Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


kafa_ve_kalb_izdivaci

Kafa ve Kalb İzdivacı

  • “Kendi muallim ve üstadlarını bulup yeniden inşa dönemine geçecek olan bizim insanımızın derlenip toparlanması ise, hepten şaşırtıcı olacağa benzer. Elverir ki, günümüzün talim ve terbiye vazifelisi, fetih ve keşfedici bir ruha sahip bulunsun. Mukaddes kanaat ve düşüncelerinin hakkını vererek, büyük terkipçilere yakışır vecibeyi hakkıyla yerine getirsin: Nizamülmülk’le Alpaslan’ı yan yana görsün. Fatih’le Akşemseddin’i, Zenbilli ile Yavuz’u birbirinden ayırmasın. Gazzâlî’nin aydın semasında, Pascal’ı unutmasın. Mevlana’nın sehhâr ifadeleriyle semâa kalkarken, laboratuvara uğrayıp Pastör’ü selamlamayı da ihmal etmesin. Sözün özü, kafa ve kalb bütünlüğünü kendisine şiar edinsin.”1)
  • “Gelecek günlerde, bizleri nelerin beklediğini söylemeye ve bâtılı tasvir ederek, saf düşünceleri ümitsizlik içinde boğmaya gerek yok; millete, kendini yenileme yolları gösterilmeli ve istikbali omuzunda bayraklaştıracak genç kuşaklar, ulvî hedeflere, yüksek ideallere irşad edilerek gayesizlikten kurtarılmalıdırlar.
  • Bu yüce vazife, mektepten mâbede kadar, bütün millî müesseselerde hassasiyetle benimsenmeli ve imkân elverdiği nispette de kafa ve kalb izdivacına muvaffak olmuş, aydın ve hasbî ruhlara gördürülmelidir. Zira, mürşid ve muallim evvelâ kendi ruhunda hakikate eren, sonra da sinesinde tutuşturduğu ilham kıvılcımlarını, çıraklarının gönüllerine boşaltan olgun insandır. Evet, kâinatın dört bir bucağından gelen ilâhî tayflarla, dimağını aydınlatamamış ham ruhların, kitleleri insanlığa yükseltme yolunda yapacakları hiçbir şey olamayacağı gibi, düşünce dünyası itibarıyla etrafını saran şüphelere ‘pes’ demiş derbeder gönüllerin de talebelerine verecekleri herhangi bir şey yoktur. Olsa olsa böyleleri, kuvvetin temsil edildiği müesseselerde, geçmişe ait destan ve türkülerle teselli olur; dinî hayat adına folklor ve merasimlere sığınır ve insanoğlunun Yüce Yaratıcı’yla olan münasebetlerinde, başkalarına ait menkıbelerle gürler, onlarla kendilerinden geçerler; ama kat’iyen, ilhamları coşturucu, ruhları kanatlandırıcı ve yüreklere fer verici olamazlar.”2)
  • “Bilhassa günümüzde çok önemsiz meselelerde dahi, çok dakik fizibilite hesaplarına duyulan ihtiyaç ve gösterilen ihtimam düşünülünce, dünyanın en önemli meselelerinden daha önemli olan ve tarih boyunca peygamberlerle temsil edilen âlemşümul bir davanın rastlantılarla, amatörce gayretlerle yürütülemeyeceği hemen anlaşılacaktır.
  • Böyle bir dava, bilgili, kültürlü, yaşadığı devri idrak etmiş, ruh dünyası sonsuzdan gelen ışıklarla pırıl pırıl, güç ve kuvvetini Yaratıcı’nın iradesiyle bütünleşmede arayan, kafa ve kalb izdivacına muvaffak olmuş nesillerle temsil edildiği ölçüde ümit verici ve istikbal vaad edici olacaktır. Aksine, bin bir zahmetle ve birer birer elde edilen şeyler, toptan yıkılıp gidecek; yıkılıp giderken de arkadakilerin inanç ve ümitlerini de beraber götürecektir.”3)
  • “… muhâkemesizlerin, akılsızların ve fanteziler arkasında yüzer-gezer yığınların içinden, çağın düşünen, muhâkeme eden, akıl kadar tecrübeye, tecrübe kadar akla ve ikisi kadar da ilhâma ve vicdana inanan, güvenen yepyeni bir insan doğacaktır.. her şeyiyle mükemmelin peşinde, heptenci, dünyâ ve ukbâ muvâzenesiyle kanatlı, kalb ve kafa izdivacına muvaffak olmuş yepyeni bir insan. Elbetteki bu yeni insanın doğumu çok kolay ve rahat olmayacaktır. Her doğum gibi onun da sancısı, sarsıntısı, sıkıntısı olacaktır. Ama mevsimi gelince, bu mübârek velâdet mutlaka gerçekleşecek ve bu ayyüzlü nesil Hızır gibi birdenbire aramızda belirecektir. Sıkışmış ve üstüste binmiş bulutlar arasından rahmetin süzülüp geldiği, arzın derinliklerinden suların fışkırıp yeryüzüne çıktığı, karın-buzun çözüldüğü yerlerde kar çiçeklerinin her yanı sardığı ve şebnemlerin sıçrayıp yapraklara taht kurduğu gibi, bu yeni insan da belki bugün -belki de yarın, ama mutlaka gelecek…”4)
  • “… bu din, o sağlamlardan sağlam semavî yapısıyla bir gün, bu çağın ipe-sapa gelmeyen yığınlarını da gerçek insanlığa uyaracak ve özündeki ilâhîliği herkese duyuracaktır.. duyuracaktır zira bu din, bir kısım mücerret ölçü, prensip ve nazariyelerden ibaret içi boş bir sistem değildir; o, insan tabiatıyla içli dışlı, onun maddî-manevî ihtiyaçlarına cevap verecek zenginlikte bir sistemler mecmuası; fert, toplum hemen herkese aydınlık bir gelecek vaadeden gökler ötesi âlemlerin sesi-soluğudur.. ve şimdilerde o, kendine has şivesi ve herkese tesir eden büyüsüyle, bir dönemde insanlığı ulaştırdığı semavîliğe bir kere daha ulaştırmak suretiyle ona dünya ve ukbâ kapılarını açacak sırlı bir anahtar sunmaktadır.
  • Günümüzde olduğu gibi o, bir kısım vefasız müntesipleri ve can alıcı hasımları yüzünden kendini tam ifade edemese de, bir eşref saat ve eşref zaman diliminde kalb ve kafa izdivacına muvaffak olmuş bahtiyar tilmizleri sayesinde bir kere daha sesini göklere ve gökler ötesi âlemlere duyuracak ve o günün insanlarına iç içe ‘şeb-i arus’lar yaşatacaktır.” 5)
  • “… bunca yıl, cebrî, küfrî, keyfî baskılara maruz kalmış bu asil millet tamamen sindirilememiş ve onun ezel ve ebed buudlu düşünceleri de hiç mi hiç söndürülememiştir. Bu düşünceler, yerinde küller içinde bir kor, yerinde küçük bir kurcalama ile ‘çıt’ diye ses veren bir kıvılcım ve yerinde de dünyaları aydınlatmaya yetecek bir ışık kaynağı olduğu hâlde, tedbir ve temkinlerin ilelmerkez gücüyle, bir çekirdeğe sığacak kadar büzülmüş, küçülmüş ve böylece çağın en badireli günlerini atlatarak fonksiyonunu eda etme kuşağına ulaşmış ve mevsimi geldiğinde dünyaları ışıklara boğmaya hazır bekliyor.
  • Elverir ki biz, bunca yıllık derbederliği, çekilmiş bir meşakkat ve gösterilmiş bir cehd ölçüsünde değerlendirelim.. ve maddî-mânevî dirilişimize yetecek bir kuvvet kaynağı olan İslâmiyet’i özüne uygun şekilde anlayıp, duygu, düşünce, his, şuur ve iradeleri sağlam.. i’lâ-yı kelimetullah düşüncesiyle dimdik.. ilmî hayatları itibarıyla sistemli.. iş ve davranışlarında güvenli.. nefsanî arzuları karşısında pes etmeyecek kadar karakterli.. kalb ve kafa izdivacına muvaffak olmuş salih kullar arasına girerek yeryüzünün hakikî vârisleri olduğumuzu bir kere daha ispat edelim.”6)
  • “Yakın tarihimiz itibarıyla, böyle bir anlayışın İslâmî topluma mâl edilemediği bir gerçek.. zaten mektebin bir kısım dogmaları heceleyip durduğu, medresenin hayata kenarından köşesinden baktığı, tekyenin bütün bütün gidip metafiziğe gömüldüğü, kışlanın sadece kuvvetle gerinip, kuvvetle gürlediği bir dönemde bunların hayata mâl edilmesi de mümkün değildi.
  • Evet bu dönemde mektep bütünüyle skolastik düşüncenin tesirinde kaldı ve hep onu solukladı; medrese, ilme ve düşünceye kapalı, inşâ gücünden mahrum âdeta bir mefluç gibi yaşadı.. tekye-zaviye aşk u şevkin yerine menkıbelerle teselli olmaya başladı.. kuvveti temsil edenler de sık sık unutuldukları mülâhazasıyla kendilerini hatırlatma ve ispat etme kompleksine kapıldı; derken her şey altüst oldu ve millet ağacı devrilecek şekilde temelinden sarsıldı. Öyle anlaşılıyor ki kaderin, yollarına su serptiği bahtiyarlar bu dinamikleri yerli yerinde kullanacakları, kalb ve kafa arasındaki tıkanıklıkları açıp insan enfüsünde ilham ve düşünce koridorları meydana getirecekleri güne kadar da bu sarsıntılar yaşanacak.”7)
  • “Fertler, içinde bulundukları toplumun çocuklarıdırlar ve her şeyi onun atmosferinde duyar, yaşar ve benimserler. Bu konuda umumî mânâda ilim ve irfan sahiplerine, hususî mânâda da sorumlulara düşen şey, toplumu yanlış şekilde etkileyen ve akla, müşâhedeye, tecrübeye, dinî düşünceye ters bir kısım yabancı ve zararlı mülâhazaların ayıklanmasıdır. Tarihte bu ayıklamanın en büyük kahramanları peygamberler olmuştur. Onlardan sonra ise, ilhamla gerilmiş asfiyâ; kalb ve kafa bütünlüğü içinde bulunan fikir adamları; fizik yanında metafiziğe, muhakemenin yanında vicdanî seziye, tecrübenin yanında vahy-i semavîye değer veren ilim adamları gelir.”8)
  • “Zatında, İleri-geri tarihî tekerrürler devr-i daimi de, hemen her zaman, vahye karşı alâkasız kalınıp, aklî olanın ihmal edildiği dönemlerle, semavî aydınlanma ve aklın aktivitesini tam ortaya koyduğu devrelerin tenavübünden başka bir şey değildir. Ne zaman ki nebilerin neşrettiği ziya ile gönüller aydınlanmış, dimağlar tenevvür etmiş; cismaniyet ve madde kendi çerçevelerine çekilmiş, fizik de-metafizik de yerli yerine oturmuş; Mevlânâ'nın ifadesiyle ‘akl-ı semavî’. Gazali'nin deyimiyle de ‘akl-ı meâd’, ‘akl-ı meâş’ ve ‘akl-ı türabî’nin önüne geçmiş; işte o zaman, yeni bir kalb ve kafa izdivacı gerçekleşerek yepyeni bir milat daha yaşanmıştır. Bu milat, varlığın yeniden yorumlanıp, çağın idraki açısından bir kere daha hakikî sahibine bağlanması ve İnsanoğlunun iç çelişkilerden kurtulması miladıdır ve ne zaman ki göklerin ışığı görülmez olmuş, akıl ihmale uğramış, düşünce devre dışı bırakılmış -özel mânâsıyla-mâkul bütünüyle unutulmuş, her yerde gayrimâkulun bayrağı dalgalanmaya başlamış, kitleler iç içe tenakuzlara sürüklenmişi fikrî, ruhî teşevvüşler İçinde, bazen Zerdüşt'e, bazen Hz. Üzeyir'e, bazen Hz. Mesih'e Allah'ın oğlu denmiş ve O “üçlünün üçüncüsü-dür” gibi çarpıklıklara düşülmüş, işte o zaman vahye ve akla bağlı bütün denge ve sistemler de alt-üst olmuştur.”9)
  • İnsan, mahiyet itibarıyla kâinatın fihristi hükmündedir. Çok defa biz, kâinatın bütününü göremiyor ve Rabbimiz hakkında bütün esmasını câmî şekilde malumat sahibi olamıyoruz. Böyle büyük bir kitabı okumaya muktedir olamayan birisi için, tafsilli bir kitap hakkında malumat verebilecek bir fihrist hazırlanmışsa; isteyen bundan kitabın muhtevasını çıkarabilir. Hele bu kitabı yazan, içindeki mevzuları çok güzel bir şekilde ortaya koymuşsa; evet işte o zaman orada küçük cümlelerden dahi kitabın içinde neler olduğunu çok rahatlıkla anlayabiliriz. Bir de o hakikatlara tam makes olabilecek kafa ve kalb izdivacı gerçekleşebilse, o zaman kâinatın özü ve hulâsası, hedef ve gâyesi açık bir şekilde insan fihristinde okunabilir.”10)
  • “Bir insanın inancı sağlam görülebilir; ama ibadetsizdir. Vatanperverlikten bahseder; fakat rüşvet hastalığından da kendini kurtaramaz. Naziktir, kibardır; ne var ki milletin malını korumada hassas değildir. Sonra, her türlü güzel ahlâkı nefsinde toplayabilir; ama bu ahlâk, kafa ve kalbine nakşedilip şahsiyetinin ayrılmaz bir parçası hâline gelememiştir. Böyle olunca da bugün kazandığını yarın kaybedebilir.. bugün sevilirken yarın nefret edilen bir insan olabilir.”11)
  • “… günümüzde artık doğruyu öğrenme ve öğretme seferberliği her türlü mükellefiyet ve vecibelerin üstünde bir ağırlık kazanmıştır. Bu yüce vazifenin görülmeyişi ise, toplumda telâfisi imkânsız uçurumlar meydana getirecektir ve getirmiştir de. Belki de, yıllar yılı gerçek ızdırabımızın asıl sebebi de budur. Bizler kalb ve kafa izdivacına yükselmiş, kendi içinde derinleşmiş; öğretme aşkıyla yanıp tutuşan muzdarip mürşitlerden mahrum bir kısım tali’sizleriz. Ümit ederiz ki, gerçeğin öğreticileri, bu köklü ve beşerî vazifeyi yüklensinler ve bizi asırlık ızdıraplarımızdan kurtarsınlar!”12)
  • “… teknik ve teknolojik sahada terakkî etmek için, kafa ve kalblerin ilimle-irfanla donatılması gerekmektedir. Böyle bir terakkî sonucu bütün insanlığı imhâ etme plânı da olsa, zikrettiğimiz hak mülâhazalarla hareket edildiği takdirde, netice (bâtıl da olsa) elde edilecektir. Çünkü Üstad’ın ifadesiyle: ‘Her bâtılın her vesilesi bâtıl olmadığı gibi; her hakkın her vesilesi de hak değildir.’ İşte günümüzde, hak taraftarlarının bâtıl temsilcilerine mağlup olma sebeplerinden birisi budur ve bu yanlışlık toplumda oldukça yaygındır.”13)
  • “Şeytan, alnı secdeli gençleri gördükçe.. çarşı-pazarın eracifine bulaşmadan ticaret yapan tüccarı müşâhede ettikçe.. ilim adamlarının, kafa ve kalb bütünlüğüne erme yarışına girdiklerine şahit oldukça.. üniversite mahfillerinde ihtidaların arttığını, ilmin tekrar din ile uzlaştığını temâşâ ettikçe.. yeniden diriliş bestesi nin nağmeleştiğini duydukça ve yeni bir bezmin ılık nefesini ense kökünde hissettikçe ihtimal bugün de feryat etmektedir.”14)

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil (Çağ ve Nesil-1), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 125.
2)
M. Fethullah Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 91–92.
3)
M. Fethullah Gülen, Yitirilmiş Cennete Doğru (Çağ ve Nesil-3), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 129.
4)
M. Fethullah Gülen, Zamanın Altın Dilimi (Çağ ve Nesil-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 169.
5)
M. Fethullah Gülen, Sükûtun Çığlıkları (Çağ ve Nesil-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 193.
6)
M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 20–21.
7)
A.g.e. s. 47 – 48.
8)
M. Fethullah Gülen, Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 42–43.
9)
A.g.e. s. 76–77.
10)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 70.
11)
M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 46–47.
12)
M. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 74–75.
13)
M. Fethullah Gülen, Prizma-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 117.
14)
M. Fethullah Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 389.
kafa_ve_kalb_izdivaci.txt · Son değiştirilme: 2024/11/26 22:29 Değiştiren: Editör