Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


muvazene_unsuru_olmak

Muvazene Unsuru Olmak

  • Dünyadaki güç dengeleri içinde aktif bir aktör olarak umumî sulhun tesisi ve idamesi adına muteber ve adil bir rol oynamak.
  • “… biz hâlâ, Müslim’de zikredilen bir hadis-i şerife1) dayanarak diyoruz ki: İslâm’ın sesi bir gün mutlaka bütün dünyada duyulacak ve ona karşı her vicdanda saygı hisleri hâsıl olacaktır. Şimdi eğer dabbetülarz çıkmışsa; bu bizim ümidimize indirilmiş büyük darbedir. Çünkü dabbetül arz diyor ki bundan sonra yakîn, bundan sonra iman yok; bundan sonra sukut, bundan sonra gerileme var. Oysaki biz, İslâm’ın, afâk-ı âlemde şehbâl açacağına ve dünya muvazenesinde yeniden ağırlık kazanacağına inanıyoruz. Bugün burada gördüğümüz insanlar gibi, dünyanın dört bir bucağında da Müslümanlar, soluk soluğa Hazreti Muhammed’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) arayacak ve O’nunla bir kere daha buluşacaklardır.” 2)
  • “… inanıyoruz ki, bir gün dünya muvazenesinde bir değişiklik olacak. Orta kuşağın inci mercan dünyası Türkiye ve Mısır gibi ülkeler, Orta Asya’daki Türkî milletler derlenip toparlanacak. Bu mübarek coğrafya, şahsiyetli ve yaşatma zevkiyle yaşama arzularından sıyrılabilmiş, tertemiz ve hasbî ruhlar sayesinde yeniden dünya muvazenesindeki yerini alacak… İşte o zaman cihanın doğusu da, batısı da bizi dinleyecektir.”3)
  • “Yakın bir gelecekte, yepyeni esaslara dayalı ve aynı zamanda dünyaya da açık, engin bir düşünce çağının başlatılmasında önemli bir adım sayılan bu çizgideki her faaliyet, bizi birkaç adım daha devletler muvazenesindeki yerimize yaklaştıracaktır. Elverir ki biz, bir yandan dil ve düşünce arasındaki münasebetleri koruyup kollarken, diğer yandan da bugünü, dün ve yarın hesabına kusursuz bir şekilde değerlendirelim; ne, ‘Her eski eskimiştir.’ mülâhazasıyla atalım, ne de bütün bütün geçmişe yönelerek her yeniye karşı kapılarımızı kapatalım.”4)
  • “Yeryüzü muvazenesinin tamamen bozulduğu, içtimaî coğrafyanın sürprizlere hâmile bulunduğu şu günlerde, ‘tabakât-ı beşer’ çapında sözünü geçirebilecek bir yüce devlete ve âlî bir millete, ne kadar muhtaç olduğumuz her türlü izahtan vârestedir.
  • Şarktan garba şenâetlerin işlendiği, mazlumun hor görülüp zalimin alkışlandığı; süper devletlerin kendi çıkarları hesabına, yeryüzünü anarşiye devir teslim edip, kargaşa ve hercümerci körükledikleri bir dönemde, muvazene unsuru olabilecek bir milleti, kendi elimizle bitirip tüketmiş olmanın hasretini bir kere daha çektik… Gerçi bu millet hiçbir zaman bütün bütün yok olmadı. Eğer arızalı görülüyorsa ihya edilmeli ve ihya edilmelidir de… Yoksa arenalardaki kanlı kavgalara benzer hâlihazırdaki bu durumun, daha ciddî ve daha endişe verici korkunç şeylere inkılap etme ihtimali vardır.
  • Bu ise, sadece muvazene unsuru olabilecek bir milletin yok olmasıyla kalmayacak; belki içtimaî coğrafyada birbirini takip eden ciddî değişikliklere de sebebiyet verecektir.”5)
  • “Bugüne kadar bin türlü ölüm-kalım mücadelesiyle varlığını devam ettiren ve bundan sonraki mevcudiyetinin de, içtimaî coğrafya adına büyük ehemmiyeti bulunan bu millet hem kendi hem İslam dünyası hem de devletler arası muvazene için mutlaka kurtarılmalı ve tarihin kendinden beklediği yüce vazifeyi eda edecek imkânlara kavuşturulmalıdır.”6)
  • “Son zamanlarda, yurdumuzun her köşesinde kendisini hissettiren samimî gayretler, dünyaları aydınlatacak bir ışık kaynağının meydana gelmeye başladığını göstermektedir. Millî değerlerimizin tali’li hizmetçileri, kendilerine düşen vazifede kusur etmez, tarihî rollerini güzelce oynayabilirlerse, milletimiz, yurdumuz, sıçrayıp dünya muvazenesindeki yerini alacak ve bugünü değerlendirenler gelecek nesillerce bir ‘yâd-ı cemil’ olarak kalıp gidecektir.”7)
  • “Eğer mazideki şerefli yerimizin yeniden kazanılması, ihtişam dönemimizin bir kere daha yaşanması ve milletler arası işlerde, muvazene unsuru olmamız arzu ediliyorsa; evvelâ; zamana hâkim olmanın yolları araştırılmalı, bu ilâhî sermayenin zerresi dahi heder edilmemeli ve onu, en iyi şekilde değerlendirme usûl ve metodu nesillere öğretilmelidir.”8)
  • “Şayet günümüzün Müslümanları Kur’ân çizgisinde ve ilk Müslümanlar safvetinde hareket edebilselerdi, –ki bugün o istikamette ciddî gelişmelerin olduğu söylenebilir– bir hamlede sıçrayıp devletler muvazenesindeki yerlerini alacak ve taklit vadilerinde başkalarının türküleriyle teselli olmaktan kurtulacaklardı.”9)
  • “Bütün bu menfi hususlara rağmen, insanımız hâlâ her yönüyle canlı, geleceğe açık, ne olduğunun ve ne olmak istediğinin şuurunda, mükellefiyetlerini yerine getirmeye kararlı ve baştakilerin hazırlayacağı imkânları beklemektedir. Öyle inanıyoruz ki, şayet bir muhalif rüzgâr esmezse, milletimiz, tarihî tekerrürlerle açılan yollarda devletler muvazenesindeki o muhteşem yerini bir kere daha alacaktır ve Hakk’ın inayetiyle bunu önlemeye de kimsenin gücü yetmeyecektir.”10)
  • “Mekteplerimizde, düşünce dünyamıza göre, güzel bir müfredat programı, sağlam bir terbiye sistemi, inançlı, fedakâr, malumatlı ve hamiyetli bir muallimler ordusu.. evet bütün bunlar; öyle harika bir kuvvettir ki, bu mübarek kuvveti elinde bulunduran bir millet, değil sadece Avrupa ve Amerika ile hesaplaşması mevsimi gelince bütün dünyayı bile dize getirebilir ve dünya muvazenesindeki eski yerini istirdat edebilir. ‘İstirdat edebilir’ diyorum; çünkü asırlar ve asırlar boyu bu şerefli vazife, hep onun uhdesinde kalmıştı.”11)
  • “… bilhassa bizim insanımız, tarihin bize tahmil ettiği en şanlı vazifeleri, en şerefli bir surette ifa edebilmek için daima zirveleri kollama, kendi dünyasında bayraktarlığı kimseye bırakmama, devletler arası muvazene ve dünya dengesinde, tarihî yerimizi istirdat edecek seviyede ve sorumluluk şuuruyla hareket etme mecburiyetindedir.”12)
  • “Cidal ve kavgayı bir hayat düsturu olarak seçen sistemler, insanlara yer yer sulh ve sükûnu vaad etmiş olmalarına rağmen, hiçbir zaman vaad ettikleri şeyi pratiğe dökememişlerdir. Aksine insanlar kendilerini hep bir kavga ve kaos ortamında bulmuş ve bunun vermiş olduğu stres ile hep ızdırapla inlemişlerdir. Hatta dünyanın şu anda içinde bulunduğu duruma, bu sistemlerin sebebiyet verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
  • İslâm ise, her zaman ve her yerde bir muvazene unsuru olarak imdada yetişmiş ve kendine ait esasları birer evrensel mesaj hâlinde insanlığa sunmuştur; sunmuş ve onu eşsiz bir disiplinler mecmuası olarak kabul edip hayatlarına uygulayanlar için de daima kurtarıcı bir rol üstlenmiştir.”13)
  • Barışın Temini: Bir tahmin değil, kanaat-ı kat’iye olarak diyorum ki, ilerde fikirler çarpışacak, farklı anlayış ve telakkiler birbirleriyle çekişecek duruma düşecek ve işte o zaman ancak muvazene unsuru olan sağduyu ve akl-ı selim sahibi bir topluluk, aradaki hatt-ı muvâsala yı temin edecektir. O topluluk olmak ne büyük bahtiyarlık! O hâlde, her bir şahıs bu vazifeye talip ve hazır olmalıdır.”14)
  • Allah (celle celâluhu), küçük insanlara büyük hizmetler gördürmek suretiyle Kendi büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Şayet konumları bu olan arkadaşlarımız, niyet duruluğu ve kalb safvetini hep bu şekilde muhafaza eder, her zaman Allah’ın (azze ve celle) büyüklüğü karşısında kendi küçüklüklerinin farkında olurlarsa, öyle inanıyoruz ki, Cenâb-ı Hak da büyüklüğünü göstermeye devam edecek, bizim insanımıza bir kez daha yeryüzünde muvazene unsuru olma lütfunu bahşedecektir.”15)
  • Temkin kelimesi farklı kipleriyle Kur’ân-ı Kerim’in değişik âyet-i kerimelerinde geçmektedir. Meselâ Kehf sûre-i celîlesinde, doğu ve batıya seyahat eden, sonra Çin Seddi’ne veya Ye’cüc ve Me’cüc’ün bulunduğu yere ulaşan Zülkarneyn için şöyle buyruluyor: إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا ‘Biz dünyada ona mükne verdik ve ihtiyaç duyduğu her konuda sebep ve vasıtalar ihsan ettik.’ (Kehf, 18/84). Âyette geçen ‘mükne verdik’ mazmununu, Zülkarneyn’e ayağını yere sağlam basacağı ve sözünü dinletebileceği bir imkân, güç ve hâkimiyet bahşedilmesi şeklinde anlayabileceğimiz gibi; devletler muvazenesinde ona muvazene unsuru olma konumunun verilmesi şeklinde de anlayabiliriz.”16)
  • “Cenâb-ı Hakk’ın emri, tavzifi ve mesajıyla Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yeryüzünde muvazene unsuru olacak bir sistem kurması ve kurduğu bu sistemle insanların ferdî, ailevî, iktisadî, idarî… bütün ihtiyaçlarını karşılaması O’nun zâhirî saltanatının bir tezahürüdür. Bir de bu zâhirî saltanatın üzerine kurulduğu mânevî asıl ve derinlikler vardır ki, Cenâb-ı Hak, makam-ı cem’in sahibi bulunan Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ı (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) işte böyle bir donanımla dünyaya göndermiştir; göndermiş ve O’nun eliyle, insanların hayalleriyle bile ulaşamayacakları, ütopyalarda aranan bir sistemi yeryüzünde vaz’ etmiştir.”17)
  • “… kendimize bir yönüyle zayi olmuş nesiller nazarıyla bakabiliriz. Zira kendi çağımızın idrak ufkuna göre yetiştirilmediğimizden, geleceğin emanetçileri olma vasfını kazanamadık, dümende olamadık. Dolayısıyla da bize hep kürek çektirdiler. Sosyolojik olarak meseleye bakıldığında, siz, devletler muvazenesinde ya dümende olursunuz ya da kürek mahkûmu olarak yaşarsınız. Ortası yoktur bu meselenin. Evet, hâkim değilseniz, mahkûm olarak hayatınızı sürdürmek zorunda kalırsınız. Farklı bir ifadeyle söyleyecek olursak, siz ya yeryüzünde muvazene unsuru olursunuz ya da başkalarının çizdiği sınırlar içinde hayatınızı sürdürürsünüz. Muvazeneyi belirleyen siz olursanız, belirleyici olursunuz; aksi hâlde ise ‘belirlenen’ damgasını yersiniz. Belirlenmek ise esaret demektir; yani boynu tasmalı, ayağı prangalı bir köle durumuna düşmek demektir. Esasında bu hâlin, Afrika’da derdest edilip Batı’ya götürülen kölelerin hâlinden bir farkı yoktur. Maalesef birkaç asırdan beri biz Müslümanların hâli işte budur.”18)
  • “… âyet19)) açık olarak mü’minlere yeryüzü mirasçıları olduklarını vaadetmektedir. Ancak burada vaadedilen hükümranlığın sadece maddî bir hükümranlık, saltanat ya da insanları halâik gibi kullanan kuru bir hakimiyet şeklinde değerlendirilmesi de kat’iyen doğru değildir. Nasıl olabilir ki, âyette vaadedilen bu hükümranlığın, herkesin huzur ve saadetini teminat altına alıp garanti etmesi, Müslümanların sair millet ve devletler arasında hakem durumuna gelmesi, bu suretle yeryüzünde sulh ve sükûnu yerleştirmesi, huzursuzluk ve anarşi çıkaran yığınların hizaya getirilmesi, âsilerin ikaz ve tedip edilmesiyle insan mutluluğunu ihlal edecek her şeyin ortadan kaldırılması gibi mesuliyetli ve sorumluluğu oldukça yüksek bir muvazene unsuru olma hususuna vurguda bulunulmaktadır.”20)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Müslim, Fiten, 19; Ebû Dâvût, Fiten, 1; Tirmizî, Fiten, 14; Ahmed b. Hanbel, El-Müsned, 4/123, 5/278.
2)
M. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 69.
3)
A.g.e. s. 87.
4)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 40.
5)
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil (Çağ ve Nesil-1), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 100.
6)
A.g.e. s. 104.
7)
M. Fethullah Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 108.
8)
A.g.e. s. 138.
9)
M. Fethullah Gülen, Zamanın Altın Dilimi (Çağ ve Nesil-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 95.
10)
A.g.e. s. 134.
11)
A.g.e. s. 167.
12)
M. Fethullah Gülen, Günler Baharı Soluklarken (Çağ ve Nesil-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 49–50.
13)
M. Fethullah Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız: İktisadî Mülâhazalar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 267–268.
14)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 144.
15)
M. Fethullah Gülen, Cemre Beklentisi (Kırık Testi-10), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 153.
16)
M. Fethullah Gülen, Yaşatma İdeali (Kırık Testi-11), İstanbul: Nil Yayınları, 2012, s. 54.
17)
M. Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi (Kırık Testi-12), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 117.
18)
M. Fethullah Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız (Kırık Testi-14), İstanbul: Nil Yayınları, 2015, s. 73.
19)
“Allah, sizden iman edip salih amel yapanlara kat’i vaad buyuruyor ki; onlardan öncekilerini yeryüzünde hükümran kıldığı gibi, onları da hükümran kılacak ve onlar için seçip beğendiği dinlerini yaşama güç ve kuvveti vererek, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini (tam) bir güvene erdirecektir. Öyle ki artık onlar hep Bana kulluk eder ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.” (Nûr, 24/55.
20)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Altın İkliminde, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 376–377.
muvazene_unsuru_olmak.txt · Son değiştirilme: 2024/08/19 23:39 Değiştiren: Editör