Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


zevk-i_ruhani

Zevk-i Ruhanî

  • “Hem o şuur-u imanî ile rikkat-i cinsiye ve şefkat-i akraba yüzünden gelen hadsiz teellümâttan kurtulup, hadsiz bir zevk-i ruhâni duydum. Çünkü hayatımı ve bekâmı maaliftihar onların tehlikelerden kurtulmaları için feda etmeyi fıtrî arzu ettiğim başta pederlerim ve vâlidelerim ve bütün neslî ve nesebî ve mânevî akrabalarım, Bâki-i Hakikî’nin bekâsı ve varlığıyla mahvdan ve ademden ve idam-ı ebedîden ve hadsiz elemlerden kurtulup o hadsiz rahmetine mazhariyetlerini şuur-u imanî ile hissettim. Ve medar-ı gam ve elem olan cüz’î ve tesirsiz şefkatime bedel, nihâyetsiz bir rahmet, onlara nezaret ve himâyet ettiğini duydum, hissettim. Bir vâlide; veledinin lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevklenmesi gibi ben de o bütün şefkat ettiğim zâtların, o rahmetin himâyeti altındaki necatlarıyla ve istirahatleriyle zevklendim ve ferahlandım ve çok derin şükrettim.”2)
  • “(Hâfız Ali’nin dersini ne tarzda anladığını gösteren bir fıkrasıdır.)
  • Muhterem Üstadım,
  • Otuz Birinci Mektub’un On Dördüncü Lem’asının İkinci Makamı’nı bir defa kendim okudum. Pek cüz’î istifadeyle, dimağımda bir lezzet hissettim. İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-i ruhanî uyandırdı ki, eğer kalb ve kalemim ruhuma tercüman olabilse idiler, belki bir derece siz Üstadıma minnettarâne arza cüret eylerdim. Heyhât, ne kalbim ve ne kalemim ve ruhum, aczle önüme çıktılar ve itiraf-ı kusur ediyordular.”3)
  • “… zevk-i ruhânî, amelin ona bağlandığı bir iş değildir, amele terettüp eden bir şeydir, amelin gayesi değil semeresidir. İnsan zevk-i ruhânîye ulaşmak için amel yaparsa, zevk-i ruhânî, o amelin karşılığı ve gayesi olmuş olur, dolayısıyla, o amel kıymetini kaybeder. Oysaki zevk-i ruhanînin ötesinde de pek çok ilâhî teveccüh vardır; meselâ, Allah sana ‘yakîn-i etem’, ‘ihlâs-ı etem’ ihsan eder, Allah seni asfiyanın arasına katar, Enbiya ile beraber haşreder. Fakat sen bunların hiçbirini aklına getirmemelisin. Çünkü, Allah, Allah olduğu için Mâbud’dur; ibadet edildiği için Allah değildir. Hakkıdır O’nun Kendisine ibadet edilmesi. Kulluk hesabına ne yapıyorsan o, O’nun hakkıdır.”4)
  • “… ibadet ü taat, zevk-i ruhaniye ulaşmaya bağlanmışsa, orada yine hevâ u hevese uyulmuş demektir. Çünkü hiç kimse Allah karşısında alacaklı değildir. Bizler ömür boyu başımızı secdeden kaldırmadan ibadetle meşgul olsak yine alacaklı konumunda olamayız. Çünkü biz zaten, Allah’ın ihsan buyurduğu sayısız nimetlerle alacağımızı tâ baştan almışız.”5)
  • “Üstad Hazretleri’nin, ulaşılması gereken bir hedef olarak, iman-ı billâh, mârifetullah ve muhabbetullah dedikten sonra zevk-i ruhaniyi/lezzet-i ruhaniyeyi de eklediği söylenebilir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken şöyle bir incelik vardır: Sayılanların ilk üçü iradeye bakan hususlardır. Yani iman-ı billâhın da, mârifetullahın da, muhabbetullahın da arkasında şart-ı âdi plânında insanın iradesi vardır. Başka bir ifadeyle, siz iman-ı billâh, mârifetullah ve muhabbetullah hususunda iradenizin hakkını verip dileyecek, isteyecek, okuyacak, araştıracak, tekvinî emirler âleminde dolaşacak, teşriî emirlere riayet edecek, zikr u fikirde bulunacak ve bu konuda hırz-ı can edeceksiniz. Zevk-i ruhanî meselesine gelince o, iradî olarak istenilmez fakat Allah (celle celâluhu), mârifet ve muhabbet yolunda bulunanlara böyle bir lütufta bulunabilir. Ama siz, başta bunu talep eder, iman-ı billâh, mârifetullah ve muhabbetullahı ona bağlarsanız, çok küçük bir neticeye talip olmuşsunuz demektir. Çünkü kulluğunuzu sadece O’nun rıza ve teveccühüne bağlamanız öyle bir değere tekabül eder ki, dünyada bunu tartacak bir kantar yoktur. Zevk-i ruhanî ise bunun yanında çok küçük kalır. Bu açıdan iradî olanla gayr-i iradî olan birbirine karıştırılmamalıdır. Biz, hep iradînin arkasından koşmalı ve bu konuda iradenin hakkını vermeliyiz. Gayr-i iradî, isteğimizin dışında bize lütfedildiğinde ise bunu hamd ve şükürle karşılamalı, tahdis-i nimetle minnet ve şükran duygularımızı dile getirmeliyiz.”6)
  • “O’nun aşk u şevki ve O’nun derdi ile yaşayanlar, bir de her derdi unutup gönüllerini O’na vuslat arzusu ile doldurabilseler, içlerinin derinliklerinde ebediyet duygularının estiğini duyacak, kesintisiz zevk-i ruhanîlere erecek ve ‘Bir bu kadar zevke bu ömür kâfi değil.’ diyeceklerdir.”7)
  • “… hilkatte ilk ve icmâlî gaye bellidir; bu gaye insan, kâinat ve Allah gerçeği karşısında; iman, mârifet ve zevk-i ruhanî ufkuna ulaşarak insan olma farklılığını ortaya koymaktır. Böyle büyük ve mücmel bir planın tahakkuku ise, ancak ve ancak sistemli bir düşünce ve disiplinli bir aksiyona bağlıdır.”8)
  • “Huzur, her ferdin vicdanında Allah’ı bulması, O’nunla maiyyete ermesi, her dem O’nunla dolması, coşması ve zamanla tamamen O’nun nuruna gark olmasıdır. Huzur, insanın kendisinden değildir. Huzur, bize O’ndan gelir. Bu da herkesin derecesine göre tecellî eder. Huzurun bir üst mertebesi, zevk-i ruhanîdir. İkisinin birbirinden farklı olduğu noktalar vardır. Zevk-i ruhanî ve huzurda, insanın hissettiği şeyler farklı farklıdır.”9)
  • “Kalb aynasını sadece bir defa Rabb’e çevirip, O’nun, o andaki tecellîsiyle almış olduğunuz zevk-i ruhanî ve imdad-ı Rabbanî ile bir ömür boyu yaşayamazsınız. O hâlde, sürekli O’nun tecellîlerine açık olmak gerekmektedir.”10)
  • “Vicdanlarda mârifet-i ilâhî düşüncesini uyarma ve insanımızı, inanılması gerekli olan şeylere inandırma adına koyulduğumuz bu hizmette hedefimiz, mârifet-i ilâhî, muhabbet-i ilâhî, zevk-i ruhanî ve rıza-i ilâhîdir. Hizmet deyip –Allah korusun– esas gayeyi unutur, kendimize karşı yabancılaşır ve vesileye takılıp kalırsak, o takdirde, kazanma kuşağında kaybediyoruz demektir. Bu ise, afetlerin en büyüğüdür.”11)
  • “… fıtratın gayesi, hilkatin neticesi Allah’a inanmak, mârifetullah ufkunda her gün biraz daha derinleşmek, zevk-i ruhaniye ermek, Yunus ’un diliyle “ballar balını” bulmak demektir. Ben öyle inanıyorum ki, insan önce bu hakikatler hakikatini, hem de aksine ihtimal vermeyecek ölçüde kendi nefsine kabullendirebilirse, ardından bakış açısını ayarlayarak şuada güneşi, damlada deryayı, cümlede kitapları, zerrede bütün kâinatı görebilir. Evet, böyle biri, rahatlıkla kesretten sıyrılarak vahdete erebilir. Zira böyle bir insan, kâinata hangi yandan bakarsa baksın, bir yolunu bulur ve kendi mârifet peteğine ballar akıtabilir ve böyle biri, kudretin eşyaya –büyük olsun, küçük olsun– taallukunda, esmâ, sıfat ve zât dairelerini mülâhazaya alarak, önce mârifetullah, sonra muhabbetullah ve en sonra da zevk-i ruhanî ummanına erebilir.”12)
  • Zevk-i ruhanîye giden yol, imandan, imana bağlı mârifetten, mârifet kaynaklı muhabbetten ve muhabbetten hâsıl olan aşk u şevk ten geçer. Bence zevk-i ruhanîyi, beden ve cesette duyulan bir zevk şeklinde düşünmek yanlıştır. Mukayesesi bile doğru değildir. Evet iman, mârifet, muhabbet, mehafet, meveddet, aşk, şevk karışımı bir halita dan hâsıl olan zevk, bedene has dünyevî zevklerle nasıl mukayese edilir ki!
  • Zevk-i ruhanîyi, bazı kimselerin cezb ve incizap neticesi duydukları şeyler türünden görmek de doğru değildir. Aslında o, herhangi bir değerlendirmeye sığmayacak, lafızlarla ifade edilemeyecek kadar ulvî ve ledünnî bir histir ve bir vicdanî zevktir. Bana göre Nur mesleği, böyle bir zevke her zaman açıktır. İmam Rabbânî Hazretlerinin ‘1000 seneden sonra vilâyet –aradaki mesafe açıklığından dolayı– nübüvvet verâsetine inkılâp edecek.’ sözleri ile ifade buyurduğu hakikati Nurlar’ın temsil ettiğini zannediyorum. Evet, İmam Rabbânî bu sözleri ile vilâyetin nübüvvet kaynaklı yürütüleceğini belirtiyor. Bu çerçevede Nur eksenli yapılan İslâmî hizmetlerde –yine onun verdiği ölçüler içinde– tam ihlâs çizgisi korunabilirse, zılliyet plânında hakikat-i Muhammediye’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) temsil edilmiş olduğu söylenebilir.
  • Esas olan, bu mesleğin yaşanmasıdır. Zevk-i ruhanî ve diğer mevhibeler talepsiz geldikleri sürece mahzursuz olabilirler. Maksut olan Allah (celle celâluhu), matlup olan da O’nun rızasıdır.”13)
  • “Tasavvuf, bir ölçüde beşerî sıfatlardan sıyrılıp, melekî vasıflar ve ilâhî ahlâka bürünerek, mârifet, muhabbet ve zevk-i rûhânî yörüngeli yaşamaktır.”14)
  • “Kur’ân’da, dinî ilimlerde, ahlâkta, edebiyatta, tasavvufta kalb dendiği zaman, daha ziyade bu ikinci mânâdaki kalb kastedilir. Aynı zamanda iman, mârifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanî de bu mânâdaki kalbin ille-i gâiyesi ve varlığının hakikî hedefleridir.”15)
  • “Tasavvufta belli işaret kristalleri sayılan ‘hâl’ ve ‘makam’ rıza ve muhabbet yörüngeli Hak yolculuğunda, riyazâtla ulaşılan ve duyulan bir kısım ukbâ buudlu televvünlere ve televvünler ötesi tariflere sığmayan zevk-i ruhanî havuzlarıdır. Bu havuzlara ulaşabilme ve onlarda ruhun muhabbet ve rıza kanatlı ferah-fezâ dünyasını duyma, yaşama hep riyâzetin kolları arasında, nefsin terbiyesi ve ruhun tehzibi vadilerinde gerçekleşir.”16)
  • Allah’la kalbî muamele, vefa çizgisinde cereyan ettiği sürece, ‘şürb’ kelimesiyle de ifade edebileceğimiz zevk-i ruhanî, sâkîsiz, kâsesiz kalbin enginliklerinde duyulmaya başlar ve hak yolcusu, dünyevî kıstaslarımız açısından derecesine göre mest ü mahmur hâle gelir.”17)
  • İlmin hâlde istiğrakıdır ki; başlangıç itibarıyla hak yolcusu bazı şeyleri bilse de, onları tam duyup zevk etmediği için, gerektiği ölçüde o şeylerin hakikatlerine vâkıf değildir. Evet, ilim ayrı şey, onu yaşayıp hissetmek ayrı şeydir. Aslında, iman, muhabbet, aşk, zevk-i ruhanî insanın tabiatının birer buudu hâline gelecekleri ana kadar nazarîdirler ve hakikatlerinin tam bilindiği de söylenemez. Ne zaman ki bunlar, insan vicdanında zevken ve keşfen duyulurlar, işte o zamandır ki hâl, mücerred ilme galebe çalar ve ilim hâlin içinde müzmahil olur gider. Buna, aynı zamanda peygamber ilmi de denir. Buna ilim denmesi, sadece bu işin mebdeinin unvanı olması itibarıyladır. Yoksa o, aksiyon itibarıyla bir hâl ve pâye itibarıyla da bir makamdır.”18)
  • “… her hak yolcusunun imanı, mârifeti, aşk u iştiyakı onun yakîniyle mebsûten mütenasip (doğru orantılı)’dir ve imanda, mârifette, muhabbet ve zevk-i ruhanîdeki farklılık, tahkikteki farklılığın bir neticesidir.”19)
  • “… tecrid, enfüsî olarak nefis, beden ve cismaniyete; âfâkî olarak da dünya ve içindekilere karşı tavır alma şeklinde yorumlanmıştır ki, bu dört şeyden tecerrüdle tecride ermeyen hak yolcusu, hakikî halvete ve halvetteki zevk-i ruhanîye de ulaşamaz.”20)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 254.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 56.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 175–176.
4)
M. Fethullah Gülen, Ümit Burcu (Kırık Testi-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 218.
5)
M. Fethullah Gülen, Kalb İbresi, (Kırık Testi-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 295.
6)
M. Fethullah Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız (Kırık Testi-14), İstanbul: Nil Yayınları, 2015, s. 126–127.
7)
M. Fethullah Gülen, Yeşeren Düşünceler (Çağ ve Nesil-6), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 210.
8)
M. Fethullah Gülen, Işığın Göründüğü Ufuk (Çağ ve Nesil-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 19.
9)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 62.
10)
A.g.e. s. 67.
11)
A.g.e. s. 164.
12)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 66.
13)
M. Fethullah Gülen, Fikir Atlası (Fasıldan Fasıla-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 55–56.
14)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 35.
15)
A.g.e. s. 72.
16)
A.g.e. s. 219.
17)
A.g.e. s. 255.
18)
A.g.e. s. 283.
19)
A.g.e. s. 373.
20)
A.g.e. s. 374.
zevk-i_ruhani.txt · Son değiştirilme: 2024/05/03 16:15 Değiştiren: Editör