“… güç ve kuvvetten başka bir değer bilmeyenler, âlemi kendileri gibi gördüklerinden, sizi de kendileri gibi zannedip hayalinizden geçmeyen, rüyasını dahi görmediğiniz şeyleri size isnat edebilirler. Bütün bunlar karşısında yapılması gereken, iç dünyanızı şerh edip sizi doğru bir şekilde okumalarını sağlamak olmalıdır. Zaten sizin, bir
ibadet neşvesi içinde, dünyayı bir Cennet koridoru hâline getirmekten başka bir gayeniz olmadı. Evet, sizin dininizden kaynaklanan sorumluluk şuuruyla peşinde olduğunuz bir hedef vardı: İnsanlar vuruşmasın, sürtüşmesin, öldürücü bombalar patlamasın, katliam ve kıyımlar olmasın; Hiroşima ve o, dünya savaşları gibi fecâi’ ve fezâi’ bir kere daha yaşanmasın. Bunun için de baştan beri hep insanların gönlüne seslendiniz, karınca kararınca her yerde
barış adacıkları oluşturmaya çalıştınız. Bu arada şunu ifade edeyim ki, ülkemizde ve dünyanın dört bir tarafında nice temiz ve nezih
fıtrat böyle bir çağrıya kulak verdi, teveccüh gösterdi, böyle bir anlayışı alkışladı, destek oldu ve sahip çıktı. O hâlde bize düşen, kim ne derse desin, olumsuzluklara takılıp kalmadan, Rabbimizin rızasına ereceğimizi umduğumuz bu yolda, küheylânlar gibi çatlayıncaya dek, koşturup durmaya devam etmektir.”
1)