Tazeliği haysiyetiyle başka bir letâfeti, bir taraveti, bir lezzeti var ki; gaflet perdesi altında mürûr-u zamanla gizlenir, azalır, perdelenir. Zât-ı Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâm) ise, onları menba-ı hakikîsinden (Zât-ı Akdes’ten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidâdıyla almış, emmiş, massetmiş. Bu sırra binâen o Zât, bir tek tesbihten, başkasının bir sene ibâdeti kadar feyiz alabilir.”3)
- “… bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fenâ-yı mutlak ise, hakikat değildir. Çünkü Zât-ı Akdes-i İlâhî, madem sermedî ve dâimîdir; elbette sıfâtı ve esmâsı dahi sermedî ve dâimîdirler. Madem sıfâtı ve esmâsı dâimî ve sermedîdirler; elbette onların aynaları ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekâdaki bâkiyât ve ehl-i bekâ, fenâ-yı mutlaka bizzarure gidemez.”4)
- “… her kemâl ve cemâl sahibi, fıtraten cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esmâ dahi, dâimî ve sermedî oldukları için dâimî bir surette Zât-ı Akdes hesabına tezahür isterler. Yani nakışlarını görmek isterler. Yani, kendi nakışlarının aynalarında cilve-i cemâllerini ve in’ikâs-ı kemâllerini görmek ve göstermek isterler.”5)
- “… Sâni-i Zülcemâl’in kendi Zât-ı Akdes’ine lâyık öyle hadsiz bir hüsün ve cemâli var ki, bir gölgesi bütün mevcudâtı baştan başa güzelleştirmiş.. ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir cilvesi kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinâtı hüsün ve cemâl lem’alarıyla tezyin edip ışıklandırmış.”7)
- “İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Cenâb-ı Hakk’a mâlûm ve maruf unvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü bu mâlûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati i’lâm edecek bir ifade de değildir. Maahâzâ, o unvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak Zât-ı Akdes’i mülâhaza için bir nevi unvandır. Amma Cenâb-ı Hakk’a mevcud-u meçhul unvanıyla bakılırsa, marufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecelli eden sıfât-ı mutlaka-yı muhita ile bu mevsufun o unvandan tulû etmesi ağır gelmez.”8)
- “Tefekkür öyle bir limandır ki, insan onunla eşyayı aşar, esmâya ulaşır ve esmâ yoluyla da Müsemmâ-i Akdes’e vâsıl olur. Ardından sıfatlar dairesi ne girer ve hayrete erer. Bu duruma gelince de, insanın bütün duygu ve düşünceleri âdeta Cenâb-ı Hakk’ın emir ve rızasına düğümlenir. İsterseniz buna ‘fenâ fillah’ mertebesine erme de diyebilirsiniz. Ve bu seviyeye ulaşan insan, Allah için işler, Allah için başlar, Allah için oturur, Allah için kalkar, Allah için yer, Allah için içer, lieclillah, livechillah rızası dairesinde hareket eder.”9)
- “Ahfâ, Zat-ı Akdes’in Ehadiyetinin perdesiz tecelli merkezidir, öteler ötesine açık bir mevhibeler penceresidir. Her mü’min potansiyel olarak sırrı, hafîsi ve ahfâsıyla sıfât, Zât, esrar-ı ulûhiyet ve kenz-i mahfîye açıktır, ama Hak tecellî etmeyince beşerî iradenin bu güçleri harekete geçirmesi de imkânsızdır.”10)
- “Bu sıfatların hemen hepsi de –tekvîn hususundaki farklı mülâhazalar mahfuz– kadîm, bâkî, bütün varlığı muhît, Zât-ı Ulûhiyet’in perde-i izzeti ve hicab-ı azameti, Zât-ı Akdes’le kâim ve zihnî mânâda ayniyeti söz konusu olmayan evsâf-ı celâliye ve cemaliyedir. Bunlar hayat, ilim, sem’, basar, irade, kudret, kelâm, tekvîn gibi sekiz sıfat-ı izzetten ibarettir.”11)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 8.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 208.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 406.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 61.
5)
A.g.e. s. 327.
6)
A.g.e. s. 413.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 68.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 119.
9)
M. Fethullah Gülen, Prizma-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 70.
10)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 722.
11)
A.g.e. s. 783.
zat-i_akdes.txt · Son değiştirilme: Değiştiren: Editör