Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


subjektif_mukellefiyet

Sübjektif Mükellefiyet

  • “… ‘objektif yükümlülük’, usûlüddin mizanlarıyla sınırları belirlenen, dinin özündeki kolaylık prensibine dayanan ve herkes için geçerli olan vazife ve sorumlulukların; ‘sübjektif mükellefiyet’ ise, her ferdin, şahsî duyuş, hissediş, idrak ve değerlendirmeleri neticesinde kendi üzerine aldığı vazifelerin ve vicdanî ölçüler çerçevesinde kendisi için belirlediği mesuliyet çizgisinin unvanıdır.”1)
  • “Modern ceza hukukunda, zarar verici davranışın belli bir şahsın kusuruna bağlanması ‘sübjektif sorumluluk’ kavramıyla dile getirilmektedir; ama, fıkıh metodolojisinde ‘sübjektif mükellefiyet’ diye bir tabir yoktur. Bu terkipteki iki kelimeden biri Fransızca diğeri ise Arapça asıllıdır; bununla beraber, ‘mükellefiyet’ konusunun önemli bir derinliğini, dilimize mal olan ve günümüzde çok kullanılan ‘sübjektif’ kelimesiyle tavsif etmenin bir mahzuru olmasa gerektir. Evet, ‘sübjektif mükellefiyet’ ifadesi, Fıkıh Usulü kitaplarında bir ıstılah olarak ele alınmamıştır; fakat, onunla anlatılmak istenen düşünce, hem bütün selef-i salihînin hayatına yön vermiş hem de dünden bugüne hemen her fakîhin eserinde önemli bir mülahaza olarak yer tutmuştur. Binaenaleyh, İmam Şatıbî Muvafakât isimli kitabında, Mekke ve Medine dönemlerinde vaz’ edilen hükümleri karşılaştırırken, Mekkî teşrîin bir manada sübjektif mükellefiyete açık olduğunu ve Hak dostlarının umumiyetle Mekke dönemindeki emirleri esas alarak yaşadıklarını nazara vermiştir.”2)
  • “Unutulmamalıdır ki sübjektif mükellefiyetler, belli seviyedeki insanlara özel yükümlülüklerdir; bunlar, marifet ehline, Allah’ı iyi bilenlere, hakiki manada O’na inananlara, yakîn mertebelerinden birine otağını kuranlara ve kurbet kahramanlarına has mükellefiyetlerdir. Bu itibarla, umum insanlar Medine’deki mukayyed ve dar alanlı kullukla, yani herkesi bağlayan objektif emirlerle mükelleftirler. Normal bir insanı, sübjektif mükellefiyet çizgisine zorlamak ona ‘teklif-i mâlâ-yutak’ta bulunmak manasına gelir ve ‘Kolaylaştırın, zorlaştırmayın…’ hakikatına ters bir davranış sayılır. Evet, henüz cismaniyetten sıyrılamamış bir insana o ufku göstermek, onu taşıyamayacağı çok ağır bir yükün altına sürmek ve belini kırmak demektir.”3)
  • “… İnsanlığın İftihâr Tablosu …. kendi irfan ufku, marifet enginliği ve Allah’la münasebetteki derinliği itibarıyla çok aşkın bir kulluk çizgisi takip etmişti. Evet, O’nun, kulluktaki enginliği ölçüsünde, Cenâb-ı Hak’la ve ötelerle ayrı bir münasebeti vardı ki, biz buna ‘sübjektif mükellefiyet’ ya da ‘sübjektif ubûdiyet’ diyoruz. Zira, Allah Rasûlü bunu tamim etmiyor, herkesten aynı çizgiyi izlemelerini istemiyordu; insanları zora koşmamak ve onlara takatlerinin üzerinde bir mesuliyet yüklememek için hep ‘yüsr’ yolunu gösteriyor ve dinin özündeki kolaylığa dikkat çekiyordu. Fakat, kendisi o kulluğu en ağır şekliyle götürüyordu ve böylece, bazı yüksek himmetli insanlara da ibadetten öte ubûdiyet ve ubûdet zirvesini işaret ediyordu.”4)
  • “Muhasibî … toplumumuzda son zamanlarda tanınmaya başlamıştır. Rabbim onun gibi bir zatın tanınmasına vesile olanları rızasıyla serfiraz kılsın. Bildiğiniz gibi Er-Riâye li Hukukillâh isimli eseri de dilimize tercüme edilip yayınlanmıştır. Bu eserde de görüleceği üzere Muhasibî, ihlâs-riyâ gibi mevzularda hassas mı hassas, muhâsebe ve murâkabelerinde derin mi derin, emir ve yasakları yerine getirmede sübjektif mükellefiyet olarak hep azimet tercihinde bulunan devasa bir kâmettir. Meselâ o, fiil ya da tavır değil, muvakkaten aklından geçen sevimsiz şeyler hakkında bile büyük günah işlemiş gibi ızdırapla kıvranır, “Benim aklım temiz olsaydı o kirin orada ne işi vardı!” anlayışıyla kendini levmeder ve sürekli derin bir hassasiyetle nefsini sorgulayıp hesaba çeker.”5)
  • “Objektif mükellefiyet itibarıyla, sırf zanna hüküm bina edip suitevil ve suitefsire giren insanların işledikleri günahtan dolayı sizin bir vebal ve sorumluluğunuz söz konusu olmayabilir. Ancak sübjektif mükellefiyet açısından meselenin bir de merhamet ve şefkat yanı vardır. Şayet biz bütün mü’minlere karşı derin bir şefkat ve alâka duyuyor ve onların ağız, göz, kulak, dil ve dudaklarından olumsuz bir şeyin sadır olmasına sebebiyet vermemeyi düşünüyorsak, bu mevzuda başkalarına günah işletmeme de –sübjektif mükellefiyet açısından– bizim için çok önemlidir. Eğer zihinlerde vehim, şüphe ve tereddütler varsa onları izale etmek mü’mine merhamet ve şefkatin gereğidir. Bu açıdan başkalarının suizanna düşmelerine ve hasede girmelerine meydan vermemek, kıskançlık ve gıpta damarlarını tahrik etmemek için çok dikkatli ve hassas olunmalıdır.”6)
  • “… bir insan, usulü’d-din ve kelâm metodolojisine göre, içinden geçirdiği şeylerden dolayı sorumlu olmaz. Yani objektif mükellefiyet açısından, bir insan ağzıyla söylemez, gözüyle iradî olarak günahın içine girmez, el, ayak, dil ve dudak gibi organlarıyla halt karıştırmazsa, akıldan geçenler günah olarak yazılmaz. Bizim gibi avam halk için geçerli olan budur. Havassa göre ise sübjektif mükellefiyet açısından, hayalin kirlenmesi bile tevbe ve istiğfarı gerektiren bir hâldir. Meselâ çay içiyorsunuz. Şeker ve limonunu kattığınız çayı yudumlamak çok hoşunuza gitti ve çok zevk aldınız. Hemen o esnada, ‘Eğer Rabbim’in bunda muradı yoksa…’ deyip kendinizi sorgulamıyor; hayalinize çarpan ve sübjektif içtihadınıza göre yakışıksız bulduğunuz o hâle karşı istiğfarda bulunmuyorsanız, konumunuzun hakkını veremiyorsunuz demektir.”7)
  • “… Cenâb-ı Hak, bir insanı eğer harem odasının kapısının önüne almışsa, sübjektif mükellefiyet adına ona yüklediği bazı sorumluluklar var demektir. Hazreti Pîr, İhlâs Risalesi’nde, ‘Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.’8) diyor. Yani mazhariyete göre bir cereme vardır.”9)
  • “… başkaları bir günde nafilelerle birlikte 40 rekât namaz kılıyorsa, siz ‘Üzerimde Cenâb-ı Hakk’ın bunca nimeti olduğuna göre ben niye 80 rekât namaz kılmayayım!’ demeli, sübjektif mükellefiyetin enginliklerine açılmalısınız.”10)
  • “… herkes Cenâb-ı Hakk’ın kendisini çıkardığı helezonun basamaklarına göre bir kulluk sergilemelidir. Dolayısıyla böyle bir helezonun üstünde bulunan bir insan tabandaki birisi gibi sadece farzları yapmakla vazifesini yaptığını düşünemez. Onun sahip olduğu bilgi ve nail olduğu nimetler ölçüsünde ibadet hayatında da daha derin olması gerekir. İsterseniz buna ‘sübjektif mükellefiyet’ diyebilirsiniz.”11)

İlave Okuma

Diğer Diller

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Ölümsüzlük İksiri, (Kırık Testi-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 157.
2)
A.g.e. s. 158.
3)
A.g.e. s. 164.
4)
M. Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, (Kırık Testi-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 41.
5)
M. Fethullah Gülen, Cemre Beklentisi (Kırık Testi-10), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 82–83.
6)
A.g.e. s. 196.
7)
A.g.e. s. 245–246.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 204.
9)
M. Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi (Kırık Testi-12), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 115.
10)
M. Fethullah Gülen, Mefkûre Yolculuğu (Kırık Testi-13), İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 128.
11)
M. Fethullah Gülen, Dert Musikisi (Kırık Testi-16), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2019, s. 258.
subjektif_mukellefiyet.txt · Son değiştirilme: 2024/04/15 10:13 Değiştiren: Editör