Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


izzet

İzzet

  • Kıymet, yücelik, şeref, kudret, kuvvet.
  • “… izzet ve azamet ister ki; esbab, perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki; esbab, ellerini çeksinler te’sir-i hakikîden.”1)
  • Ehadiyette, ulûhiyet ve rahmâniyete bakan –bu bir itibara göre böyledir, bu mülâhazayı vahidiyet için düşünen mutemet insanların sayısı da az değildir– bir ihata edilmezlik, bir nâkâbil-i idrak olma keyfiyeti söz konusudur. Evet insan, her zaman ehadiyetle müfad celâlî tecellîyi kavrayamayabilir; zira onda, ulûhiyet ve rahmâniyet tecellî dalga boyunda bir külliyet, bir umumiyet ve dolayısıyla da göz kamaştıran ve görmeye mâni azamet ve izzetin kuşatıcılığı bahis mevzuudur. İşte bu hâliyle de o muhittir.. ve dolayısıyla da ihata edilmesi imkânsızdır. Bu durumda da vicdanlar bir tenezzül ve daha farklı bir inkişafa ihtiyaç duymaktadırlar. Kur’ân-ı Kerim’in bazı yerlerde ortaya koyduğu böyle bir tavr-ı tenezzülün, vicdanların ihtiyacını karşılamak üzere bu kabîl bir inkişafa baktığı söylenebilir: Kur’ân, çok defa, kâinat ve hâdiseleri nazara verdiği aynı anda, görülüp hissedilebilen, okunup anlaşılacak olan cüz’iyyât dairesindeki bir şefkat, bir merhamet, bir nizam ve bir âhengi hatırlatarak, ihata edilmezler üzerine kavranılabilirlik merceğini koyup her şeyi doğru okumamızı sağlar ve bizi muhit olanın ihata edilmezliği karşısında hayrette bırakmaz.”2)
  • İzzet, azamet ve fevkalâde ululuk zuhuru sayılan celâlî tecellî, ‘hüviyet-i mutlaka’ unvanıyla da yâd edilmektedir. Zât-ı Ulûhiyet’in hâssa-i lâzimesi kabul edilen böyle bir azamet ve ululuğu hatırlatma sadedinde, ism-i Zât olan ‘Allah’ kelime-i mübarekesine hep ‘lafza-i celâl’ ve Hazreti Zât-ı Ulûhiyet’e de ‘Zülcelâl’ denegelmiştir. Farklı bir yaklaşımla, Cenâb-ı Hakk’ın herkese ve her şeye, o şeyin istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde, aynı zamanda seviye ve ihtiyaçları nisbetinde lütuf, ihsan ve ikramla taltifine cemalî tecellî dendiği gibi, O’nun esmâ ve sıfatlarının aşkın ve ihata edilmez şekilde gâlibane, kâhirane, hâkimane zuhurlarına da celâlî tecellî denmiştir.”3)
  • “Cenâb-ı Hakk’ın rahmânî nazar ve teveccühünün bazen umumî, bazen de hususî olduğunu daha önce hatırlatmıştık. Ne var ki O, her şeyde esbabı izzet ve azametine perde yaptığı gibi, değişik konumdaki kullarına bir kısım iltifatlarında da bazen bir nebi, bazen bir veli ve bazen bir üstadı perde yapabilir; yapar, hediye ve behiyyelerini onların eliyle bu kabîl muhtaç ve muntazırlara sunar.”4)
  • “Sofiyeye göre, bütün eşya ve hâdiseler (hakâik-i eşya) esmâ-i ilâhiyenin tecellîlerinden ibarettir. Varlığın esası sayılan esmâ-i ilâhiyenin yanında bir de Zât-ı Ulûhiyet’i tenzîhe delâlet eden isimler vardır ki, bunlar, Hazreti Zât’ın icraatına karşı birer hicab mahiyetindedirler. Sofîlerin: ‘Zât-ı Ulûhiyet’i müşâhedeye mâni yetmiş veya yedi yüz perde vardır; eğer bu izzet ve azamet perdeleri bir an açılıverse, envâr-ı Zât’ın tecellîsiyle her şey silinir gider; ortada ne arz kalır ne semâ ne isim ne de O’ndan başka bir müsemmâ.’ sözleri min vechin bu hakikati ifade eder ki, bu da ehadiyet-i Zât tecellî edince –bazıları buna vahidiyet tecellîsi demişler– mümkinâtın da, onların taayyünlerinin de bütün bütün gaybûbeti demektir.”5)
  • “Mütekellimîn, Cenâb-ı Hakk’ın, cevher-araz, zaman-mekân, madde-mânâ açısından hiçbir şeye muhtaç olmadığını tasrih etmiş ve icraat-ı sübhaniyesinde görülüp müşâhede edilen esbap ve ilele de izzet ve azametinin hicap ve perdeleri nazarıyla bakmışlardır.”6)
  • “Bu sıfatların hemen hepsi de –tekvîn hususundaki farklı mülâhazalar mahfuz– kadîm, bâkî, bütün varlığı muhît, Zât-ı Ulûhiyet’in perde-i izzeti ve hicab-ı azameti, Zât-ı Akdes’le kâim ve zihnî mânâda ayniyeti söz konusu olmayan evsâf-ı celâliye ve cemaliyedir. Bunlar hayat, ilim, sem’, basar, irade, kudret, kelâm, tekvîn gibi sekiz sıfat-ı izzetten ibarettir.”7)
  • “Hepinizin bildiği gibi, bir zaman mü’minler hep horlanmış ve hakir görülmüş ve ‘Müslümanım’ demek âdeta horlanma sebebi sayılmıştır. Bu yüzden, dünden bugüne hizmette mesleği, makamı, malı, serveti değil de; ancak Müslüman olmayı yegâne izzet sebebi saymak yeğlenmiştir. İzzet, Allah’ın, O’nun Resûlü’nün ve mü’minlerindir. Şu hâlde, inanmayanlar karşısında aşağılık duygusuna kapılmamak; aksine onların karşılarında iç âlemimiz itibarıyla İslâm’ın izzetini duymak; dolayısıyla onlara karşı irşad vazifemizi evde-mektepte, çarşı-pazarda, nerede olursak olalım her zaman dinimizi temsil ve tebliğ de, kınayanların kınamasından çekinmeme esasına göre sürdürmeliyiz.”8)
  • “Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: Bir gün Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Bunu yapamazsanız, –ki elbette yapamayacaksınız– yakıtı insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanan ateş ten korkun!’ âyetini okudu ve şöyle buyurdu: ‘Cehennem kızarıncaya kadar bin sene, sonra beyazlayıncaya kadar bin sene, sonra da simsiyah oluncaya kadar bin sene yakıldı ve yandı. Derken ateşi asla sönmeyen simsiyah bir hâl aldı.’ Bunun üzerine, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) önünde bulunan bir zenci yüksek sesle ağladı. Cebrail (aleyhisselâm) inerek: ‘Önündeki bu ağlayan kimdir?’ diye sordu. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘Habeşli bir adamdır.’ dedi ve onu övdü. Cebrail de, Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bildirdi: ‘İzzetim, Celâlim ve Arşımın üstündeki makamın hakkı için, dünyada Benim korkumdan dolayı ağlayan kulumu, Cennet’te sevindirir ve güldürürüm.’”9)

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 312.
2)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 538.
3)
A.g.e. s. 549.
4)
A.g.e. s. 662.
5)
A.g.e. s. 666.
6)
A.g.e. s. 782.
7)
A.g.e. s. 783.
8)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 156.
9)
M. Fethullah Gülen, Prizma-5, İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 62–63.
izzet.txt · Son değiştirilme: 2024/08/14 12:32 Değiştiren: Editör