Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


hak_yolcusu

Hak Yolcusu

  • Tefviz semasında seyahat eden hak yolcusu, zâhiren tedbir ve sebeplerle meşgul olsa da, bu iştigal sırf esbap dairesinde bulunmanın gereği ve onun da, Hak karşısındaki memuriyetinden ötürüdür. Aksine, öyle yapmayıp da onları doğrudan doğruya nazara alsa, semaların üveyki iken arzın sürüm sürüm sürünen haşereleri hâline gelir.”1)
  • “Bir insanın gerçek insanlıktan nasibi, hayâdan hissesi ölçüsündedir. Eğer hak yolcusu, menfî-müsbet bütün teşebbüslerinde başını sonsuza çevirip davranışlarını ötelere göre ayarlayamıyor, mahviyet içinde iki büklüm olup edeple yaşayamıyorsa, onun mevcudiyeti bir bakıma kendisi için ar, başkaları için de bârdır.”2)
  • “… başlangıç itibarıyla hak yolcusu bazı şeyleri bilse de, onları tam duyup zevk etmediği için, gerektiği ölçüde o şeylerin hakikatlarına vâkıf değildir.. evet, ilim ayrı şey, onu yaşayıp hissetmek ayrı şeydir. Aslında, iman, muhabbet, aşk, zevk-i ruhânî insanın tabiatının birer buudu hâline gelecekleri âna kadar nazarîdirler ve hakikatlerinin tam bilindiği de söylenemez. Ne zaman ki bunlar, insan vicdanında zevken ve keşfen duyulurlar, işte o zamandır ki hâl, mücerred ilme galebe çalar ve ilim hâlin içinde müzmahil olur gider. Buna, aynı zamanda peygamber ilmi de denir. Buna ilim denmesi, sadece bu işin mebdeinin unvanı olması itibarıyladır. Yoksa o, aksiyon itibarıyla bir hâl ve pâye itibarıyla da bir makamdır.”3)
  • “Bize bakan yönüyle gaybet, Hak’la alâkalı yanıyla ‘huzur’ diyeceğimiz hâl, sâlikin seviyesi itibarıyla da oldukça farklılık arzeder:
  • 1) Muhibbin, Mahbub-u Hakikî’den başka her şeyden gaybubetidir ki, bu seviyede seyahat eden hak yolcusu, tamamen O'na tahsis-i nazar eder; varlıkla olan zarurî ve tabiî münasebetlerinde de hep ‘O'ndan ötürü’ mülâhazasını güder: Öyle ki, seyr-i ruhanîsinde karşılaştığı her şeyde O'ndan bir şeyler duyar, bir şeyler hisseder ve her varlığı okşar-geçer.
  • 2) Yol erkânına vâkıf sâlikin gaybetidir ki, ulaştığı ufuk itibarıyla o, ruhunun derinliklerinde hâl ile ilmi müşterek duymaya başlar ve bu sayede, hâle iktiran etmeyen mücerred ilim dalâletinden ve ilimle beslenmeyen hâl gafletinden kurtularak gaybet-i halk ve huzur-u Hak'la serfiraz olur.
  • 3) Makam-ı cem’le müşerref ârifin gaybetidir ki, böyle bir zirveye terakki eden hak dostu, kendini, kendi ahvâl ve makamatını duyup hissetmediği gibi, Hazreti Zât’ın ‘Sübühât-ı Vech’iyle tamamen kül olup savrulduğundan, bazen Hazreti Esmâ ve Sıfât'ı bile mülâhaza edemeyecek kadar istiğrak içinde bulunur ki, böyle bir ruh hâletiyle o, zaman zaman, ‘vahdet-i vücûd’ düşüncesini hatırlatacak kelimelerle, yer yer de ‘vahdet-i şuhûd’u işmam edecek beyanlarla içini döker; hatta bazen, panteizmi ve monizmi hatırlatacak sözler sarfeder ki; böyle bir yaklaşım, zevkî ve hâlî bir hususu, hakikate karıştırmaktan başka bir şey değildir.”4)
  • “Böyle bir sâlik, Hak’tan gelen bu vâridlerin şuurunda ise ‘lutfun da hoş, kahrın da hoş’ mülâhazasıyla, sürekli rızâ soluklar, itminan içinde oturup kalkar ve teslimiyet, tevekkül, tefvîz vadilerinde ‘sika’ avlamaya çalışır… Hak’tan gelen bu esintileri, şart-ı âdi plânında, -hususiyle de irade ve ihtiyarın müdahalesi esas olan konularda kaçırılan fırsatlar gibi fevt edilmesi- ‘ebrâr’ ve ‘mukarrebîn’e göre hata sayılabilir ve kalbin Hak’la muamelesinde irtifa kaybetmesinden ötürü de herkesin derecesi ölçüsünde cezalandırılabilir; cezalandırılabilir, zira bu seviyedeki hak yolcusu zamanın en küçük parçalarını bile, behemehâl en rantabl şekilde değerlendirme, birleri binlere yükseltme gayreti ve niyeti içinde bulunma mecburiyetindedir. Aslında bundan dolayıdır ki tasavvuf ıstılahında sofîye ‘ibnü’l-vakt’ denilmiştir.”5)
  • Sekir ile gaybet arasında her zaman bir eksiklik ve fazlalık söz konusudur. Şayet sekri yaşayan hak yolcusunun bâtını ilâhî vâridlere doymamışsa, o sekir noksandır.. ve böyle bir sâlik, gaybet ve ihsas hâlleri itibarıyla, sürekli gel-gitler içindedir.. dahası o, davranışları açısından da temkinden daha çok telvin edalıdır. Böyle bir hak yolcusuna, kendinde olmama mânâsına sekrân demektense mütesâkir demek daha uygundur. Bazen de bunun aksine, sekre sebebiyet veren vâridler, sağanak sağanak gelir ve sâlikin bütün benliğini istilâ eder ki, işte o zaman tastamam bir sekir hâsıl olur.
  • Bazen sekir; kavi bir iman, ciddî bir mârifet, dengeli bir havf u heybetten kaynaklanır ve daha geniş bir alanda kendini hissettirir. Has dairede sekre gelince o, vecd erbabına mahsus bir ‘hâl’ olup, ne zaman hak yolcusu, sübühât-ı vechin nûrları veya ‘bî kem u keyf’ cemal nimetleriyle şereflendirilse, hemen sekir hâsıl olur.. ruh, şevk u tarâba girer.. ve gönülde aşkın bir heyecan yaşanır. Sahv, sekrin zıddıdır ve sâlikin yeniden ihsas ve şuur âlemine dönmesi demektir. Sekri hak olan seyyahın sahvi de haktır.”6)
  • Hak yolcusu sekir durumunda hâlî ve zevkî, sahv durumunda da ilmî ve temkinîdir; sekir hâlinde o, kendi cehd u gayreti olmaksızın, her zaman bir zemzeme-i haz ve lezzet içinde, sahv hâlinde ise, bir temkin ve ihsas, bir iradîlik ve şuur öncülüğünde hep Hazreti Hakikat’ı duymaya çalışmaktadır.”7)
  • “Bir nesnenin hakikatine erme yolunda böyle bir duyuş eğer mârifet türü şeylerden ise, o ilim ötesi, mârifet edalı bir vicdan kültürü; eğer bir iç müşâhede ise o da, bir ‘muayene’; eğer hak yolcusu, araştırma, terkip ve tahlil adına bir ‘hel min mezîd’ eri ise o da bir mükâşefe ve müşâhede; şayet bu kimse bir ‘cem kahramanı’ ise o da bir ‘fenâ fillah’ ve ‘bekâ billah’ hâlidir ve böyle bir hâl ehli sürekli mâsivâullahtan istiğnâ dairesi içinde döner durur.”8)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 116.
2)
A.g.e. s. 140.
3)
A.g.e. s. 282–284.
4)
A.g.e. s. 288–289.
5)
A.g.e. s. 290.
6)
A.g.e. s. 321.
7)
A.g.e. s. 322.
8)
A.g.e. s. 359.
hak_yolcusu.txt · Son değiştirilme: 2024/03/13 18:02 Değiştiren: Editör