Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


ihsan

İhsan

  • İhsan; lügat itibarı ile iki şekilde kullanılır: Biri أَحْسَنَهُ’dur ki; bir şeyi güzel ve mükemmel yaptı, ihsan şuuru ile davrandı, hep mükemmeli takip etti; diğeri ise أَحْسَنَ إِلَيْهِ’dir ki; iyilik etti, ihsan ve cemilede bulundu mânâlarına gelir.
  • Hakikat ehlince ihsan; hak ölçülerine göre iyi düşünme, iyi şeyler planlama, iyi işlere mukayyet kalma ve kullukla alâkalı bütün davranışların, Allah’ın nazarına arz edilmesi şuuruyla, fevkalâde bir titizlik içinde temsil edilmesinden ibaret kalbî bir ameldir.”1)
  • “Kalb, iman, ibadet ve ihsan ruhunun vatan-ı aslîsi ve her zamanki otağı.. Allah-kâinat-insan arasında ince ince akıp duran duyguların yüksek debili bir ırmağı olmasına rağmen, bu cihanbahâ latîfeyi yerinden etmek ve bu ırmağa mecrâ değiştirtmek için, onun, sayılmayacak kadar da düşmanları vardır. Kasvetten küfre, ucubdan kibre, tûl-i emelden hırsa, şehvetten gaflete, menfaatten makam düşkünlüğüne kadar yığın yığın düşman, taarruz vaziyetinde onun zaaf ve boşluklarını kollamaktadır.”2)
  • İhsana ulaşabilmek için, duygu, düşünce ve tasavvurların sağlam bir imana bina edilmesi, iman gerçeğinin İslâmî esaslarla derinleştirilmesi ve kalbin kadirşinas ölçüleri ile ilâhîleştirilmesi şarttır. Başkalarına ve başka şeylere ihsan duygusu ise Hak murâkabesi ile bütünleşmiş böyle bir kalbin tabiî tavrıdır.
  • Evet, اَلْإِحْسَانُ أَنْ تَعْبُدَ الّٰلهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ فَإِنْ لَمْ تَكُنْ تَرَاهُ فَإِنَّهُ يَرَاكَ ‘İhsan, görüyormuşçasına senin, Allah’a ibadet etmendir; sen O’nu görmesen de O seni görüyordur.’ hakikatince, yapılan her şeyi arızasız ve Cenâb-ı ‘Şâhid-i Ezelî’nin nazarına arz edilebilecek şekilde, inanarak, duyarak, irade, his, şuur ve latîfe-i rabbâniye buudları ile yerine getirmek bir esas, bir temel prensip ve hakikat erlerince ulaşılması gerekli olan bir ufuk; başkalarına karşı iyilik duygusu, iyilik düşüncesi ve iyi davranmak ise, insan ruhu ile bütünleşmiş böyle bir ihsan şuurunun zuhuru, taşması ve intişarıdır ki; birinci şıkkın tabiî neticesi ve ihsana programlanmış bir vicdanın programlandığı şeyi ifade etmesinden ibarettir.”3)
  • “… kurb-i umûmî, herkesi ve her şeyi şemsiyesi altına almasına mukabil, kurb-i hususi, imana dayanır ve Allah’ın iyi, güzel, doğru dediği hususların yaşanıp yerine getirilmesiyle gerçekleştirilir ki, bu da ancak, kurb yolunu bulmuş ve sonsuza uzayan koridora girmiş bulunan, her gün ayrı bir iman derinliğiyle sabahlayan-akşamlayan ve إِنَّ اللهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ ‘Şüphesiz Allah, takvâya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir.’ (Nahl, 16/128) ufkunda seyahat eden bahtiyarlar için bahis mevzuudur. Bu mertebeyi yakalayanlar nefes alırken إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ ‘Şüphesiz beraberimdedir Rabbim ve bana yol gösterecektir.’ (Şuarâ, 26/62) derler; nefeslerini verirken deإِنَّ اللهَ مَعَنَا ‘Şüphesiz Allah bizimle beraberdir.’ (Tevbe, 9/40) der kurbet soluklarlar.
  • Kurb-i hususide iman şuuru ve ihsan hakikatı, gözde ziyâ ve cesette can gibidir. Bu iki temel esasa bağlı olarak farz ve nâfilelerin yerine getirilmesi ise, nâmütenâhîlik semâlarına açılmada iki nûrânî kanat mesâbesindedir. Evet, insanı Allah’a yaklaştırma yollarının en emini, en kestirmesi ve en makbûlü farzları edâ yoludur. Ve gerçek mahbûbiyet ve dolayısıyla da kurbet ise, sınırlı ve kayıtlı olmayan nâfilelerin nâmütenâhî, engin ve vefâ tüten ikliminde tahakkuk eder. Hak yolcusu, her an ayrı bir nâfilenin kanatları altında sonsuza uzanan yeni bir koridorda kendini bulur, yeni bir mazhariyete ulaştığını hisseder; farzları edâya daha bir iştihalı ve nâfilelere karşı da daha bir iştiyaklı hâle gelir.”4)
  • “… zevk-i ruhânî, amelin ona bağlandığı bir iş değildir, amele terettüp eden bir şeydir, amelin gayesi değil semeresidir. İnsan zevk-i ruhânîye ulaşmak için amel yaparsa, zevk-i ruhânî, o amelin karşılığı ve gayesi olmuş olur, dolayısıyla, o amel kıymetini kaybeder. Oysaki zevk-i ruhanînin ötesinde de pek çok ilâhî teveccüh vardır; meselâ, Allah sana ‘yakîn-i etem’, ‘ihlâs-ı etem’ ihsan eder, Allah seni asfiyanın arasına katar, Enbiya ile beraber haşreder. Fakat sen bunların hiçbirini aklına getirmemelisin. Çünkü, Allah, Allah olduğu için Mâbud’dur; ibadet edildiği için Allah değildir. Hakkıdır O’nun Kendisine ibadet edilmesi. Kulluk hesabına ne yapıyorsan o, O’nun hakkıdır.”5)
  • İrfana gelince, o, ihsan mülâhazası içinde mütalâa edilebilecek bir mefhumdur. Bu açıdan irfan ufkuna ulaşmak isteyen bir insanın önce sağlam bir şekilde iman etmesi, ardından amel-i salih yapması ve bunu da zamanla bir vicdan kültürü hâline getirmesi gerekir. Evet, irfana ulaşmanın en önemli yolu, ibadet ü taati titizlikle ve şuurlu bir şekilde yerine getirmektir. İbadet ü taatte şuur olmayınca irfana ulaşılamaz. İrfana ulaşamayan bir insanın ise Allah sevgisine, peygamber muhabbetine ermesi mümkün değildir.”6)

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 185.
2)
A.g.e. s. 74.
3)
A.g.e. s. 185-186.
4)
A.g.e. s. 190–191.
5)
M. Fethullah Gülen, Ümit Burcu (Kırık Testi-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 218.
6)
M. Fethullah Gülen, Mefkûre Yolculuğu (Kırık Testi-13), İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 107.
ihsan.txt · Son değiştirilme: 2024/02/27 15:44 Değiştiren: Editör