Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


masnu

Masnû

  • Sanatla yapılmış.
  • “Bir Kadîr-i Zülcelâl’in ve bir Hakîm-i Zülkemâl’in kader dairesinde sûretleri ve biçimleri tertib edilen ve kudretin destgâhında vücûdları verilen o hadsiz masnûat, o Zât’ın vücub-u vücûduna delâlet ve vahdetine ve kemâl-i kudretine hadsiz lisân ile şehâdet ederler.”1)
  • “… ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcûdâtın ille-i gâiyeleri ve sebeb-i bekâları olan o netice-i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecâvüz olduğu gibi, umum masnûâtın aynalarında cilveleri tezâhür eden ve masnûâtın kıymetlerini, aynadarlık cihetinde âlî eden esmâ-yı ilâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esmâ-yı kudsiye ye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnûâtın kıymetini tenzil ile, o masnûâta karşı bir tahkir-i azîmdir.”2)
  • Îmân-ı tahkikînin kuvvetiyle ve mârifet-i Sâni’i netice veren masnûâttaki tefekkürîmânîden gelen lemeât ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in hâzır nâzır olduğunu düşünüp, O’ndan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhâlif olduğunu düşünmek ile o riyâdan kurtulup ihlâsı kazanır.”3)
  • “… şu kâinatın en mükemmel meyvesi ve Hâlık-ı Kâinat’ın en sevdiği masnûu ve kâinatın mevcûdâtıyla en ziyâde alâkadar olan insandaki şedid, sarsılmaz, dâimî olan aşk-ı bekâ ve şevk-i ebediyet ve âmâl-i sermediyet, bilbedâhe işaret ve delâletiyle bu âlem-i fânîden sonra bir âlem-i bâkî ve bir dâr-ı âhiret ve bir dâr-ı saâdet bulunduğunu o derece kat’î bir sûrette isbât ederler ki, dünyanın vücudu kadar, bilbedâhe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzâm ederler.”4)
  • “(Hayat) … masnûât-ı ilâhiye içinde en hafîsi ve en zâhiri, en kıymettar ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en mânidar bir nakş-ı sanat-ı rabbâniyedir.”5)
  • “İşte o zaman, rahmet-i ilâhiye ‘Hakîm’ ismini imdadıma gönderdi; bana da masnûâtın büyük gayelerini gösterdi. Yani her bir masnû, öyle bir mektub-u rabbânîdir ki umum zîşuur onu mütâlaa eder.
  • Şu gaye bir sene bana kâfi geldi. Sonra sanattaki harikalar inkişaf etti, o gaye kâfi gelmemeye başladı. Daha çok büyük, diğer bir gaye gösterildi. Yani, her bir masnûun en mühim gayeleri Sâni’ine bakar; O’nun kemâlât-ı sanatını ve nukuş-u esmâsını ve murassaât-ı hikmetini ve hedâyâ-yı rahmetini O’nun nazarına arz etmek ve cemâl ve kemâline bir ayna olmaktır, bildim.”6)
  • “Her bir masnûun yüzünde öyle bir sikke vardır ki ancak her şeyi halk eden Hâlık’a mahsustur.”7)
  • “… kâinattaki masnûât, tohum gibidir. Âlem ve anâsır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı hâlleriyle ettikleri şehâdete göre, masnûât ile âlem-i anâsır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, (hep) bir Sâni-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek ednâ bir mahlûka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rubûbiyet, âlem ve anâsır kabza-yı tasarrufunda bulunan Zât’a mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanât ve nebâtâtı kabza-yı rubûbiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zât’a mahsustur. İşte hâtem-i tevhid dediğimiz budur.”8)
  • “… müzeyyen masnûât-ı fâniye, fenâ ve adem için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, manaları, neticeleri alınır; âlem-i bekada, ehl-i beka için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar. Yahut ebedî âlemde Sâni-i Ebedî istediği şekillere sokar. Çünkü o masnûât, beka içindir. Onların o zâhirî ölüm ve fenâları; vazifelerinden terhistir, îdam değildir.”9)
  • “… her bir masnû, kendi nefsine birkaç vecihle aynen delâlet eder. Fakat Sâni’ine, hem aynen, hem aklen çok vecihler ile delâletleri vardır. Ve hangi bir masnûun vücudu esbaptan istenilirse, bütün esbap toplanıp birbirine yardımları olsa bile, o masnûun benzerini yapamazlar.”10)
  • “Bir şeyin sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve masnûâtın adedince sânilerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyle ise sâni, masnû içinde olamaz. Mesela matbaa ile teksir edilen bir kitap, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri; kendisinden sümbüllenmez. Kâtip de o kitabet sanatı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyle ise masnûun nakışları kendisinden değildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazılıyor.”11)
  • “… basarı tasvir ve nazarı tenvir edenin basarsız olduğunu düşünmek, ancak basar ve basiretten mahrum olan adamın işidir. Maahâza masnûdaki kemâlât, tamamen Sâni’deki kemâlden akan bir feyizdir.”12)
  • “… masnûâttaki kemâlât, Cenâb-ı Hakk’ın kemâlinden in’ikâs eden bir gölge olduğuna nazaran, masnûât, sıfât-ı ilâhiye ile muvâzene hakkına mâlik değildir.”13)
  • “Mümin olan zât, mâna-yı harfiyle, yani gayre bir hâdim ve bir âlet sıfatıyla kâinata bakıyor. Kâfir ise mâna-yı ismiyle, yâni müstakil bir ‘ağa’ nazarıyla âleme bakıyor. Bu itibarla her bir masnûda, iki cihet vardır. Bir ciheti, kendi zât ve sıfâtından ibarettir. Diğer ciheti, Sâni’a ve esmâ-yı hüsnâdan kendisine olan tecelliyâta bakar.
  • İkinci cihetin dairesi daha geniş ve meâlce daha kâmildir. Zira, bir harf kendi zâtına bir harf miktarı –o da bir vecihle– delâlet eder. Kâtibine çok vecihler ile delâlet eder. Ve kâtibini, bakanlara tarif ve tavsif eder.
  • Kezalik Kudret-i Ezelî kitabından olan bir masnû, kendi nefsine kendi cirmi kadar ve bir vecihle delâlet eder. Amma Nakkaş-ı Ezelî’ye pek çok vücuh ile delâlet eder. Ve kendisine tecelli eden esmâdan uzun bir kasideyi inşâd eder.”14)

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 721.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 105.
3)
A.g.e. s. 205.
4)
A.g.e. s. 279.
5)
A.g.e. s. 409.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 325.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 7.
8)
A.g.e. s. 12.
9)
A.g.e. s. 38.
10)
A.g.e. s. 83.
11)
A.g.e. s. 110.
12)
A.g.e. s. 170.
13)
A.g.e. s. 218.
14)
A.g.e. s. 220.
masnu.txt · Son değiştirilme: 2024/08/14 12:29 Değiştiren: Editör