Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


esmaihusna

Esmâ-i Hüsnâ

  • “İsmin çoğulu olan esmâ ile ‘güzel, en güzel’ anlamındaki hüsnâ kelimelerinden oluşan esmâ-i hüsnâ (el-esmâü’l-hüsnâ) terkibi naslarda Allah’a nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur’ân’da geçen İlâhî isimler 100’den fazladır; muhtelif hadislerde Allah’a nispet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâ-i hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.”1)
  • “Cenâb-ı Hakk’ın güzellerden güzel isimleri diyeceğimiz ‘esmâ-i hüsnâ’, ta devr-i risaletpenâhiden itibaren, ‘Zât-ı ulûhiyet’i evsâf-ı celâliye ve cemaliyesine uygun şekilde bilme ve tanıma adına yanıltmayan bir kaynak olmuş; onları doğru okuyup anlayanları inhiraflardan korumuş ve bu korunmuşlara ulûhiyet hakikatinin ‘hadd-i tâmm’ı ölçüsünde bilgi ifaza etmişlerdir. Mârifet yolculuğuna çıkan herkes, esmâ-i hüsnânın aydınlık çehrelerinde ve onların tecellî alanlarında imanda derinleşmeye yürümüş; mârifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî avlamış; O’nu ‘mahiyet-i nefsü’l-emriye’sine uygun bilme hesabına bu isimleri birer sırlı anahtar gibi zâhir ve bâtın hâsselerinin eline vermiş ve onların araladığı kapılardan sızan ziya-i hakikatle O’nu görme, bilme ve duyma ufkuna yönelmiştir.
  • Esmâ-i hüsnâ, minelkadîm herkes için her zaman başvurulan bir ‘menhelü’l-azbi’l-mevrûd’ olsa da, onların sistemli şekilde ele alınmaları ve şerhleriyle, izahlarıyla eserlere konu olmaları daha sonraki devirlerde gerçekleşmiş ve bu süreç günümüze kadar devam edegelmiştir. Cenâb-ı Hakk’ın, bu güzel ve en güzel isimleriyle alâkalı, mücmel-mufassal, manzum-mensur o kadar çok eser yazılmıştır ki, bunların bütününü ne tespit etmek ne de sayıp dökmek mümkündür. Bizim burada ta’dat etmeyi düşündüklerimizse, deryadan bir damla mesabesindedir.”2)
  • “Biz, bildiğimiz varlıkları, fizikî darlıkları çerçevesinde ihsaslarımızın sınırlılığına göre bilebilir, değerlendirir ve ona göre bir hükme varırız. Cenâb-ı Hak, o müteâl varlığıyla ancak esmâ-i hüsnâsının bütününün birden bildirdiği münezzeh, mukaddes ve ‘bî kem u key’ bir mahiyetle bilinebilir. Böyle bir yaklaşım aynı zamanda, O’nun sırf bir zihnî varlık olmayıp, aksine varlığı kendinden bir ‘Vacibü’l-Vücud’ olduğunu da gösterir ki, bütün Müslümanların itikatları da bu merkezdedir.”3)
  • “Lâhut, Zât-ı Ulûhiyet’in câmi bir aynası olması itibarıyla ezelden ebede değişmezliği haizdir. Evet, o âyine-i ezel olduğu gibi tecellî-i lâyezaldir. Tarih boyu değişik düşüncelerden ubûdiyet şekilleri doğagelmiş ve bu ubûdiyetlere merci olmak üzere farklı mâbudlar uydurulmuştur. Ne var ki birer birer doğan bu ubûdiyetler, mevsimi gelince veya miadı dolunca hemen hepsi unutulmuş, mâbud kabul edilen bütün ilâhlar hafızalardan silinip gitmiş; sadece ve sadece o Vâhid ü Ehad, o sıfât-ı ulyâ ve o esmâ-i hüsnâ sahibi Zât-ı Ecell ü A’lâ bâki kalmıştır. O, ezelîdir; ezelî olduğu için de ebedîdir; kıdemi sâbit, ademi de mümtenidir.. ve işte lâhut âlemi de böyle bir tecellînin biricik mir’ât-ı mücellâsıdır.”4)
  • “Lafz-ı Celâl ve İsm-i Âzam da denen ‘Allah’ kelime-i mübarekesi, kendini bize ‘Esmâ-i Hüsnâ’sıyla bildiren ve sıfât-ı sübhaniyesiyle zihin, mantık ve muhâkemelerimize bir çerçeve vaz’eden, bütün esmânın Müsemmâ-i Akdesi ve bütün evsâf-ı kemaliyenin Mevsûf-u Münezzehi, ulûhiyet tahtının biricik mâliki ve rubûbiyet arşının sahib-i bîmisali Zât-ı Ecell ü A’lâ’nın adıdır. Seyyid Şerif’in de ifade ettiği gibi, ‘Allah’ lafz-ı mübareği ‘min haysü hüve’ Zât-ı İlâhiyenin ism-i hâssıdır ve usûlüddin ulemâsınca o bir ism-i Zât’tır. Aynı zamanda ‘İsm-i Celâl’ ve ‘İsm-i Âzam’ diye de bilinen bu mübarek kelime hususî mânâda ‘İsm-i Âzam’ olarak da zikredilmektedir.
  • Zât-ı Ulûhiyet’e ait bütün isimler birer esmâ-i sıfât, ‘Allah’ lafzı ise bir ism-i Zât’tır ve bütün ilâhî isimleri ya bililtizam veya bittazammun ihtiva etmektedir. Şöyle ki, bir insan, ‘Lâ ilâhe ille’l-Kuddûs.. ille’r-Rahîm.. ille’l-Azîz… ilâ âhir.’ gibi cümlelerle imanını ilan etse, bu cümleler esmâ-i hüsnâsıyla mâlum, sıfât-ı sübhaniyesiyle mâruf ve muhât o Zât’ı tam ifade edemediğinden maksat hâsıl olmaz. Zira böyle diyen biri, farkına varsın varmasın, daire-i ulûhiyet ve rubûbiyeti ‘Kuddûs’, ‘Rahîm’ ve ‘Azîz’ isimlerinin tecellî alanlarına inhisar ettirerek muhîti muhât hâline getirmiş ve bir mânâda daire-i ulûhiyeti tahdit etmiş olur.”5)
  • Esmâ-i hüsnâ, en güzel ve en âlî isimler mânâsına Zât-ı Ulûhiyet’in esmâ-i sübhaniyesi demektir. Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha’da ilâhî isimler hep bu unvan-ı mübeccelle yâd edilegelmiştir. Yerinde görüleceği üzere bu mukaddes isimlerden “‘Allah’ lafzı ism-i Zât, diğerleri ise birer ism-i sıfattırlar. Lafz-ı celâle olan Allah ism-i şerifi değişik delâlet çeşitleriyle bütün ilâhî isimleri câmi Hazreti Zât’ın unvan-ı mübeccelidir ve onun ifade ettiği mânâyı başka bir kelime ile ifade etmek de mümkün değildir.
  • Esmâ-i hüsnâdan, Kuddûs, Selâm, Ehad, Vâhid… gibi bazı isimler –ileride açılabilir– selbî sıfatlar mahiyetinde Zât-ı Hakk’ın kudsiyet ve nezahetini; Hayy, Alîm, Semî’, Basîr, Mürîd, Kadîr, Mütekellim… türünden esmâ-i mübeccele O’nun sübûtî sıfatlarının açılımını; Hâlık, Mübdi’, Muhyî, Mümît, Rezzâk, Vehhâb, Gaffâr, Settâr, Bârî’, Musavvir… nev’inden esmâ-i münezzehe ise tekvîn sıfatının değişik dalga boyundaki tecellîlerini işaretlemektedirler.”6)
  • Esmâ-i hüsnâ Cenâb-ı Hak nezdinde ne mânâya geliyor ve Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ) onları nasıl yorumluyor ve nasıl algılıyorsa, biz de onları öyle kabul ediyor ve aksi mütalâa ve mülâhazaları da birer sapma sayıyoruz. Nasıl saymayız ki, Kur’ân-ı Kerim, isimleri inkâr etmeyi veya inkâr edalı bir tevile sapmayı ya da Allah’a nisbette gözetilen muhtevalarıyla başkalarına nisbet etmeyi ilhad addetmektedir. Evet, Kitab-ı Mübin, ‘Allah, Kendinden başka mâbud-u bilhak ve maksûd-u bilistihkak olmayan zattır ve en güzel isimler de O’nundur.’ (Tâhâ, 20/8) diyerek getirip, insan, varlık, kâinat ve bütün şuûnu o esmâ-i hüsnâya bağlamaktadır.”7)
  • “Bazı mutasavvıfîn de, bizim bildiğimiz ve ta’dat ettiğimiz ‘esmâ-i hüsnâ’, isimlerin isimleridir, hakikat-i esmâ ise bunların ötesindedir; Yunus’un ifadesiyle, “Süleyman var Süleyman’dan içeru”… der gibi bir üslûpla ilâhî isimlere yaklaşmış, cismanî kalbin hakikî kalble, bedenin ruhla münasebetine benzer şekilde, bildiğimiz esmâ ile varlığın perde arkasındaki ilâhî isimler arasında da aynı mülâhazayı seslendirmiş ve bunların ancak zevk-i huzurî ile duyulup hissedilebileceğine vurguda bulunmuşlardır.
  • İster öyle ister böyle, Cenâb-ı Hakk’ın ‘Kitab-ı Mübin’inde en güzel isimler diye bize talim buyurduğu esmâ-i hüsnâ, O’nunla bir çeşit kalbî ve ruhî münasebete geçme, kendi uzaklığımızı aşarak her zaman belli nispette vicdanlarımızda duyduğumuz O’nun yakınlığına ulaşma adına bizim için sırlı birer anahtar ve seslendirildiğinde cevap alan birer sihirli kelimedir. Bu anahtarlara sahip bulunan ve bu nuranî kelimeleri vird-i zeban eden, bunlarla dünyalara tâlip olsa talebi cevapsız kalmaz; öteleri peylese eli boş geriye dönmez.
  • Esmâ-i hüsnâyı kendi derinlikleriyle duyma ve bilme, kul için bir ilâhî mevhibe, onun ruhunu iğna edecek ledünnî bir haz, zâhir ve bâtın hâsseler için de O’nu görme, O’nu bilme, O’nu duyma ve O’nun tarafından görüldüğünün, bilindiğinin şuurunda olma mârifetidir ki, bu ufku idrak edenler “billâh” der işler, ‘bismillâh’ der başlar, her işini O’na bağlar ve Bediüzzaman ifadesiyle ‘lillâh’, ‘livechillâh’, ‘lieclillâh’ rızası dairesinde harekât ve sekenâtlarıyla ömürlerinin saniyelerini seneler hükmüne getirebilirler. Kul O’nun kulu, esmâ O’nun isimleri, bu isimlerle çağrılan O, yönelinen kapı da O’nun kapısı olduktan sonra niye olmasın ki!”8)
  • “Rehber-i Ekmel Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) zahire bakan bu icraatları ism-i Zâhir’in bir tezâhürüdür. ‘Zâhir’ isminin yanında Cenâb-ı Hakk’ın bir de ‘Bâtın’ ismi vardır. (Esasında Evvel u Âhir, Zâhir u Bâtın isimleri bir mânâda, bütün Esmâ-i Hüsnâ’nın hülâsası gibidir. Başka bir ifadeyle, Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimleri, bu dört isme râcidir.) İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) gökteki melekleri imrendirecek ölçüde yeryüzünde tesis buyurduğu sistemin ‘Bâtın’ isminin bir tecellisi olarak, mânevî esas ve derinlikleri vardır. Bu sistemin her zaman dimdik ayakta kalması, her an ter u taze varlığını devam ettirmesi, imanî ve İslâmî esasların sağlamlığına ve ihsan şuuruna bağlıdır. Bu esasları ihmal eden, insanların mânevî yönlerini görmezlikten gelen ve onları sadece cismanî yönleriyle ele alan hukukî ve idarî hiçbir sistem, vaz’ ettiği kanunlarla başarıya ulaşamaz, hırsızlıktan haramiliğe, ondan kapkaççılığa kadar toplumun huzur ve sükûnunu alt üst eden suçların önüne geçemez, insanların ferdî, ailevî, içtimaî ihtiyaçlarına cevap veremez.”9)
  • “Hem dünyanın iki yüzü var, belki üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. Demek, Esmâ-i Hüsnânın âyineleri ve mektubât-ı Samedâniye ve âhiretin mezraası olan koca dünya değil; belki âhirete zıt ve bütün hatîâtın menşei ve beliyyâtın menbaı olan, dünyaperestlerin dünyasının, âlem-i âhirette ehl-i imana verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir.”10)

Ayrıca Bakınız

İlave Okuma

Dipnotlar

1)
TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV, 1995, 11/404.
2)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri 4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 150-151.
3)
A.g.e. s. 152.
4)
A.g.e. s. 540–541.
5)
A.g.e. s. 733.
6)
A.g.e. s. 797.
7)
A.g.e. s. 799.
8)
A.g.e. s. 800.
9)
M. Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi (Kırık Testi-12), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 118.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 369.
esmaihusna.txt · Son değiştirilme: 2024/05/04 17:39 Değiştiren: Editör