Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


ahfa

Ahfâ

  • En gizli latife.
  • İnsana ihsan edilen en önemli latifeler; kalb, ruh, sır, hafî ve ahfâdır. Çok ince manevî duygular olan latifelerin, diğer hisler gibi, kendilerine has zevkleri, elemleri, beslenme kaynakları ve vazifeleri vardır.1)
  • Tefekkür, zikir ve ibadet; latifelerin teneffüs zamanıdır. Hakiki saadet ve kemal, latifelerin uyanmasıyla gerçekleşir.2)
  • Latifelerin sınırsız kapasitesi, ebedi hayata müteveccih olduklarına ve ancak o âlemde tam mânâsıyla mutmain olacaklarına işarettir. Fıtrî vazifelerini yapamayan latifeler, doyumsuzluk ve huzursuzluğa sebep olur.3)
  • “Ruhun bedendeki hâkimiyet noktalarından olan latifelerden kalb, ruhun; ruh sırrın, sır hafînin; hafî ahfânın zarfı, diğerleri de mazrufu durumundadır. Bunlar sayesinde ruh bedenin müstahkem mevkilerini elinde bulundurarak, vücutta hüküm ve saltanatını sağlamaya çalışır.”4)
  • “Nefsin mücadele alanlarından birisi de ruhu ahfâ latifesine olan meylinden vazgeçirmektir. Ruh, ahfâya meyli sebebiyle izmihlal istemektedir. İzmihlal, kemâl-i tevazu ile ifade edilmektedir. Nefsin gayesi, onu bu isteğinden çevirip kibir ve gurura düşürmektir. Ahfânın galip olmasının alameti, kemâl-i istikamet üzere devam ve tövbede sebat etmektir. Teslim, ihlâs, muhabbet, münacat ve kadere rıza; istikamet içinde devam eder.”5)
  • “Sır, hafî ve ahfâ, inanan bir gönlün Hakk’ı tanıyıp bilebilmesi adına değişik çap ve görme ufkuna sahip dürbün veya teleskoplar gibidir. ‘Sır’ teleskobunu hakkıyla kullanan gönül, Allah’a sır ufkunda inanır, O’nu o yeterlilikte bilir ve sever. Sır teleskobunu en güzel bir şekilde kullanan bir yüreğe, bu defa çapı ve görme ufku çok daha büyük olan ‘hafî’ teleskobu verilir. O gönül artık bu teleskopla Rabbine bakar, O’nu tanır, bilir ve sever. Onu da hakkını vererek kullanan nadir sayıdaki gönül ise bu defa ‘kalbin en önemli buudu’ olan ve artık çapı ve görme ufku itibarıyla daha büyüğü olmayan ‘ahfâ’ teleskobuyla Allah Teâlâ’yı müşahede etmekle şereflendirilir. Gelinen bu seviye bir gönlün ulaşabileceği en yüksek seviyedir.”6)
  • Ahfâ, Zat-ı Akdes’in Ehadiyetinin perdesiz tecelli merkezidir, öteler ötesine açık bir mevhibeler penceresidir. Her mü’min potansiyel olarak sırrı, hafîsi ve ahfâsıyla sıfât, Zât, esrar-ı ulûhiyet ve kenz-i mahfîye açıktır, ama Hak tecellî etmeyince beşerî iradenin bu güçleri harekete geçirmesi de imkânsızdır.”7)
  • Ahfâ, Cenâb-ı Hakk’ın seçkin kullarına fevkalâdeden inayeti olarak, kenz-i mahfiye (gizli hazinelere) açık kalbin en önemli buudu ve bir latîfe-i rahmâniyedir.”8)
  • “Sır erbabı, kendi ufuklarına akıp gelen varidatı, hafî seçkinleri kendi kemalât arşiyelerine sunulan mevhibeleri, ahfâ kahramanları da kendi atmosferlerine boşalan ilham sağanaklarını alır, değerlendirir, açılmasına mezun bulunduklarını ehil olanlara açar, diğerlerini ise bir namus hassasiyetiyle korur ve ehil olmayanlara sır vermezler.”9)
  • Ahfâ ufku daha çok Muhammedî meşrep olanlara mahsus müstesna bir kuşaktır. Bu meşrepte olmayanların o zirveye ulaşmaları zor, hatta imkânsızdır.”10)
  • “Sır; bilinmeyen, duyulmayan, gizli olan, anlama ve açıklamada aklın âciz bulunduğu şey ve insanda bir latîfe; hafî, sırra göre daha kapalı, daha gizli ve akli melekelerle idrak edilemeyen insan ruhunda bir ihsas sistemi; ahfâ ise, bunlardan daha mahfî ve bilinip duyulmayacak şekilde meknî, mestûr ve ancak müterakkî ruhlarda bulunan ihtisas mekanizması diyebileceğimiz hakikati meçhul manevi bir merkezdir.”11)
  • “Hakikî insan-ı kâmile çok defa öteler ötesinden gelen bir tecellî-i berkî ve zâtî, her zaman ahfâ ufkundan ona çok farklı ima ve işaretlerde bulunmaktadır ki bu da onu her an daha derin tecessüslere sevk eder ve ona sürekli bir vuslat ümidi ve neşvesi yaşatır.”12)
  • “Kalbin sır buuduna vukufiyet kazananlar, bir sarayın giriş kapısında veya bekleme salonunda gibidirler. Hafî boyutuna mazhar olanlar âdeta sarayın oturma odasında veya salonunda bulunuyorlardır. Ahfâ derinliğine inebilenler ise sarayın en mahrem odalarına alınmış, dolayısıyla hiç kimsenin bilmediği, görmediği şeyleri bilen, gören insanlar hâline gelmişlerdir.”13)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 343.
2)
Bkz. Marcia K. Hermansen, “Shāh Walī Allāh's Theory of the Subtle Spiritual Centers (Laṭāʾif): A Sufi Model of Personhood and Self-Transformation.” Journal of Near Eastern Studies, Vol. 47, No. 1, (Jan., 1988), s. 1–25.
3)
Bkz. Kerim Balcı, “Agents of Human Spirituality: Dominical Subtle Faculties of Man according to Said Nursi,” God, Man, and Mortality: The Perspective of Bediüzzaman Said Nursi, Ed. Hasan Hörgüç, New Jersey: Tughra Books, 2014, s. 171–172.
4)
Ahmed b. Abdülahad el-Fârûkî es-Serhendî İmam-ı Rabbânî, El-Mektûbât, I-III, Demir Kitabevi, İstanbul 1963, I, 246, (Mektup: 260).
5)
İsa Çelik, Tasavvuf Terminolojisinde Letâif-İ Ruhaniyye, Marife, yıl 9, sayı 2, güz 2009, ss. 83–116.
6)
Mehmet Yavuz Şeker, A Map of the Divine Subtle Faculty: The Concept of the Heart in the Works of Ghazali, Said Nursi, and Fethullah Gülen, New Jersey: Tughra Books, 2014, s. 252.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 54.
8) , 9)
A.g.e. s. 56.
10)
A.g.e. s. 59.
11)
A.g.e. s. 240.
12)
A.g.e. s. 243.
13)
M. Fethullah Gülen, Ölümsüzlük İksiri, (Kırık Testi-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 160.
ahfa.txt · Son değiştirilme: 2023/11/27 11:31 Değiştiren: Editör