Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


sohbet

Sohbet

  • Sohbet; Cenâb-ı Hakk’a yönlendiren yararlı konuşmalarda bulunma, söz ve düşünce ile başkalarının ufkunu açma, bir insanın kendisine karşı duyulan hüsnüzannı, gönülleri sonsuza yönlendirmede bir kredi gibi kullanma ve hep hayırhahlık mülâhazasıyla oturup-kalkmaya denir ki; zannediyorum Yunus da, ‘Asayiş kılan cânı evliyâ sohbetidir.’ diyerek, işte böyle yüksek hedefli musahabenin hayatiyetini vurgulamak istemişti.
  • Sofîyece, hakikate ulaştıran iki önemli yol vardır; bunlardan biri sohbet, diğeri de hizmettir. Hizmet, himmete mazhariyetin bir vesilesi ve yolu; sohbet de, zâhir ve bâtın duygularla hakikatı duyma, hissetme, yaşama hâlidir ki, öteden beri hep ehemmiyetli bir ‘insibağ’ sebebi addedilegelmiştir. Ne var ki, her insibağ, sohbetin merkez noktasını tutan zâtın mertebesiyle mebsuten mütenasip (doğru orantılı) olduğundan, tezahür ve tesirlerinde de bir kısım farklılıklar söz konusudur. İnsanlığın İftihar Tablosu’nun, câmiiyyeti itibarıyla hak sohbeti sayesinde mazhar olduğu insibağ, en kâmil mânâdadır ve صِبْغَةَ اللهِ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللهِ صِبْغَةً ‘Sen, Allah'ın boyasıyla boyan ve O’nun verdiği rengi tam al; (zaten) o ilâhî boyadan boyası daha güzel olan kimdir ki?’ (Bakara, 2/138) hakikatının aşkın bir remzidir. Ondan sonra, O'nun metbûiyyetine bağlı bir tâbiiyyet içinde ve asliyetine nisbeten bir zılliyet mahiyetinde diğer bütün dava-i nübüvvet ve dava-i vilâyet vârislerinin insibağları gelir ki, verenin ve alanın istidadına göre çok farklı ve mütefâvittir ve bu konudaki ahz ü atâ da tamamen kabiliyetlere göre cereyan etmektedir.
  • ‘Herkesin istidadına vabestedir asar-ı feyzi,
  • Ebr-i nisandan ef'i sem, sadef dürdane kapar.’ (Mîrî)
  • Hizmet, ihlâs ve samimiyet içinde Hak rızâsını aramak ve Hakk’ın hoşnut olduğu kimselerin terbiye ve vesayetinde bulunmak; sohbet ise, gönül kapılarını ardına kadar ilâhî vâridat ve mevhibelere açık tutarak, bir hak dostuna mülâzemette bulunup, onun Hak tecellîlerine açık o zengin atmosferini paylaşmak demektir. Sahabe, hizmette zirveleri tuttuğu gibi, sohbette de en yüksek şâhikaların üveyki olma pâyesiyle serfirazdır ki, bu, o toplumun musâhabesinde merkez noktayı tutan zâtın bir tek nazarı -bu konu, Nazar başlığıyla ayrıca tahlil edilecektir- müstaid ruhları bir hamlede evc-i kemale çıkarmasında aranmalıdır. Tabiî, kalblerini, iradelerini, hislerini, şuurlarını o Kutup Yıldızı’nın çevresinde dönmeye bağlamış bu aktif sabır kahramanlarının istidat ve performanslarının da nazardan dûr edilmemesi gerekir.
  • Her hak dostu, ‘Sıbğatullah’dan belli bir tasarruf mevhibesiyle şereflendirilmiştir; bu mevhibenin sınırları da, mum ışığı ölçüsündeki bir ziyâ ile himmet örfânesine iştirak eden herhangi bir hak erinden, kehkeşanların ışık kaynağı sayılan ‘Şemsü'ş-Şümûs’lara kadar olabildiğine geniştir. Ayrıca, daha önce de işaret edildiği gibi, bunda istidat ve kabiliyetlerin istifade ve istifazasının sınırlayıcılığı da söz konusudur ki, bu da, evliyâ ve asfiyâ adedince ‘Sıbğatullah tecellîsi ve insibağ keyfiyetinin var olduğunu gösterir.’ Evet, Hazreti ‘Nûru'l-Envâr’a bir mir’ât-ı mücellâ olan zâttan, zılliyet ve cüz’iyet plânında ona düz bir ayna olmaya çalışan en küçük bir sâlike kadar, birbirinden farklı pek çok sıbğ u insibağ mertebesi söz konusudur. Asliyet ve külliyet plânında bu mazhariyetin ferd-i ferîdi olan zâtın sohbet ve musâhabesi, umumî fazilette erişilmeyen öyle bir pâyedir ki, hiçbir kimse, hiçbir zaman, hiçbir ‘seyr u sülûk’ helezonuyla kat’iyen o mertebeye ulaşamaz. Düşünün ki, أَوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ نُورِي ‘Allah’ın haricî vucûd nokta-i nazarından varlık olarak en önce ortaya koyduğu, benim nûrumdur.’ diyen Hazreti Mazhar-ı ‘Nûru'l-Envâr’ın sohbetiyle şereflenmiş o bahtiyar kimseler, hakkın en birinci talipleri, Hak yolunun en müştak sâlikleri, Allah rızâsının da en kusursuz müridleri oldukları hâlde, bu hususlardan herhangi biriyle değil de, sohbet pâyesiyle öne çıkarılarak, bu güzîde topluluğa, ‘musâhabe kahramanları’ mânâsına, ‘Ashâb’ denmiştir.
  • Her sohbet eri, musâhabe merkezinde bulunan zâtın, Hazreti Ehad ü Samed'e imanını, irfanını, O’na muhabbetini ve O’nunla münasebetini -şuuru taalluk etsin, etmesin- onun her tavrında müşahede ederek, asliyetteki bu aşkınlığı zılliyet plânında duyup yaşaması açısından, hemen her zaman âsârı görülen, fakat yakalanıp değerlendirilemeyen, tarifi, teşhisi zor sırlı bir lâhûtî atmosfer içinde bulunur. Nisbet farklılığı mahfuz, bu durum, hemen her hâlis hakikat eri için de söz konusudur ki, Mevlânâ’nın ifadesiyle; merkez noktayı tutan zâtın ilelmerkez (merkezçek) câzibe-i kudsiyesi etrafında pervaz ederek ‘Şemsu'ş-Şümûs’a yürüyenler, hem onun irfan deryasından istifade eder, hem de onun zincirinin halkaları olmaları itibarıyla, tebaiyyetin gerektirdiği edep içinde, onun uğradığı hemen her noktaya uğrayabilirler.”1)
  • “Evet, aynı ruh, aynı duygu, aynı düşünce, aynı mefkûre etrafında kenetlenmiş kimselerin birlik içinde Hakk’a yönelişlerinde öyle bir derinlik, his ve şuurlarında öyle bir zenginlik, zikr ü fikirlerinde öyle bir enginlik vardır ki, en istidatlı fertler ve en kâmil insanlar bile, böyle bir heyet içindeki vâridlerin en küçüğünü dahi tek başlarına elde etmeleri mümkün değildir. Evet, sohbetin nûrânî atmosferinde ifade de istifade de, ifaza da istifaza da, hissettirme de hissetme de, hep farklı buudlarda cereyan eder ve her şey, ferdîlikteki riyâzîliğe mukabil, hendesî açılıma bağlı bir keyfiyette gerçekleşir.
  • Aslında bu sohbetlerde en önemli gaye, imanın mârifet ufkuna ulaştırılması, mârifetin ‘yakîn’in değişik mertebeleri sürecine bağlanması, Hakikat-ı Ahmediye vesayetinde kalb ve ruhun hayat mertebelerinde seyahatler gerçekleştirilmesi ve bu seyahatlerin de şuurlu temâşâ ile değerlendirilmesidir. Böyle bir seyahat ve temâşâda gönül erlerinin en önemli sermaye ve azıkları da, zikr ü fikir gibi kalb ve lisan amelleriyle letâifi harekete geçirmek, şevk ü şükürle de ilâhî mevhibelere karşı liyakatını ortaya koymaktır. Bu türlü mevhibelere mazhariyet umûmiyet itibarıyla Hazreti Rûh-u Seyyidi’l-Enâm’ın risâlet ve siyâdetine baktığından, dahası, bu siyâdet ve risâletin şâhitleri ve bürhanları olduklarından, zılliyet plânındaki memerri olmaktan daha çok, asliyyet çerçevesindeki mazharı bulunan Hazreti Sahib-i Kur’ân’ın hakkaniyetine birer hüccet sayılırlar. Bu, biraz da, muvakkat mümessillerin mahviyet ve tevâzularına, ayrıca nefs-i emmâreden sıyrılmalarına bağlıdır. Aksine, sohbet erleri, tabir-i diğerle, hakikat yolcuları eğer nefs-i emmârelerinden bütün bütün sıyrılamamış; sıyrılıp, hevâ ve heveslerinin yerine Hak rızâsını tam ikame edememiş iseler, değişik mevhibelere mazhariyeti veya bazı letâifin inkişafını kendilerinden bilme gafletine düşerek, şükür makamında fahre girebilir ve gölgeyi asıl zannederek iltibaslar yaşayabilirler. Hele bir de, bazı ikram veya cezb ü incizâblara memer iseler -bilhassa mazhar demiyorum- şatahat vâdîlerine yuvarlanarak; aslında bu kabîl başarı kulvarlarında iç içe kazançlar söz konusu olduğu hâlde onlar üst üste hasaretler yaşayabilirler.”2)

Ayrıca Bakınız

İlave Okuma

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 415–417.
2)
A.g.e. s. 418.
sohbet.txt · Son değiştirilme: 2024/07/12 17:31 Değiştiren: Editör