Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


din

Din

  • “(İslam dini), akıl sahiplerini, (kendi iradeleri ile), Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirdiklerini kabule çağıran ilahî bir kanundur.”1)
  • Din ile gerçek ilim, bir hakikatin iki yüzü gibidirler. Din, insanı doğru yollarda gezdirir ve mesut edecek neticelere ulaştırır. Gâyesi ve hedefi belli olan ilim ise, bir meş’ale gibi, bu yollarda ve kendi alanı içinde onun önünü aydınlatır.
  • Din sayesinde insan, insanlık mânâsını idrak eder ve diğer canlılardan ayrılır. Dinsizin nazarında insanın, sâir hayvanlardan farkı yoktur.
  • Din, Allah yolu; dinsizlik ise, şeytan yoludur. Bundan dolayıdır ki, din ve dinsizlik mücadelesi, Âdem (as) zamanından günümüze kadar süregeldiği gibi, kıyamete kadar da devam edecektir.”2)
  • Din, güzel huylar adına açılmış en feyizli, en bereketli bir mekteptir. Bu yüce mektebin talebeleri de, yediden yetmişe bütün insanlardır. Bu mektebe intisap eden herkes böyle bir intisapla er-geç huzura, emniyete ve itminana erer. Dışarıda kalanlar ise, özleri dahil, zamanla her şeylerini kaybederler.”3)
  • Din, gerçek medeniyet prensiplerini ihtiva eden bereketli bir kaynaktır. Onun sayesinde insan, gönül ve his dünyasında ulvîleşir, başı fizik ötesi âlemlere ulaşır ve bütün hayırların, güzelliklerin, faziletlerin asıl kaynağından doya doya içme ufkuna ulaşır.”4)
  • Hizmet, Kur’ân ve Sünnet yörüngeli olmalıdır. Din; Kitap, Sünnet ve selef-i sâlihînin sâfiyâne ve hâlisane içtihatlarına dayanır.”5)
  • “… sünnet-i seniyye,6) bir yönüyle, farzından âdâbına kadar bütünüyle din demektir. Evet, dinî hayatı bize talim eden Allah (celle celâluhu), davranışlarını doğrudan doğruya kontrol altına alıp rızasına tevcih buyurduğu Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâmı, hayatı talim etmek üzere bize göndermiştir.”7)
  • “Soru: Dine ezelî ve ebedî denilebilir mi?
  • Din, Allah’ın insanlara talim buyurduğu bir yol ve yöntemdir. İlm-i ilâhiye bakan yönüyle ezelî ve ebedîdir. Hâricî âlem yönüyle ezelî ve ebedî değil, mahlûktur. Çünkü din, ilâhî kanunların insanlar tarafından yaşanmasıdır. Bu ise, dünyaya insanların veya cinlerin gelmesiyle başlamıştır. Bu yönüyle de din, ezelî değildir.
  • Binaenaleyh din, menşei itibariyle sıfât-ı ilâhiyeye bakar. Sıfât-ı ilâhiye, sıfât-ı ilâhiye olması yönüyle ezelî ve ebedî, o sıfât-ı ilâhiye, taalluk alanları itibariyle hâdistir. Binaenaleyh, din de bu yönüyle ezelî ve ebedî değildir.
  • Menşei, ilm-i ilâhî, irade-i ilâhî ve kelâm-ı sübhanî olması itibariyle ebedî; muhatapları, mezâhiri ve diyanet ünvanıyla yaşanması açısından hâdis ve mahlûktur.”8)
  • İbadet ü taatin kabulüne gelince; ibadet her mü’min için bir vazifedir. Namaz kendi şartları içinde kılınırsa Allah kabul buyurur. Ancak hemen şunu da ifade etmeliyim ki, din bir bütündür. Mesela, bir camiyi düşünecek olursak cami, duvarları, kubbeleri, direkleri, sütunları ve tavanıyla bir bütündür. İşte din de böyle bir bütündür. Şayet namaz, bu organizmanın parçalarından birisi ise, ki öyledir, zekât da onun ayrı bir parçasıdır. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) namaz için ‘dinin direğidir’ buyurur. O zaman dini bir bina olarak düşünecek olursak namaz o binanın direği hükmündedir. (Vâkıa, bu hadis tenkit edilebilir. Ancak hadisin hasen derecede olduğunu söyleyenler de vardır.) Şimdi, dinin rükünlerinden herhangi birisini yapan bir kimse, din binasının bir rüknünü ikâme etmiş olur. Mesela, namaz kılan direği dikmiş, oruç tutan ise duvarları yapmış demektir. Şayet konu-komşuyu rahatsız etmeme, din binasının zemini ise böyle yapılmadığı takdirde bir esas muallâkta kalmış sayılır. Yahut bir kimsenin çevresini rahatsız etmemesi din binasının tavanı hükmünde ise çevre rahatsız edildiği zaman da kişi binanın içindeki şeyleri çürümeye terk etmiş demektir. Binaenaleyh insan ibadet ü taat yaparsa sevap, menhiyat irtikâp ederse günah kazanır. Menhiyat irtikâp etmeyip ibadet ü taat yaparsa tamamiyetle her şeyi çürümeden korumuş olur. Buraya kadar söylenenler konunun bir yanını teşkil etmektedir.”9)
  • Allah karşısında el pençe divan dururken nerede durduğunun farkında olmayan bizim gibi şekil Müslümanları bu koskocaman tahribatın üstesinden gelemez. Eğer biz, Müslümanlığımızı sıradan insanların din telakkisine bağlı götürüyorsak, değil büyük bir kaleyi tamir edebilmek, kendi iç tamirimize bile muvaffak olamayız. Zira şekil Müslümanlarının çözebilecekleri problem yoktur. Esasında çok defa Müslümanlık adına kavga verenler de şekli Müslümanlıklarının kavgasını veriyorlar. Ne yazık ki bir tarafta canlı bombalarla, masum insanların canına kıymakla, çoluk çocuk öldürmekle din adına bir yere varacaklarını zanneden cahiller var; diğer yanda da kendilerini çok ciddi bir durgunluğa salmış vurdumduymazlar. Şiddetle, terörle ve canavarlıkla bir yere varılamayacağı gibi; durgunlukla, his ve heyecan yokluğuyla da bir yere varılamaz. Bunların, değil asırlardır rahnedâr olan bir kaleyi tamir edip yıkılmış değerleri yeniden ayağa kaldırabilmeleri, zannediyorum kendi ruhlarında oluşan yaraları tedaviye muvaffak olmaları bile mümkün değildir.”10)
  • “… dindar bir adam, din muhabbeti için, “Hak böyledir, hakikat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, O’nun yerinde konuşmaz.”12)
  • “Hem Kur’ân müessistir, bir din-i mübînin esâsâtıdır ve şu Âlem-i İslâmiyet’in temelleridir ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi değiştirip muhtelif tabakâtın, mükerrer suâllerine cevaptır. Müessise; tesbit etmek için tekrar lâzımdır.. tekit için terdad lâzımdır.. teyid için takrir, tahkik, tekrir lâzımdır.”13)
  • “O hikmetlerden birisi şudur ki: Zât-ı Risaletin akvâli gibi, ef’al ve ahvâli ve etvar ve harekâtı dahi menâbi-i din ve şeriattır ve ahkâmın me’hazlarıdır. Şıkk-ı zâhirîsine Sahabeler hamele oldukları gibi, hususî dairesindeki mahfî ahvâlâtından tezahür eden esrar-ı din ve ahkâm-ı şeriatın hameleleri ve râvileri de ezvâc-ı tâhirattır ve bilfiil o vazifeyi ifa etmişlerdir. Esrar ve ahkâm-ı dinin hemen yarısı, belki onlardan geliyor. Demek bu azîm vazifeye, birçok ve meşrepçe muhtelif ezvâc-ı tâhirat lâzımdır.”14)
  • “İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhit ve mükemmeldir ve öyle bir surette kâinatı kendiyle beraber tarif eder ki; onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinatı yapan Zâtın, o kâinatı kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir. Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife yapar, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme alır. Öyle de, din ve şeriat-i Muhammediyede (a.s.m.) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki, kâinatı halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu dini güzelce tanzim eden yine Odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmeli ister.”15)

Dipnotlar

1)
Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 105.
2)
M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 17.
3)
A.g.e. s. 30.
4)
A.g.e. s. 32.
5)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-3, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 153–154.
6)
“Parlak Sünnet”.
7)
M. Fethullah Gülen, Kendi Ruhumuzu Ararken (Prizma-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 52–53.
8)
A.g.e. s. 99.
9)
A.g.e. s. 130–131.
10)
M. Fethullah Gülen, İstikamet Çizgisi (Kırık Testi-17), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2020, s. 192.
11)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 670.
12)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s, 198.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s, 257.
14)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 53–54.
15)
A.g.e. s. 278.
din.txt · Son değiştirilme: 2024/05/04 17:41 Değiştiren: Editör