kalb
İçindekiler
Kalb
- “Kalbden maksat, sanevberî (çam kozalağı) gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir latîfe-i rabbâniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı vicdan, mâkes-i efkârı dimağdır. Binaenaleyh, o latîfe-i rabbâniyeyi tazammun eden o et parçasına kalb tabirinden şöyle bir letafet çıkıyor ki, o latîfe-i rabbâniyenin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cism-i sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir.
- Kezâlik, o latîfe-i rabbâniye a’mâl ve ahvâl ve mâneviyatın hey’et-i mecmuasını hakikî bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nur-u imanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyit-i gayr-i müteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır.”1)
- Yoksa bâzıların zannınca îmân dimağda olsa; ruh-ı îmân olan hakkalyakîne, ihtimalât-ı kesîre olur birer hasm-i bîemân.
- “Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve rûhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir dâire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, mârifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden, ُلَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.”4)
- “Kur’ân, fıtrat-ı selîme cihetiyle musaddaktır. Eğer bir arıza ve bir maraz olmazsa her bir fıtrat-ı selîme onu tasdik eder. Çünkü itmînan-ı vicdan ve istirahat-i kalb, onun envârıyla olur. Demek fıtrat-ı selîme, vicdanın itmînanı şehâdetiyle onu tasdik ediyor. Evet fıtrat, lisân-ı hâliyle Kur’ân’a der: ‘Fıtratımızın kemâli sensiz olamaz.’”5)
- “Mârifetullah denilen kâbe-i kemâlâta giden minhacların en müstakîm ve en metini, Sahib-i Medine-i Münevvere’nin (aleyhissalâtü vesselâm) yaptığı tarik-i hadîd-i beyzâsıdır ki, ruh-u hidayet hükmünde olan Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm), avâlim-i gaybın mişkât ve zücâcesi hükmünde olan kalbinin mâkes ve tercümanı makamında olan lisân-ı sâdıkı, berâhîn-i Sâni’in en sâdık bir delil-i zîhayat ve bir hüccet-i nâtıka ve bir burhan-ı fasihtir.”6)
- “Kur’ân’da, dinî ilimlerde, ahlâkta, edebiyatta, tasavvufta kalb dendiği zaman, daha ziyade bu … mânâdaki kalb kastedilir. Aynı zamanda iman, mârifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanî de bu mânâdaki kalbin ille-i gâiyesi ve varlığının hakikî hedefleridir.”7)
- “İnsan denen bu en şerefli varlık, âlem-i halka bakan cesedi ve nefsi, âlem-i emre nâzır ruhu, âlem-i melekûta açık kalbi ve âlem-i ceberûta müteveccih sırrıyla –bu son buudları itibarıyla potansiyel olarak öyledir– eşimenendi olmayan bir nüsha-i kübrâdır.”8)
- “… Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i Sahiha ve tasavvufta kastedilen, aynı zamanda latîfe-i Rabbâniye denilen kalbdir ki, ‘kalbsiz, yüreksiz, temiz kalbli veya kalbi çürük’ vb. sözlerle ifade edilen ve mahall-i mârifet olan esas kalb de budur. Keza, insan mahiyetinden hedeflenen, vicdanın duyuş ve sezişleri, kuvve-i akliye ve idrâkiyenin madeni, merkezi de işte bu latîfe-i Rabbâniyedir. Bu yönüyle kalb, insanın engin bir derinliğinin unvanıdır ve ruhun da santralidir.”9)
- “Kâinat kitabının, insanın duygularına hitap eden yönleri vardır. Meselâ insan, kâinat kitabını tetkik ettiğinde, bu koca ağacın çekirdeğinden köküne, dalına-budağına, çiçeğinden meyvesine kadar ilâhî ‘Kudret’ ve ‘İrade’nin yazdığı o muhteşem kitaptan aldığı mânâ usâreleriyle bir arı gibi petekler oluşturacak ve onları kalb ve dimağına emanet edecektir. Kalb ve dimağ ise bu mânâları analiz ederek onların verâsında anlatılmak istenenleri kavramaya çalışacaklardır. Ne var ki, herhangi bir mürşid olmadığında, onların bu mânâları anlayıp kavramada âciz kalmaları da kaçınılmazdı.”10)
- “Kalb aynasını sadece bir defa Rabb’e çevirip, O’nun, o andaki tecellîsiyle almış olduğunuz zevk-i ruhanî ve imdad-ı Rabbanî ile bir ömür boyu yaşayamazsınız. O hâlde, sürekli O’nun tecellîlerine açık olmak gerekmektedir.”11)
- “… insan … kâinatı içine alacak vicdan genişliğini yakalayabilirse Allah’ı ‘kenzen’ kalbinde duyabilir.”12)
- “Nefs-i emmâre, insana kötü ve çirkin şeyleri emreden ve yapılan bu fenalıklar karşısında herhangi bir rahatsızlık duymayan nefistir. İnsanın tabiat ve cismaniyeti eğer bir terbiye, tezkiye görmezse, ruhen terakki yoluna girip kalb tasfiyesinde bulunmazsa, Üstad’ın tabiriyle cismaniyetten çıkıp, hayvaniyeti bırakıp kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselmezse, o nefis, insana sürekli kötülükleri emreder, fenalıklara yönlendirir ve boynuna bir ip takıp onu istediği yerde otlatır. Hâlbuki insan ipi boynunda istediği yerde otlamak üzere dünyaya gönderilmiş bir varlık değildir. Zira yaratılış gayeleri doğrultusunda o işi yapacak başka bir sürü mahlûk zaten yeryüzünde mevcut bulunmaktadır. İnsan ise yaratılmışların en şereflisi olarak Cenâb-ı Hakk’a muhatap olabilecek en mükemmel bir surette, iç-dış donanımıyla en güzel bir kıvamda yaratılmıştır.”13)
- “… ruhanî kalbin beslenme kaynağı iman, onun itminana ulaşma yolu da her zaman Allah’ı anmaktır; evet ‘Kalbler, ancak Allah’ı anma ve yâd etmekle oturaklaşır.’ huzura erer.. ve bu sayede ruhtaki bütün acılar diner.. stresler, hafakanlar aşılır.. ve his dünyamızda da sürekli itminan meltemleri esmeye başlar; başlar, zira, her şey Allah’la başlamıştır. O öyle bir ‘Mebde-i Evvel ’dir ki, zincirleme sürüp gidiyor gibi görünen bütün sebepler döner-dolaşır, nihayet O’nda sona erer. Bütün arzu, istek ve beklenti mülâhazaları gider O’nda noktalanır.”14)
- “‘Kalb ve ruh insanları ile içli-dışlı bulunmaya çalışınız!’ Kalb ve ruh insanları… Çok defa âcizâne arz etmeye çalıştım: Sonradan değişik müesseseler oluştu; fakat Devr-i Risâletpenâhi’de, İnsanlığın İftihar Tablosu döneminde her şey bir bütünlük içinde ele alınıyor, ifade ediliyordu. Mesela, bir insan ele alındığı zaman, o, bir maddî anatomisi ile ele alınıyordu, bir de manevî anatomisinin varlığı vurgulanıyordu. Maddî anatomisi; eli-ayağı, gözü-kulağı, dili-dudağı, içi-dışı, kalbi, em’âsı (bağırsakları), batnı, beyni, nöronları, Hipofiz bezi, Talamus bezi filan… Maddî anatomisini düşündüğünüz, bunu teşrih masasına yatırdığınız zaman karşınıza çıkacak şeyler, bunlar ve bunlara benzer şeylerdir. Bir de insanın, kalb, ruh, sır, letâif gibi şeyleri vardır; his gibi, ihtisas gibi şeyleri vardır. Bunlar da insanın manevî anatomisini teşkil eder. Bu yönüyle ‘kalb ve ruh insanları ile’ diyor esasen.15)
Ayrıca Bakınız
İlave Okuma
- James S. Cutsinger, Paths to the Heart: Sufism and the Christian East, Bloomington: World Wisdom, 2004.
- Mehmet Yavuz Şeker, Sultan Mührü: Kalb, İstanbul: Işık Yayınları, 2013
Dipnotlar
1)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 78.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 137.
3)
A.g.e. s. 799.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 170.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 216.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 100.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 72.
8)
A.g.e. s. 609.
9)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 162.
10)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Altın İkliminde, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 32.
11)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 67.
12)
M. Fethullah Gülen, Kırık Testi-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 209.
13)
M. Fethullah Gülen, Kalb İbresi, (Kırık Testi-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 114–115.
14)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 78.
15)
M. Fethullah Gülen, “Nifak ve Enâniyet Çağında, İhlâs ve İstikâmet Vesileleri”
kalb.txt · Son değiştirilme: 2025/01/15 10:33 Değiştiren: Editör