Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


irsad

İrşad

  • “Doğru yolu gösterme, gönülleri Hakk’a uyarma; söz, yazı ve daha değişik vesileleri değerlendirmek suretiyle kalben, fikren insanların Allah’a ulaşmasına engel sayılan mâniaları bertaraf ederek duygu ve düşünceleri Hak’la buluşturma; Hak’la tanışık ruhların da, O’nunla münasebetlerinde daha bir derinleşip yükselmelerine vesile olma mânâlarına gelen irşad; insanları ferden ferdâ veya cemaat hâlinde hususî bir terbiyeye tâbi tutarak bunların içindeki liyâkatlileri ‘bi’l-kuvve’ ve ‘bi’l-istidat’ insanlık seviyesinden ‘bi’l-fiil’ insan olma mertebesine.. tabir-i diğerle, ‘insan-ı kâmil’ olma ufkuna yönlendirmenin unvanı olagelmiştir.
  • İrşadı; zâhir ve bâtına vâkıf, kalb-kafa izdivacına muvaffak olmuş yetkin kimselerin, bir kısım istidatları, seviyeli insan olmaya çağrısı şeklinde anlamak da mümkündür. Bu mânâda ona, kalb ve ruh kahramanlarının, kendi hususî mazhariyetlerini başkalarına duyurma cehdi de diyebiliriz ki, işte böylelerinin elinde her zaman kömürler elmasa dönüşmüş, taş ve toprak da altın seviyesine yükselmiştir. Aslında, irşad ve mürşid konusunda tasavvuf erbabı da, meseleyi hep bu çerçevede ele almış ve onu, aşkın insanların, insanüstü gayretleri şeklinde yorumlamışlardır. Onlara göre, gönülleri Hakk’a uyarma adına ortaya konan seviyesiz, kalitesiz gayretlere irşad denemeyeceği gibi, ruhlara insan-ı kâmil olma ufkunu açamayanlara da mürşid denemez.. denemez; zira bunların kendileri irşada muhtaçtırlar ve mutlaka terbiye edilmelidirler. Bir enfes Türk atasözünde:
  • ‘Kendi muhtâc-ı himmet bir dede,
  • Bilmez ki gayra nasıl himmet ede.’ denir ki, tam böyleleri için söylenmiş gibidir. Üsküdarlı Salim Süleyman ise, bu mülâhazayı biraz da şâirâne bir eda ile şöyle seslendirir:
  • ‘Şeyhimiz kendisi ilimde kalmış âciz,
  • Nerde kaldı ki keyfiyet-i irşadı bile’
  • Bağdatlı Rûhî’nin konuya yaklaşımı daha da alaylı bir üslûp iledir:
  • ‘Gör zâhidi kim sâhib-i irşad olayım der,
  • Dün mektebe gitti, bugün üstad olayım der.’
  • Aslında, dünya hayatında kalıcılığı ve uhrevî neticeleri itibarıyla en değerli bir iş varsa o da irşaddır.. tabiî, en kıymetli insan da irşad eri olan mürşiddir. Ne var ki, herkesin irşadı da onun kâmet-i kıymetine göredir; öyle ki, bu konuda kutbiyet ve gavsiyet dairelerinin irşad kahramanlarından düz mev’izecilere kadar bir sürü irşad erinden bahsetmek mümkündür.”1)
  • “… tebliğ ve irşad umumî anlamda dinin anlatılması demektir. Yalnız bu vazifenin hayata geçirilişinde hemen her şey de olduğu gibi dikkat edilmesi gereken aslî ve fer’î unsurlar vardır. Aslî unsurlar; tebliğ edilecek hakikatler, tebliğ eden, tebliğ edilen ve tebliğ usûlleri olmak üzere dörde ayrılır. Fer’î unsurlar ise, bu dört ana esasa bağlı olan şeylerdir. Ezcümle tebliğin varlık gayemiz oluşu, tebliğ ile fert-toplum münasebeti, peygamber ve tebliğ, çile, ızdırap, ücret, dua gibi hususların tebliğ ile ilişkisi, keyfiyet-kemmiyet dengesinin gözetilmesi vb. bütün bunlar tebliğin başarılı ve müessir olup olmamasında birinci derecede rol oynamaktadırlar.”2)
  • “Tebliğ ve irşad insanı hüzünle bütünleşmelidir. Derecesine göre bütün büyüklerde hüzün, müşterek bir vasıf gibidir. Zaten, tebliğ ve irşad, istenen ölçüde tesir icra etmiyorsa, dava adamının bu gibi hâllerde hüzünle iki büklüm olması gayet tabiîdir.”3)
  • Beklentisizlik, Peygamberlik mesleğinin şiarıdır; insanları kurtarmak için kendi hayatını istihkâr ederek her gün ölüp ölüp dirilme, sürekli çalışma, hep koşturma, zahmet çekip meşakkatlere katlanma, ama bütün bunlara bedel hiçbir ücret istememe irşad yolunun hususiyetidir. Nitekim, Hazreti Nuh, Hazreti Hûd, Hazreti Salih, Hazreti Lût ve Hazreti Şuayb (Allah’ın salat ve selamı Efendimizin ve bütün peygamberlerin üzerine olsun) hep aynı cümleyi tekrar etmiş; ‘Bu hizmetten ötürü sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak Rabbülâlemîn’dir.’ (Şuarâ, 26/109) diyerek, bütün peygamberlerin ortak duygu ve düşüncesini dile getirmişlerdir. Mevlâ-yı Müteâl, Sultân-ı Rusül Efendimiz’e, ‘De ki: Sizden bu hizmetim için hiçbir ücret istemiyorum, malınız sizin olsun! Benim ücretim yalnız Allah’a aittir ve O, her şeye şahittir.’ (Sebe’, 34/47) buyururken de nübüvvetin bu ulvî yönünü nazara vermiştir.”4)
  • “Bilhassa günümüzde, peygamberliğe ait bir vazife olan tebliğ ve irşad vazifesini omuzlayanların bu noktaya çok iyi dikkat etmeleri ve bu mevzuda çok hassas davranmaları gerekmektedir. Çünkü sözün tesiri, belâgat ve fesahatinde değil, samimî olmasında saklıdır. Bu ise hasbîliği gerektirmektedir.”5)
  • “Kur’ân’ın mertebe-i irşadında öyle bir genişlik var ki; bir tek dersinde Hazreti Cebrail (aleyhisselâm), bir tıfl-ı nevresîde ile omuz omuza o dersi dinler, hisselerini alırlar. Ve İbni Sina gibi en dâhi feylesof, en âmî bir ehl-i kıraatle diz dize aynı dersi okurlar, derslerini alırlar. Hatta bazen olur ki o âmî adam, kuvvet ve safvet-i iman cihetiyle, İbni Sina’dan daha ziyâde istifade eder.”6)
  • “… mademki Kur’ân-ı Mürşid, bütün tabakât-ı beşere hitap eder. Kesretli tabaka ise tabaka-yı avâmdır. Elbette irşad ister ki; lüzumsuz şeyleri ibham ile icmal etsin.. ve dakik şeyleri temsil ile takrib etsin.. ve mağlatalara düşürmemek için, zâhirî nazarlarında bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmemektir.”7)
  • “Kur’ân mürşiddir, irşad umumî oluyor. Bunun için, Kur’ân’ın ifadeleri zamanların ihtiyaçlarına, makamların iktizasına, muhatapların vaziyetlerine göre ayrı ayrı olmuştur.”8)
  • “Ben size nispeten kardeşim; mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var. Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymettar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette taksimü’l-mesâi kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesânüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.”9)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 472–473.
2)
M. Fethullah Gülen, İrşad Ekseni, “Takdim”, Ahmet Kurucan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 10.
3)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 86.
4)
M. Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, (Kırık Testi-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 38–39.
5)
M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 94.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 216.
7)
A.g.e. s. 233.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 70.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 62–63.
irsad.txt · Son değiştirilme: 2024/03/18 16:26 Değiştiren: Editör