emr-i_itibari
İçindekiler
Emr-i İtibarî
- “Allah, bize ait emr-i itibarî gibi bir şeyi, irade ve meşîetine davetçi gibi kabul buyurmuş, ona önem vermiş, en büyük projeleri o plan üzerinde gerçekleştirmeyi vaad etmiş ve gerçekleştirmiş.. ve bu itibarî nesneyi günaha, sevaba bir vesile olarak yaratmış, onu ceza ve mükâfata esas kılmış, hayır ve şerrin isnad edilmesine fail kabul etmiş.. ve zatında hiçbir değer ifade etmeyen bu nisbî emre, ona terettüp eden neticeler itibarıyla, değerler üstü değer atfetmiş –ki eğer böyle olmasaydı, bütünüyle hayat durur, insan camidler derekesine düşer, teklif bâtıl olur ve her şey gider abese incirar ederdi– elbette ona, onun istek ve dileklerine fevkalâde önem verecek.. onu dünya ve ukbânın imarına bir şart-ı âdi, hatırı sayılır bir vesile ve dünyaları aydınlatacak bir elektrik mekanizmasının sihirli düğmesi hâline getirerek, damlada derya, zerrede güneş, hiç ender hiç olan bir şeyde cihanları var etmek suretiyle kudretinin sırlı bir buudunu daha gösterecektir.”1)
- “İnsan iradesi bizzat mevcud olarak yaratılmamıştır. Belki ona itibarî bir vücud verilmiştir. Hendesedeki itibarî ve farazî hatlar gibi, irade ve cüz’î ihtiyarînin de itibarî ve farazî bir vücudu vardır. Böyle bir varlığı ve böyle bir vücudu da herhangi bir tartı ve ölçü ile değerlendirmek mümkün değildir. İşte irade, hiçbir ağırlığı olmayan böyle izafî bir vücuda sahiptir. Şu kadar var ki o, Cenâb-ı Hakk’ın icraat ve yaratmasına bir şart-ı âdidir. Yani o kendine düşeni yaptığı zaman –ki bu ya meyelandır ya da meyelandaki tasarruftur–Cenâb-ı Hak onun istediği fiili yaratır. Demek oluyor ki, ister meyelan, isterse meyelandaki tasarruf, haddizatında haricî bir vücuda sahip olmamakla beraber, yaratma işi bu meyelan veya meyelandaki tasarrufa bağlı kılındığı içindir ki, irade apayrı bir değer ve kıymet kazanmaktadır.”2)
- “… küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir. Hâlbuki azîm tahribat ve hadsiz ademler, bir tek emr-i itibarîye ve ademîye terettüp edebilir. Nasıl ki bir azîm sefînenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasıyla, sefîne gark olup bütün hademelerin netice-i sa’yleri ibtal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüp ediyor. Öyle de: Küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nev’inden olduğu için, cüz-ü ihtiyârî bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müthiş netâice sebebiyet verebilir. Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i vahdâniyet’i gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyât-ı esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esmâ-yı ilâhiye namına Cenâb-ı Hak kâfirden şedid şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adâlettir.”3)
- “Cüz-ü ihtiyârînin üssü’l-esâsı olan meyelân, Matüridî’ce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî, ona mevcûd nazarıyla baktığı için abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariye’ce bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücûd-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki; illet-i tâmme vücûdu için lüzum ve zarûret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref’etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise o anda onu terk edebilir. Kur’ân ona o anda diyebilir ki: ‘Şu şerdir, yapma.’
- Evet eğer abd, hâlık-ı ef’âli bulunsaydı ve îcada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref’ olurdu. Çünkü; ilm-i usûl ve hikmette مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki: ‘Bir şey vâcib olmazsa, vücûda gelmez.’ Yâni, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücûda gelebilir. İllet-i tâmme ise; ma’lulü, bizzarûre ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.”4)
- “İrâde-i cüz’iye-i insâniye ve cüz-ü ihtiyâriyesi çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir, fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf cüz’î irâdeyi, irâde-i külliyesinin taallukuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yâni mânen der: ‘Ey abdim! İhtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mesuliyet sana aittir!’”5)
- “… insan, îcâdsız bir cüz-ü ihtiyarî ile ve cüz’î bir kesb ile, bir emr-i ademî veya bir emr-i itibârî teşkil ile ve sübût vermekle müthiş tahribâta ve şerlere sebebiyet verdiği gibi, nefsi ve hevâsı dâimâ şerlere ve zararlara meyyâl olduğu için, o küçük kesbin neticesinden hâsıl olan seyyiâtın mesuliyetini, o çeker. Çünkü onun nefsi istedi ve kendi kesbiyle sebebiyet verdi. Ve şer ademî olduğu için, abd ona fâil oldu. Cenâb-ı Hak da halk etti. Elbette o hadsiz cinâyetin mesuliyetini, nihayetsiz bir azâp ile çekmeye müstehak olur.”6)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 25.
2)
M. Fethullah Gülen, Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 31–32.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 505.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 508–509.
5)
A.g.e. s. 509.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 106.
emr-i_itibari.txt · Son değiştirilme: 2024/07/25 13:15 Değiştiren: Editör