Kalb buudlu
iğtiraba gelince o, ârifin, Hak katındakileri duyuş, seziş ve bekleyişleri açısından öyle bir
gurbetidir ki; duyar, hisseder; duyup hissettikleriyle ruhânî zevklere açılır; açılır ama, vuslat-ı hakikîye kadar çevresinde Hakk'a kapalı insanların
gurbetlerini ruhunda duyduğu gibi, seyr-i ruhânînin getirdiği
gurbetlerden de bir türlü kurtulamaz; sürekli kalbinde, ‘
kurbet’, ‘üns billâh’ ve ‘lika’ şevk u iştiyakını duyar; duyar ama, hakikî olmasa bile, ya endişe, korku ve hassasiyetinin örgüleyip yürüdüğü yollarda karşısına çıkardığı berzahların tesirinde kaldığından ya da bir kısım şuuraltı mülâhazaların resmettiği şekil ve suretler, kalb gözü hadekasını birer perde gibi sardıklarından, derecesine göre muğteribin yakînî, zannî, tahmînî veya vehmî bir
gurbeti söz konusudur ki, değişik dalga boyundaki bu şerareler, vefa, sadâkat ve kurb hususiyetlerine çarparak onların ruhî şekillerine dokunur.. ve şekil değişmelerinden meydana gelen boşluklarda
gurbet esintileri duyulmaya başlar ki, işte bu, mütemadî bir
iğtirabtır. Zira
sâlik, yukarıdaki mülâhazalarla arzetmeye çalıştığımız hususları, kazanma kuşağında kaybetme gördüğünden kendini çaresizlik içinde hisseder.. ve bu yalnızlık endişesi, yalnızlık vehmi ve yalnızlık düşüncesiyle يَا لَيْتَنِي لَمْ تَلِدْنِي أُمِّي ‘Keşke anam beni doğurmasaydı!’ der ki, bu bildiğimiz
gurbetlerin en ağırı, en idrak edilmezi ve en değerlisidir.”
3)