Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


talib

Tâlib

  • Tâlib: İsteyen, arzu eden, bilgi, mârifet veya başka herhangi bir şeyi elde etmeye çalışana denir ki, daha çok ilim, mârifet ve hakikat… gibi hususların mebâdîlerini öğrenmeye müteveccih ve bu çerçevede gayret içinde bulunan, takip ettiği şeyleri elde edebileceği azmiyle oturup kalkan mübtedî hak yolcusu demektir. İşin başlangıcında bulunması itibarıyla, bu seviyedeki bir mübtedî yolcu bazılarınca küçük görülebilir; aslında mesele hiç de öyle değildir; zira sonraki bütün oluşumlar ve mazhariyetler, tâlibdeki böyle bir talebe bağlı meydana gelmekte ve o çekirdeğe bağlı filizlenip inkişaf etmektedir. Hz. Cüneyd, talebin çok önemli olduğunu ifade sadedinde مَنْ طَلَبَ وَجَدَّ وَجَدَ ‘Talep eden, talebinde ciddî olan istediğini elde eder.’ buyurur ki, bu söz zamanla halk arasında umumî bir düstur hâlini almıştır.
  • Sofîler, tâlib kelimesini, tasavvuf mesleğine intisap eden, bir mürşidden el alan ve bir üstadın rehberliğine giren mânâsında kullanmışlardır ki, hak yolcularına mahsus dört özel unvanın ilkidir. Ne var ki, bazen tâlib, iradesinin hakkını verince birdenbire değişip mürîde inkılâp eder; sonra yürür sâlik ufkuna ulaşır ve Hakk’ın inayetiyle yükselir vuslat rüyaları görmeye başlar. Bazen de o, talebin dar ufkunda sıkışır kalır ve sürekli yol yorgunluğu yaşamasına rağmen asla mesafe alamadığı da olur. Zaten her önüne gelen de hemen tâlib olarak kabul edilmez ya; her şeyin bir âdâb ve erkânı olduğu gibi tâlib kabul edilebilmenin de kendine göre yolu-yöntemi vardır. Her namzet, hareketleri, genel tavırları, karakterinin böyle bir yolculuğa müsait olup olmayışı itibarıyla bir kâmil mürşid ve üstad tarafından usûlünce test edilir. Müsait görülürse, ‘Tut üstadın elinden, yürü Hakk’a!’ denir. Böyle bir tevcihten sonra o artık bir tâlib ve aynı zamanda bir mürîd namzedidir. Yürür mürşidin rehberliğinde gönlüne açılan dünyalara.. ve pervaz eder istidadına yol veren şâhikalarda. Ne var ki, her şey hemen bununla da bitmez; tutunduğu ele –vasıtalık mülâhazasıyla– sımsıkı sarılması, girdiği yolda kararlı yürümesi, mesleğine can u gönülden bağlanması ve elindeki Hakk’ın esmâsını temâşâ edeceği o aynayı kırmaması; kırmaması ve bir nîm-nigâh ile hep O’na bakması gerekir. Muhammed Ali Hilmi Dede, tâlibe ait mülâhazalarını yukarıdaki çerçeveye yakın şöyle ifade eder:
  • Tâlib olan tutar mürşid elini,
  • Hakk’a verir ol dem can u dilini;
  • Tığ-ı bend ile bağlar mürîd belini;
  • Mürşidin bendini tutmak sezâdır.
  • Evet, tâlib, tâlib-i feyz-i Hudâ ise her zaman durması gerekli olan yerde durmalı, âşık-ı nur-i Hudâ da sürekli O’na müteveccih bulunmalıdır ki, onun talebi gerçek talep olsun ve Hazreti Murad’dan da teveccühler görsün. Hazreti Maksud u Murad yolunda iradesinin hakkını eda etmeye azmetmiş mürîde düşen de işte böyle bir duruş ve böyle bir teveccühtür.”1)
  • “Hakkı Bulduktan Sonra Ehak İçin İhtilâfı Çıkarma: Ey tâlib-i hakikat, madem hakta ittifak, ehakta ihtilâftır. Bâzan hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”2)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 688–689.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 784.
talib.txt · Son değiştirilme: 2024/03/19 10:55 Değiştiren: Editör